Avrupa, Osmanlı ve Rusya'nın temelde en stratejik sorunu, birbirlerine karşı hangi jeopolitik, jeoekonomik, jeokültürel, jeoteolojik ve tarihsel perspektifi ne şekilde kullanacaklarını bilememek ve karar verememek olmuştur. Bu aslında Avrupa'nın da iç sorunu, güç sorunu ve vizyon sorunu olarak da var olagelmiştir.
Osmanlı imparatorluğu'ndan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu çok boyutlu paradoksal örgünün tüm maddeleri ve şıkları ile iç ve dış, ağır ve yıpratıcı müzakere süreçleri yürütmüştür.
Bu tarihsel seyirde Rusya yükselirken, Avrupa'nın yani o zamanki bilimin ve teknolojinin keşfini Çar Deli Petro ile yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu çökme
esnasında, bilim ve teknolojiyi elde ederek eski imparatorluk görkemini yeniden inşaa etmek için Avrupa'ya çeşitli açılardan yönelmiştir. Rusya ve Osmanlı'nın akibetlerindeki bu zıt yönlü tablo Avrupa nezdinde her iki devlete yönelik vizyonu değiştirmemiştir. Ve bu tutum hâlâ değişmemiştir ve hatta aleyhte gelişerek devam etmektedir.
Kaldı ki Batı'nın Osmanlı'nın halefi Türkiye'ye ve Rusya'ya karşı vizyonu değişse bile girişte de belirttiğimiz gibi Avrupa'nın kendi iç jeopolitik, jeoekonomik, jeoteolojik ve jeokültürel değerlendirmesi bile hâlâ dizayn edilememiştir.
Avrupa'nın iç rekabetinin tarihi, Avrupa ve Batı dediğimiz tek ve bütün bir siyasal mimariyi henüz tanımlamıyor ve bundan böyle de büyük olasılıkla tanımlamayacaktır. Durum böyle iken yakın jeopolitik sorunlu Türkiye ve Rusya ile uzak jeopolitik unsurlar Çin, ABD ve Ortadoğu gibi ülke ve bölgeler Avrupa ve Batı kavramlarına fazla siyasal kaldıraçlı yaklaşmaktadırlar.
AB/ABD ve NATO üçgeni hala tam olarak siyasal, kültürel, dinsel ve ekonomik Batı dünyası olgusunu karşılamıyorken, Batı veya Avrupa ile diğer ülkeler ilişkilerinden bahsetmek yanıltıcıdır. Her ne kadar Avrupa/Batı bir çok alanda ortak tepkiler ve politikalar geliştirseler de, henüz diplomatik olarak Avrupa ve Batı kavramları oluşumunu tamamlamış ve akl-i baliğ olmuş değildir.
Ukrayna bağlamında gelişen askerî, diplomatik, jeoekonomik, jeoenerjik ve
jeokültürel müzakereler yelpazesi, ülkesel ve bölgesel gereksinimler dediğimiz jeorealiteye çarpmaktadır. Batı ve Avrupa ülkeleri dışında sürekli ifade edilegelen "hangi Avrupa" ve "hangi Batı" sorunsalı aslında bir çok metedolojik, analitik ve zihinsel açmazı da tanımlaması açısından ilginçtir.
Dolayısıyla şu anda Avrupa/ABD ve NATO ve İngiltere'nin Ukrayna krizi bağlamında yeni bir konsolidasyon kurmaya çalışırken Avrupa tarihi dediğimiz noktadan ve kimlik kazanmış Avrupa içi jeokültürel, jeopolitik ve jeostratejik ve temelde jeoekonomik ihtilaflar zincirinden bağımsız ele alması, jeorealite dediğimiz aslında adı konulmamış bir başka olgu ile karşılaşmasına neden olmaktadır.
