Hasan Ebu Talib
TT

Hindistan: Demokraside yaşanan kriz ve artan şiddet!

1998 yazında, Al-Ahram’ın basın heyetiyle birlikte o sıra haziran ayında iki ardışık nükleer test gerçekleştiren Hindistan ve Pakistan'ı ziyaret ettim.
Heyet, Yeni Delhi’de ve çeşitli şehirlerde çok sayıda bakan, parti başkanı, devlet başkanı, prestijli araştırma merkezlerinde çalışan birçok araştırmacı ve uzmanla bir araya geldi.
Tanıştığımız herkes, Hint toplumunun dini, mezhepsel, entelektüel, ideolojik çeşitliliğinden ve bu toplumun, bağımsız Hindistan'ın kurucu babaları tarafından 1947'de hazırlanan laik anayasa çatısı altında gelişmekte olan demokratik modele sahip ülkede bir arada yaşadığından bahsediyordu.
Bir yerden başka bir yere intikalimizde bize eşlik eden parti mensubu olmayan ve herhangi bir yetkisi de bulunmayan kimseler için tablo o kadar da toz pembe değildi. Birkaç eyalette Hindu milliyetçisi gruplar ve Müslümanlar arasında ibadet yerleriyle ilgili nedenlerden kaynaklanan kavgalar ve çatışmalar vardı. Bu çatışmalar sırasında bir dizi Müslüman öldürülmüştü.
Bunlar arasından en meşhur olanı, 1992 yılında tarihi Babri Camii'nin Hindu radikaller tarafından, Rama’nın tapınağı üzerine inşa edildiği gerekçesiyle yıkılmasıydı. O zamanlar bu çatışmaların, ülkedeki genel eğilimi temsil etmeyen marjinal gruplar arasında yaşandığı söyleniyordu.
Hindistan'da olup bitenler ve son on yılda Hindistan'ı ziyaret eden arkadaşların anlattıklarıyla birlikte otuz yıl önce ortaya çıkan tablo değişti.
Hindu milliyetçiliği ile birlikte dini hoşgörüden ziyade mezhepçi şiddet tırmandı, milliyetçi sloganlar yükseldi. Aşırı sağı temsil eden örgütler arasında Rashtriya Swayamsevak Sangh, Vishva Hindu Parishad, Shiv Sena, Ulusal Gönüllüler Organizasyonu (RSS) ve Hindistan Halk Partisi (BJP) yer alıyor. Ayrıca BJP’nin ideolojisini temsil eden Hindutva kuruldu. Böylece Müslümanların maruz kaldıkları zulümler, yapılan resmi baskılar elem verici boyutlara ulaştı. Müslüman mahallelerine yönelik toplu katliamlar farklı eyaletlerde tekrarlandı. Bunlar arasından en korkunç ve şiddetli olanı ise, Şubat 2002'de Gucerat eyaletinde yer alan Ahmedabad şehrinde gerçekleşendi ki, burada Hindu bir topluluk Müslümanların yerleşim alanını bastı, Müslüman ailelerin yaşadığı evleri yaktı ve kadınlar ve çocuklar yanarak can verdiler.
Birçok çatışmada polis geç saatlere kadar gelmez, gelseler bile evlerini ve dükkanlarını koruyan Müslümanları tutuklardı. Bunun yanında yasal sınırların haricinde toplu ceza türleri yaygınlaştı. Yerel yetkililer, Hindularla yaşanan şiddet olaylarına katıldıkları gerekçesiyle ya da kendilerine ve dinlerine yönelik saldırıları protesto etmeleri sebebiyle Müslüman evlerini ve dükkanlarını buldozerlerle yıktılar. İki gün önce bir grup askerin Müslüman bir kadını yaka paça tutuklayıp götürdüklerini gösteren bir video yayınlandı. Gerekçeleri ise kadının iktidardaki yetkililerin son zamanlardaki Hz. Peygamber'e hakaret içerikli açıklamalarına itiraz etmesiydi. Hindu din adamları Brahmanlar, milyonlarca Müslüman'ın öldürülmesi çağrısında bulunan kitlesel toplantılar düzenliyorlar ve “Hindistan Hindularındır” sloganıyla ifade edilen nihai amaçlarına ulaşmak istiyorlar. Bu keşişler hiçbir resmi kınamayla karşılaşmıyorlar ya da hatta bazı resmi politikacılar onların çağrılarını öven açıklamalar yapıyorlar. Camiler ve bazı kiliseler sıklıkla “Müslümanlara ölüm!” sloganıyla kundaklanıyor.
