Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Türkiye seçimleri: Erdoğan mı kazanacak, muhalefet mi?

Bugünlerde Türkiye'yi ziyaret edenler sokaklarda veya binalarda asılı pankartlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın veya muhalefet liderinin afişlerini göremeyebilir ama bunların yokluğu bir aldatmaca gibi, çünkü altında ihtilafları ve toplumsal çatlakları gizliyor. İnsanların söylediklerini dinlediğinizde, 2023 seçimlerinden sonra Türkiye'yi kimin yöneteceği konusunda Türk toplumundaki bölünmüşlüğün derinliği hemen fark ediliyor. Beni liberalliği ile tanınan Şişli bölgesine götüren taksici, Avrupa'nın en iyi ürünleriyle dolu mağazaları ve lüks kafeleri izlediğimi fark edince şöyle dedi: “Bu bölgenin insanları Erdoğan'a karşı, bizim gibi değil.” Taksici doğu Türk yaşamından ziyade Avrupai yaşama daha yakın olduklarını kastediyordu ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Milyonlarca insan Erdoğan'ın yanında, milyonlarcası da ona karşı ama o kazanacak." Türk aydınları bile Türk toplumundaki siyasi, kültürel ve tarihsel bölünmenin boyutunun farkında. Bu gerçek, Türkiye'nin geleceği için büyük bir meydan okumayı temsil ediyor, çünkü herhangi bir tarafın zaferi, salt bir iktidarın devamı ya da değişimi değil, ülkeyi kaybeden tarafın istemediği veya kabul etmediği farklı bir yöne yöneltmek anlamına geliyor. Böylece demokratik süreç, daha iyi bir geleceğe değil, bilinmeyene açılan bir kapıya dönüşüyor.
Zor bir ekonomik durum, ciddi uluslararası kavşaklar ve siyasi geleceği için çok önemli olan seçimler ile karşı karşıya olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu gerçeğin, başta orta sınıf ve işçi sınıfı olmak üzere Türk toplumunun tüm sınıflarını tüketen ekonomik kriz nedeniyle muhalefetin artan gücünün farkında. Bu farkındalık ile Erdoğan, muhalefetin ekonomi üzerinden puan kazanmaması için bizzat ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun TBMM'de milletvekili olduğu İzmir'den, gelecek seçimlerin 23 Haziran 2023'te yapılacağını ve kendisinin Cumhur İttifakı’nın resmi adayı olduğunu duyurdu. Bu duyuru muhalefete doğrudan bir meydan okuma, adayını belirlemesi için doğrudan bir çağrıydı. Ancak muhalefetin kendi arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle adayını belirlemesi mümkün görünmüyor.
Türk muhalefeti, Erdoğan'ı iktidardan uzaklaştırmak dışında hiçbir konuda anlaşmış değil. Bu anlaşmazlık, düzeltilmediği takdirde Erdoğan'ın iktidarda kalması için doğrudan bir neden olacak gibi görünüyor. Muhalefetin sorunu, İslamcı, laik, milliyetçi ve Kürt olmak üzere üç güçten oluşması, hepsinin çelişkili yönelimlerinin olması. Tek platformda birleşmelerinin zorluğu ve birleşseler dahi toplumdaki mevcut bölünmeyi tedavi edecek, bozulan ekonomiyi ve bunalımlı dış politikayı kurtaracak ortak bir program geliştirememeleri. Muhalefetin içinde bulunduğu krizin derinliğine örnek verecek olursak; MHP’den ayrılan ve iyi bir popülariteye sahip olan İYİ Parti’nin tabanı ne Kürtlerle ne de azınlıklarla ittifakı sindiremiyor. Partinin önemli bir ismi olan İbrahim Halil Oral, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'a karşı aday olmasının Alevi olduğu için Sünni çoğunluk tarafından hoş karşılanmayacağını açıkladı. AK Parti’den ayrılan ve eski başbakan Ahmet Davutoğlu ile eski maliye bakanı Ali Babacan'ın liderliğini yaptığı İslamcı partiler ile Erbakan çizgisini temsil eden Saadet Partisi, tabanlarının nihayetinde liberal, milliyetçi veya laik bir adayı desteklemeyeceğini ve İslamcı değilse muhalefetin adayını Erdoğan'a tercih etmeyeceğini biliyorlar. Bu bir sır değil. Dahası, Saadet Partisi'ne yakın kişiler özel sohbetlerinde bunu dillendiriliyor ve seçimlerin ikinci tura kalması halinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'a oy vereceklerini söylüyorlar. Binaenaleyh ne CHP ne de diğerleri tek başlarına Erdoğan'ı yenebilecek güçte değil. Keza birleşip ortak bir platform da oluşturamıyorlar. Erdoğan'a meydan okuyabilecek liderlik özelliklerine sahip ortak bir aday sunamıyorlar.
