Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Ekoterapi: Doğayla terapi olmak

İnsan için her şey stres, sorun, kaygı ve depresyon kaynağı olmaya başlamıştır, İnsanlar, ailelerinden, işlerinden, şehirlerinden, çocuklarından, eğitimlerinden, isteklerinden, düşüncelerinden, kısacası her şeyden bunalmaktadırlar. İnsanın her şeyden bunaldığı bir insanlık durumunda insanlığı sağaltan, iyileştiren ve normalleştiren tek kaynak, doğadır. İnsanların yapmış olduğu ekolojik kıyıma ve kırıma rağmen, doğa insanı iyileştirmeye devam etmektedir.
Doğanın terapisi ekoterapi veya yeşil terapi olarak bilinmektedir. Ekoterapi, insanın doğayla ve canlılar dünyasıyla kurduğu ilişkisi konusundaki bakış açısını değiştirmesini zorunlu kılmaktadır. Ruhen ve bedenen biz, kainattayalnız başına izole bir şekilde var olan bir varlık değiliz. İnsanlar, kainattaki hayat ağının bir parçasıdırlar ve biz diğer canlılara bağlı olarak hayatımızı sürdürmekteyiz. Kainattaki her şey ve herkes birbiriyle ilgili ve ilişkilidir. Ekoterapi, kainattaki bütün canlılarla, daha doğrusu hayatla ilişkili ve ilgili olduğumuz bilincini, benliğini ve beraberliğini kazandırmaktadır. Kainatta biz diğer benlerle birlikte ve beraber bir bütün olarak hayatı oluşturuyoruz. Doğayla, canlılarla ve hayatla ilişkimizi duygu, düşünce ve davranış düzeyinde yeniden keşfetme imkanlarını sunan ekoterapi, insanın aslına  dönüş yoludur.
Kendi kendini düzeltme ve doğrultma kapasitesine sahip doğa, kendi içindeki denge ve uyum mekanizmalarıyla kendisini sürekli olarak yenilemektedir. Doğayla uyumlu ilişkiler, ilgiler ve etkileşimler içinde olduğu sürece insan, bireysel, zihinsel ve sosyal iylik durumunu koruyabilmektedir. Bireysel, zihinsel ve sosyal dengesini yitiren ve çılgınlaşan insan, bugün doğayı yıkmaya, yağmalamaya ve talan etmeye doymamaktadır. Doğayı sınırsız rant ve yağma kaynağı gören çılgın insan, kendisiyle beraber doğanında iyilik halini ve dengesini yok etmektedir.  Doğa, insanın fetihle elde ettiği bir ganimet değildir. Fetihçi ve ganimetçi bir saplantıyla doğaya bakmak, yaklaşmak ve onu yıkmak, çılgınlığın zirvesini oluşturmaktadır. Doğa, ganimet değildir. Doğa biziz, sensin, benim, hepimiziz. Kendimizi doğada konumlandırmak, doğa içinde bir benliğe, bilince ve değere sahip olduğunu düşünmek ve bu düşünce ışığında bir yaşam stili oluşturmak iyileştirici, geliştirici ve olgunlaştırıcı bir yaklaşımdır.
Doğaya bağlı olan bizler, doğadan etkileniyoruz. Doğa, mutluluğumuz, hastalığımız, sevincimiz, huzurumuz, kaygımız, kısacası her şeyimiz olabiliyor. Zihinsel tükenmişliğimizi doğa içinde yürüyerek ve vakit geçirerek  giderebiliyoruz. Bedenimiz, doğa içinde yaptığı hareketlerle nefes almaktadır. Kızgınlık, öfke, nefret, tükenmişlik ve şiddet duygularımız doğada buharlaşmaktadır. Doğa, bedenimizi, ruhumuzu ve zihnimizi yenilemekte, canlandırmakta ve hayata döndürmektedir.
İnsan yapımı mekanik seslerin çıkardığı gürültü, bizi bunaltmaktadır. Büyük paralar vererek sahip olmaya çalıştığımız arabaların trafikteki gürültüsü ve kirliliği, ruh ve zihin sağlığımızı bozmaktadır. Yaprak hışırtıları, muhteşem çiçek kokuları, su sesi ve kuş ötüşleri ruhumuzu serinletmekte, içimizde sıcak, coşkulu ve tutkulu meltemler estirmektedir.
Doğa, bize iyilik, güzellik ve doğruluk sunma konusunda sınırsız derecede cömerttir. Kendisine bir bakış attığımızda bile, doğa hemen içimize doğmaktadır. Penceremizi açıp dışarıda bir ağaca baktığımızda bile içimiz huzurla dolmaktadır. Doğa, en asli mutluluk, huzur ve kurtuluş kaynağımızdır.Charles Baudelaire doğayı şöyle anlatmaktadır:” Bir tapınaktır doğa, sütunları canlı/Anlaşılmaz sözler duyulur zaman zaman/Sembol ormanları içinden geçer insan/Tanıdık bakışlar süzer gibidir sizi/Bir derin, bir karanlık birlik içinde/Aydınlık kadar sonsuz, gece kadar geniş/Uzaktan söyleşen uzun yankılar gibi/Renkler, sesler, kokular karışır birbirine/Kokular vardır çocuk tenlerinden taze/Obua sesinden tatlı, çayır gibi yeşil/Kokular da vardır azgın, zengin, gürül gürül/İnsana sonsuz şeylerin tadını veren/Misk, amber, aselbent, buhur gibi kokular/Duyuları, düşünceyi alıp götüren.”Dolu dolu bir hayat yaşamanın yolu doğadan geçmektedir. Doğa sayesinde hayattan zevk alabilir, yaptıklarımız bizi tatmin edebilir ve iyilik halimizi koruyabiliriz. Yeşilin olduğu her yerde hayat, huzur ve sağlık vardır. Doğa, zaman ve mekan sınırı olmadan bize aktif huzur sağlayan psikoterapistimiz olarak bizimledir. Doğanın zevklerinden, güzelliklerinden ve keyiflerinden yararlanmak için kendimizi doğanın bir parçası olarak diğer varlıklarla ilgili ve ilişkili görmemiz gerekmektedir. Doğayla varoluşsal ilişki ve ilgi kurmamız, ruhen, bedenen ve zihnen bize iyi gelecektir.
Doğa sayesinde daha keyifli yaşayan, hayattan lezzet alan ve yüreğinin peşinden giden kişiler haline gelmekteyiz. Doğa yaratıcılığımızı ve üretkenliğimizi arttırmaktadır. Problemler karşısında bunalmak yerine problemleri çözerek yolumuza devam etmemizi öğreten doğadır. Doğada özgürce ve sınırsızca istediğimiz hareketi yaparak  duygularımızı ve düşüncelerimizi serbest bırakabiliriz. Doğa, bizi dört duvar arasına hapsetmemektedir. Duvarsız ve sınırsız bir yuvayı, yatağı, yastığı doğada bulmaktayız. Kendimizi dinleyerek,  diğer canlılarla ilişki kurarak  kendimizin ve diğer varlıkların değerini ve önemini anlayabiliriz. Doğada, aşağılık hiçbir varlık ve hiçbir şey yoktur. Doğa, bizi değerli kılmaktadır. Bir gruba, hizbe, külte, yapıya  hapis olmak yerine  doğayla ilişki kurarak aidiyet ve benlik  sahibi olma ihtiyacımızı özgür ve doğal bir şekilde  karşılayabiliriz.