Jeopolitik, anlamsal değişimler geçirebilir fakat jeorealite, bir ülkenin, bir devletin ve toplumun ortaya çıkışından bu yana oluşan negatif filmidir ve orijinaldir. Fotoğraf gibidir. Jeopolitiği de diğer jeo uzantılı kavramları da içerir. Müdahale edilemez bir kültürler bütünüdür, değiştirilemez. Bireyler arası ilişkiler gibi de değildir. Sulhu olmayan bir tarihsel sürekliliktir.
Çok akut durumlarda bile Avrupa ve Batı için ve hatta tüm dünya için yeni bir start noktası belirlemek mümkün olmamıştır. Dolayısıyla tarihsel olarak değiştirilemez olan parametreler vardır. Bu yüzden tüm konsolidasyonlar geçicidir. Bu yüzden tüm paktlar da geçicidir. Tüm coğrafi tanım içeren kavramlar da... Adlar değişmemiş olabilir fakat adın temsil ettiği bir çok şey temelli olarak değişmiştir. Bu durumda zaten tüm iç sorunları aynı zamanda dış veya diplomatik, askerî ve uluslararası ticarî sorunları olan Avrupa ve Batı tanımlarını uluslararası ilişkiler sorunlarını çözmekte kullanmak işlevsizdir.
Sorun jeopolitik ve jeostratejik partiküller de taşısa jeosiyasal değildir, coğrafi değildir. Avrupa-Türkiye, Batı-Türkiye veya Batı-Rusya ilişkileri tanımlamaları bu anlamda geçersizdir. Ve anlatmaya çalıştığı ve çalışacağı sorunsalı net olarak anlatamaz.
Ne yazık ki ülkeler arası sorunları Şamantik ritüeller, türü diplomatik, askerî ve ekonomik yaklaşımlarla çözemeyiz. Sorunlar somuttur. Kısa süreli de olsa onlara başka kıyafetlerin giydirilmesi kök sorunu ortadan kaldırmayacaktır.
Bu anlamda NATO'nun, ABD'nin ve Avrupa'nın, Rusya ve orta vadede belki Türkiye ile ilgili sorunları çözmekte yeni ve daha reel ve daha açık kavramsal
yelpazeye gereksinimi vardır.
Tüm ülkeler kendi bekâlarını temin etmek için bir çok önlemler alırlar. Fakat alınan önlemler ya olağanüstü karmaşık ve nitelikli ya da olağanüstü basit ve bir o kadar da yüksek etkili olmalıdır. Ülkeler arası ilişkiler bilek güreşi düzeyine indirgendiğinde yani savaşa döküldüğünde klasik tarih yazımı veya fazlasıyla teknokratize edilmiş tarih yazımı, "zafer", "galibiyet" ve "görkemli
fetih"ler gibi kavramlarla yaşananları farklı gösterebilirler. Ancak tarihin enstantane değil de zincirleme yaşandığını unutmamak gerekir.
Tarih, maç skoru gibi algılandığında sonu gelmez savaşları, yıkımları ve trajedileri önümüze koyar. Bu döngüden kurtulmak için aklın yüksek algı ve algılama yönünün devreye alınması gerekir. Ve bu hasletin de tüm taraflarca kabul görmesi zarurettir. Taraflardan biri bu zarureti redderse de savaş kaçınılmaz olur.
Savaşın kaçınılmaz olduğu durumlarda da ilerleyen süreçte Roma imparatorluğu gibi güç yasalarının ve aldatmacanın geçerli olduğu tüm askeri ve siyasi organizasyonlar savaştıkları tüm unsurları bünyelerine taşımışlardır.
Fakat bunları tanımlayamadıkları için yoğun bir içsel reaksiyon yaşamışlardır.
Yani Roma'yı savaşlarla genişletmişler ve yönetim bilimleri ile de level atlatmışlardır. Fakat bir süre sonra askerî zaferlerin görkemi, aklı devre dışı bırakmıştır.
Kendi entelektüel ve insansal birikimleri ile bağlarını koparan tüm uluslar bir süre sonra akıllarıyla da bağlarını koparırlar. Roma da bunu yaşamıştır.