Muhalefeti endişelendiren şey, Erdoğan'ın devlet aygıtını kontrol etmesi, Yunanistan ile gerilim ve Ege adaları, Doğu Akdeniz gibi siyasi dosyalarda krizler üreterek, bunları Türkiye için bir milli güvenlik meselesine dönüştürme gücüne sahip olması. Yahut Suriye’nin kuzeyinde yeni bir operasyon düzenleyip, Suriyeli mültecileri Türkiye’den Suriye sınırına nakletmeyi sağlayacak bir ortam yaratma ve böylece muhalefetin kendisine karşı kullandığı Suriyeli sığınmacılar kartından kurtulabilme kudretinde olması. NATO ile İsveç ve Finlandiya'nın katılımı konusundaki anlaşmazlığı tırmandırarak seçim kampanyasında kullanmak üzere tavizler elde etmesi. Muhalefet tüm bu krizlerden korkuyor, çünkü Erdoğan’ın kitleleri coşturmak ve muhalefeti de buna katılmaya zorlamak için kullanacağı popülist bir karta dönüşebilirler. Bu nedenle muhalefet, Erdoğan'ı zayıflatacak ve popülaritesini baltalayacak tek kartın ekonomi olduğunun farkında.
Bir Türk vatandaşının Erdoğan'ın partisinden bir yetkiliye tepkisi ekonomiye yönelik öfkenin derinliğini ortaya koydu. Vatandaş, bir esnaf olarak ‘mutlu olmadığını ve AK Parti’li yetkililerin bunu yüzde 99 oranında bildiğini’ söyleyerek, partinin performansını ‘esnaf için yıkıcı’ olarak nitelendirdi. Bu tepki, her zaman bu esnaf sınıfına bel bağlayan Erdoğan'ın partisinin yaşadığı krizi yansıtıyor. Bu pozisyon, yaklaşan seçimlerde bu sınıfın kendisine oy vermeyeceğinin bir göstergesi. Ancak muhalefetin sorunu, sadece sözlü muhalefet ile yetinmesi ve özellikle küresel ekonomik kriz konusunda, insanların kendisine olan güvenini yeniden tesis edecek alternatif bir programı olmaması. Muhalefet ideolojik anlaşmazlıkları nedeniyle bir program oluşturamıyor ve bu da onun için ciddi bir gediği temsil ediyor.
Siyasi gerçekliğin bu resmi Türkiye için iyiye işaret değil, çünkü ülke beklenen seçimlerin sonucunu belirleyici olarak değil, var olan krizi derinleştirici olarak görecek. Muhalefet kampı, Erdoğan'ın iktidarda kalmasını, kendisi ve Türkiye için büyük bir tehlike olarak görüyor. Erdoğan'ın iktidarda kalmasının Türkiye'nin çehresini sonsuza dek değiştireceğine, muhaliflerin kendi yurtlarında dışlanacaklarına ve yabancılaşacaklarına inanıyor. Öte yandan Erdoğan'ın kampı, muhalefetin zaferinin Türkiye'yi değiştireceğine, Osmanlı emellerini öldüreceğine, bölgesel ve uluslararası rolünü küçülteceğine inanıyor. Bu derin bölünme, iki kampın her birinin diğerini reddetmesine ve meşruiyetini tanımamasına neden olacaktır. Böylece seçimler, anlaşmazlıkları ortadan kaldırma aracı olmaktan çıkıp, tüm tehlikeli ve beklenmedik olasılıklara açık bir kapıya dönüşmektedir.