Son on yılda Müslüman kadınlara yönelik tacizler garip ve skandal yaratacak bir şekilde yayıldı.
Müslüman kadınlar kendilerini Hindu radikaller tarafından yönetilen internet sitelerinde sanki bir köle pazarındaymış gibi satışa sunulmuş gibi buluyorlar. Dışarıdan ve içeriden yapılan itirazlarla her ne kadar buna son verilse de taciz ve suçlamalar durmadı.
Öyle ki Müslümanlar, Kovid-19 virüsünün yaymakla ve “aşk cihadı” adı altında Hindu kadınları din değiştirmeye zorlamak amacıyla evlilikle baştan çıkarmakla suçlandılar.
Benzer suçlamalar Hristiyanlara da yapıldı. Kendilerini inançlarının koruyucusu olarak gören ve kutsanan inekler için koruma grupları çoğaldı. İnek kestikleri, etlerini yedikleri, kapalı alanda tuttukları ya da bir yerden başka bir yere naklettikleri şüphesiyle cezalandırılanlar oldu. Bu, birçok eyalette Müslümanlara özel inek kesimine yasal olarak izin verilmesine rağmen yaşandı. Fakat bu gruplar için böyle bir şey asla kabul edilemez ve faillerinin derhal cezalandırılması gerekir. ABD ve Avrupa gazetelerinin yanı sıra uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan raporlar, Müslümanlara yönelik hakaret ve saldırıların günlük yaşamın bir parçası haline geldiğini gösteriyor.
Müslümanlara karşı ayrımcılık mevcut iktidar döneminde de devam etti. 25 binden fazla İslami ve insan hakları derneğinin izinleri iptal edildi, ‘Hindu altın çağı’ tarihinin eklendiği müfredatlardan İslami yönetim dönemi silindi, yüzlerce şehir, köy ve sokağın adı değiştirildi. Okul ve üniversite öğrencilerine başörtüsü yasağı gibi Müslümanların vatandaşlık haklarını doğrudan hedef alan bir dizi yasa çıkarıldı.
Müslümanları temsil eden kurum ve derneklere başvurulmaksızın evlilik yasalarında düzenlemeler yapıldı. Vatandaşlık ve nüfus kanunlarında, yüzbinlerce Müslümanın vatandaşlıktan çıkarılmasını amaçlayan değişiklikler yapıldı. Vatandaşlığı olmayan yaklaşık iki milyon kişi var. Hindistan İçişleri'ndeki üst düzey yetkililer, onlara başka ülkelere sığınmalarını tavsiye ediyor ya da bu kişiler elimin yazmaya varmadığı çeşitli durumlara maruz kalıyorlar.
Tüm bunlar, Hz. Peygamber’e (sav) ve İslam’ın sembollerine yönelik son zamanlarda yapılan düşmanca açıklamaların sahadaki karşılığıdır. İktidar partisinden üç yetkilinin bu açıklamaları, hem Hindistan içinden hem de dışından öfkeli tepkilere yol açtı. Bu açıklamalar, Müslümanlara karşı onlarca yıldır oluşan şiddet ve ayrımcılık ortamının bir ifadesidir. Bağımsız ve birleşik bir Hindistan, Hindu olmayan unsurlar içermemektedir. Burada çoğulculuk, hoşgörü, ötekini kabul etme ve farklıların bir arada yaşaması gibi kavramlara dayanan demokratik geleneklerin önemi yoktur. Onlar için önemli olan, Hindistan'ın ulusal kökenine bir dönüş ve Hindistan'da 1000 yıl süren İslami Babür yönetimi döneminin temsil ettiği tarihsel aşamaya bir son vermektir.
Burada istenen tek şey Müslümanların Hinduizm'e geçmeleri ya da barışçıl veya gönülsüz olarak burayı terk etmeleridir. Tarihi olarak meşhur Hint demokrasisi geçmişte kaldı.
Hindistanlılar arasında eşitlik, büyük krizlerle karşı karşıyadır.