Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Sadr’ın İran'a başkaldırısı, Humeynizm ve Hamaney'in yenilgisi

Irak, tarihin uzak ve yakın dönemlerinde olduğu gibi, bu bölgenin ve okyanustan Körfez’e kadar Arap dünyasının merkezinde bulunduğu tüm Ortadoğu'nun köşe taşıdır. Bu nedenle Irak’ta olup bitenler bütün bölgeyi ilgilendirir. Dahası Irak’ın stratejik konumu gereği büyük bir petrol rezervuarı, geçmişte, bugün ve kıyamete kadar temel bir Arap referansı oluşturduğu da söylenebilir.
Dolayısıyla, yukarıda bahsettiklerimiz, İran'ın ister geçmiş isterse bugün olsun, tüm dönem ve çağlarda Arap dünyasının bu stratejik bölgesine “işgalci” kanadını uzatmaya çabaladığını ve halen de bu çabasını sürdürdüğünü yinelemek için gerekli ve zorunlu bir başlangıçtır. İran’ın bu emelleri tarihin uzak ve yakın dönemlerinde ve çağlarında ve tabii ki şimdiye kadarki dönemde kesintisiz ve aralıksız biçimde sürdü.
Bu noktada kastedilenin, Pers zamanından başlayıp Humeyni ve Hamaney dönemine kadar birbirini izleyen İran rejimlerinin yakın ve uzak tüm tarihi evrelerde ve çağlarda Irak’a karşı işgal ve ilhak emellerine sahip olduğunu belirtmeli, dahası vurgulamalıyız. Bununla birlikte, birinci, ikinci ve belki de üçüncü kez büyük İran halkının kardeş olduğunun, bölgenin tüm tarihi boyunca Arap ve İran medeniyetlerinin iç içe geçtiğinin, kardeş kanlarının birbirine karıştığının altını da çizmeliyiz.
Elbette Irak ve onunla birlikte tüm Arap dünyasının bazı bölgelerinde birbirini takip yönetimler arasında İran rejiminin aktif takipçileri de vardı. Mevcut statüko böyle ve Veliyy-i Fakih adı verilen İran rejiminin Arap işlerine müdahalesi tüm sınırları aştı. Artık bunu kabullenmek ve tahammül etmek mümkün değil.
Buna karşılık tarihin uzak ve yakın dönemleri boyunca olduğu gibi; yakın zamanda da Irak’ta gerçekten ilham verici ve büyük bir lider ortaya çıktı. Bu lider sadece dost değil, aynı zamanda kardeş ve ondan da öte İran halkının çoğunluğunun “haydut devlet” dönemi olarak nitelendirdiği bir zamanda ister siyah ister beyaz İranlı sarıklıların, Veliyy-i Fakih devletinin iradesine boyun eğmeyi reddeden Mukteda es-Sadr’dır.
Bu noktada yukarıda bahsedilen ve atıfta bulunulan İran rejiminin haydut olduğu görüşünün, bir Arap görüşü olmadığını vurgulamalıyız. Ne Arap ne de Arap olmayan hiçbir devletin ne yakın ne de uzak başka bir devletin iç işlerine karışma hakkının bulunmadığı, dolayısıyla İran'ın da Arap iç meselelerine karışmaya hakkı olmadığından hareketle, İran halkının çoğunlunun ve ekseriyetinin görüşü olduğunun altını çizmeliyiz. İran’ın birçok Arap ülkesinin iç işlerine açıkça müdahale ettiği herkes tarafından kesin olarak biliniyor.
İran, kendisine "Veliyy-i Fakih Devleti" diyor. Ama burada bahsi geçenin gerçekten veli ve fakih olup olmadığını bir Allah bir de uzun ve sayısız incelemeler ve deneyimler yoluyla İran’ın bu koşullarını yakından tanıyanlar biliyor.
Kasten bilmek istemeyenler dışında bilindiği gibi bazılarının “kardeş” olarak nitelendirdikleri (bir kez daha Araplar için gerçekten kardeş olan İran halkının istisna olduğunu vurgulayalım) inatla Arapların iç işlerine müdahale ettiler. İşgalci güçlerini Umman Denizi'ni aşarak bazı komşu Arap bölgelerini işgal etmek; evet haksız bir şekilde işgal etmek için gönderdiler.
İran gerek Şah zamanında gerekse Veliyy-i Fakih döneminde Arap Körfezi'nin hem stratejik hem de ekonomik öneminin farkında olduğundan, ilk önce Arap “Ahvaz” bölgesini işgal etti. Ardından Veliyy-i Fakih devleti döneminde işgalini genişletmeye girişti. İslam Cumhuriyeti, Arap Körfezi’nin bazı bölgelerine el koymanın yanı sıra geçmişte bilindiği gibi bazı Arap Körfez ülkelerinin iç işlerine müdahalede bulunmayı, BAE’nin üç adasını (Büyük Tunb, Küçük Tunb ve Ebu Musa) işgal etmeyi en önemli siyasal, güvenlik ve stratejik sabitelerinden biri haline getirdi.
İşgalci İran kuvvetlerinin Umman Denizi'ni aştığı ve batı yakasındaki “stratejik” kısımların kontrolünü ele geçirdiği kesin olarak biliniyor. Keza güç dengesinin İran'ın lehine olduğunu söyleyenler olsa da cesur bir Arap direnişi, Suudi Arabistan, BAE ve diğer Körfez ülkeleri gibi ülkelerinin temsil ettiği cesur ve etkili bir Arap karşı çıkışının olduğu da malum. Bu ülkeler direnmeye, karşı koymaya, Veliyy-i Fakih’in çabalarını boşa çıkarmaya muktedir olduklarını kanıtladılar. Kanıtlamayı da sürdürüyorlar...
"Humeynizm" ve "Hameneyizm" İranı’nın bu bölgede bazı atılımlar gerçekleştirdiğine, bir dizi Arap bölgesini kontrol altına aldığına, Kızıldeniz’in pratikte ve fiilen kendi denizi haline geldiğine, Babul Mendeb Boğazı, Umman Denizi ve bazı Körfez bölgelerine uzandığını iddia ettiğine şüphe yok.
Sonuç olarak İran bütün bunları sürdürdükçe bir son olmayacağı da açık. Karşısında fiili, kapsamlı ve gerçek bir Arap karşı duruşu olmalı. Nitekim böyle bir duruş artık başladı. Karşı duruş bayrağı, hakikaten ve fiilen Suudi Arabistan başta olmak üzere birçok Körfez ülkesi, onlarla birlikte ve yanlarında olan tüm kardeş ülkeler tarafından yükseltildi.