Bu bağlamda tarihi kimin yazdığı ve nasıl yazdığı olağanüstü stratejik değere sahiptir. Tarih pehlivan tefrikalari gibi yapıldıkça ve derby maçları gibi ele alındıkça basit yenen/yenilen tablosu ile karşılaşırız.
Oysa nitelikli ve seviyeli akıl, savaşlara ve kaba güç kullanımlarına isabetli ve zorunlu hallerde başvurur.
Başlangıçta ifade ettiğimiz "Avrupa'nın dış sorunları aslında iç sorunlarıdır"
saptaması, yaşamsaldır. Öte yandan jeopolitik ve jeostratejik tapınmalar, küresel gelişmeler, sonucu, anahtarı ve kilidi değiştireceği için geçersizdir. Osmanlı İmparatorluğu'nu hiç bir güç coğrafi, bilimsel ve teknolojik keşifler kadar tahrip etmemiştir.
Yani jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik konumlar ve hatta coğrafyalar bile sabit değildir. Dünya haritasında yeriniz değişmeyebilir fakat yerinizi değersizleştirecek zincirleme bilimsel ve teknolojik yenilikler, jeopolitik ve jeostratejik parametreleri geçersiz bırakacak yeni değerlendirmeler "konumunuzu" size rağmen sıfırlayabilir.
Bu bağlamda ABD/Avrupa ve NATO ile İngiltere'nin Ukrayna sorunu çerçevesinde ortaya koydukları stratejiler bütünü, Rusya'nın yeni kozlara ve yeni analitik tekniklere gereksinimini işaret etmektedir. Aynı gereklilik ABD/AB/İngiltere/ NATO için de geçerlidir.
Ukrayna sorunu Rusya ve rakiplerinin ekipman ve argüman eksikliklerini görmelerini sağlamış olmalıdır.
Rusya'nın ideolojik bir argümanı atması Batı dünyasını zorlamaktadır. Bu durumda "Batı içi" ve 'Batı dışı" olmak, Avrupa'lı olmamak veya olmak, anlamını yitirmektedir. Batılı olmak için verilen mücadele ideolojik değil, epistemolojiktir. Bilginin gücünü teslim etmektir. Batı ve Avrupa'yı askerî gücü değil, bilimsel, teknolojik, felsefî ve epistemolojik derinliği cazibe merkezi yapmıştır. Türkiye veya başka ülkelerin Avrupalı sayılıp sayılmaması dinsel ve coğrafi kıstaslarla ele alınıyorsa Batı'nın epistemolojik derinliğini ve üstünlüğünü yitirdiğini de saptamak elzemdir.
Son yıllarda Avrupa ve genel olarak Batı'nın küresel yaklaşımı askerî perspektif bazlı olmaktadır. Oysa Avrupa'yı rönesans ve reform hareketleri yani bilim ve teknoloji ileri fırlatmıştır, askerî gücü değil. Bilimsel ve teknolojik liderlik aklı da boyutlandırır. Akılla kazanılan epistemolojik derinlik insana verilen önem değer ve saygı ile anıtsal liderlikler üretir.
AB/ABD/NATO ve bileşenleri küresel statülerini devam ettirmek istiyorlarsa
savaş bazlı değil, epistemolojik, felsefî ve siyasal felsefe bazlı üretimlere ağırlık ve yoğunluk vermelidir. Bilimsel ve teknolojik üstünlüğün yanında felsefî ve epistemolojik ağırlığı daha da artırmak için bilek güreşi son çare olabilir.
Ulusların ve insanların epistemolojik kökenli tercihlerini Batı hayranlığı ve epistemolojik kölelik olarak değil de bilgi, bilim, teknoloji, akıl, felsefe ve insana duyulan saygı temelli olduğunu bilmek bilgeliktir. Batı ve insanlık bu bilgeliği kaybetmemelidir.
TT
Jeorealite ve stratejik epistemoloji
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة