Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Beyrut: Mağlup bir başkentten ilginç anılar

Şarku’l Avsat tarafından dün (Pazar) yayınlanan Saib Selam'ın anılarının ikinci bölümü, 1982 Lübnan yazının anılarını hatırlattı bana.
Keskinliği, dehşeti ve sonuçlarıyla kılıç gibi keskin tatlı bir yazdı. İstisnai, Lübnan'da yaşananları ve Filistin meselesini kendisinde uzun süre durmadan okumanın mümkün olmadığı bir duraktı.
Sahneleri emsalsizdi ve dayanma gücünün çok üzerindeydi.
İsrail tanklarının ilk Arap başkentini kuşatması ve ardından onu ele geçirmesi sahnesi…
Hava saldırıları ve top ateşi altında kanayan bir şehirde Yaser Arafat'ın inat eden o Arap kefiyeli sahnesi.
Arafat'ın “en uzun Arap-İsrail savaşı” dediği savaşı sürdürmesi, ardından kara yoluyla Suriye'ye gitmeyi reddederek deniz yoluyla şehirden ayrılış sahnesi.
Parlamentonun Beşir Cemayel'i cumhurbaşkanı olarak seçmesi, ancak seçilen Cumhurbaşkanı’nın daha dizginleri devralmadan önce mezarına konulması sahnesi. Daha az acımasız bir gelecek umuduyla yaralarını sarmadan inat eden ve direnen Beyrut sahnesi.
Kaderlerin çizildiği bir yazdı. Arafat ayrılırken zafer işareti yapıyordu, ancak FKÖ Arap-İsrail temas hattındaki son mevzisini de kaybetmişti. Bu kayıp, daha sonra FKÖ’nün Madrid'e ve ardından Oslo'ya gitmeyi kabul etmesinin önemli bir nedeni olacaktı.
Beşir Cemayel suikasta kurban gidecek ve varisleri arasında bir kavga ve çekişme patlak verecekti. Varisleri arasında on yıllar sonra başka bir yöne yelken açmadan önce Beşir'e ve politikalarına büyük hayranlık duyan ve o dönem bir subay olan şu anki Cumhurbaşkanı Mişel Avn da vardı. Lübnan daha sonra "Cebel Savaşı", "Kamplar Savaşı", "Generalin Savaşları" ve daha nice savaşların uğultusunda parçalanacaktı.
Kaderlerin çizildiği o yazda; Irak ile savaşına saplanmış İran, Mısır'ın yokluğundan ve Suriye'nin Beyrut'tan çıkışından yararlanarak Lübnan yazı fırsatını değerlendirecekti. Daha sonra Lübnan'ın ve birden fazla Arap ülkesinin kaderine damgasını vuracak olan Hizbullah doğacaktı.
Kaderlerin çizildiği o yazda; Beyrut, birçok kişiyle girişilen tartışmalardan sonra acısını küçültmekte önemli bir rol oynayan Saib Selam adlı eski bir Beyrut ağacına yönelmişti.
Büyük aşağılanma sezonunu yaşamadan bu dünyadan ayrıldığı için Saib Selam şanslı. Açlığını dindirmek için çöpleri karıştıran bir Lübnanlı görmedi. Dükkanların önünde annelerin yaşadığı kırgınlıkları, elektrik kesintisinden kaynaklanan karanlık ile politikacıların karanlığı arasında dalgalanan başkenti görmedi.
En yetenekli mafyaların ve organize suç çetelerinin gerçekleştiremeyecekleri vatandaşların mevduatlarını çalma eylemi ile perişan olmadı. Kurumların çözülmesine, bağların kopmasına, devletin dağılmasına, sakinlerinin açıklamalarına rağmen boş olan saraylara tanık olmadı. Şehirden ruhunu çekip alma planlarını nasıl tamamladıklarını, gençlerden boşalan evleri, üniversitelerin, hastanelerin, otellerin ölümünü, tüm umut pencerelerinin kapandığını görmedi.
"Ölüm botlarından" dökülen ve denizin dibinde yatan cesetler hakkında bir şey duymadı. Büyücülerin ve palyaçoların hilelerini ve numaralarını tekrar etmeye devam ettiklerini görmedi.
Lübnan’ın Uluslararası Para Fonu'ndan dilenmek için gereken şartları bile yerine getiremeyen unutulmuş bir adaya dönüşümünü görmedi.
Saib Selam şanslı. “Kadim Beyrutlu” unvanını hak ettiği tüm unvanlara tercih eden birisi olarak bu günleri yaşasaydı ne kadar acı çekeceğini hayal edebiliyoruz.
Saib Selam 1905 yılında doğdu ve içinde bulunduğumuz yüzyılın başında aramızdan ayrıldı. Lübnan adlı heyecan verici ve üzücü hikâyenin önemli bir ortağı ve tanığıydı.
Hayatının ilk 13 yılını Osmanlı idaresinde geçirdi. Fransız mandası günlerini yaşadı ve bağımsızlık savaşına katıldı. Dört dönem başbakanlık yaptı. Hükümet ve parlamento dışında ise, köklü evlerinden birinde doğduğu başkentin nabzını tutan bir lider oldu.
Samimi, dürüst ve cüretkâr tutumları, Lübnan ailesi içinde zora başvurmanın zararlarını deneyimledikten sonra herkese uzattığı eli, sabrı ve bağışlayıcılığı ile şehrin sembollerinden biri olduğunu söylersek mübalağa etmiş olmayız. Günler, onun, makamlarından ve unvanlarından daha büyük bir avuç adamdan biri olduğunu gösterdi. Anavatanın menfaatinin kendisine karşı çıkmayı gerektirdiğini düşündüğünde, hâkim rüzgarlara karşı çıkmaktan çekinmedi. Başbakanlığın kendisi için zayıflığı ya da dikteleri kabul etmeyi meşrulaştıran bir saplantıya dönüşmesine izin vermedi. Makamlar, mevkiler ve güvenlik için yalvarmanın yaygın bir alışkanlık haline geldiği gün, buna boyun eğmek yerine sürgünü tercih etti. Sonra kaderlerin emanet edildiği bilgeliğine tutunarak geri döndü.
Gazeteci, röportaj yaptığı bazı şahsiyetlerden kitaplardan öğreneceğinden çok daha fazlasını öğrenir. Derin deneyimlerin kütüphanelerin raflarına ulaşması uzun sürer.
Saib Selam, pozisyonları, başarıları ve başarısızlıklarıyla Lübnan’ın hikayesinin yazılı olduğu bir defter gibiydi.
Zor bir hikâye çünkü Lübnan, mezhepleri ve bölgeleri arasındaki zor bir tarihten doğdu.
Selam, kendisiyle yaptığım bir röportajda, gençliğinde, Lübnan adında bir oluşum icat etmek için Suriye'ye ait bölgelerin Cebel-i Lübnan’a ilhak edilmesiyle doğan “Büyük Lübnan” deklare edildiğinde, mensubu olduğu mezhebin üyelerinin çoğunluğu gibi bunu reddettiğini açıkça ifade etmekten çekinmemişti.
Ancak Lübnan’ın doğuşuna katıldıktan sonra kendisinden daha Lübnanlı birinin olabileceğini kabul etmeyeceğini belirtmekten de kaçınmamıştı.
Saib Selam'a benimsediği ve Lübnan tarihinin en ünlüleri olan sloganlarını sorduğumda şöyle yanıt vermişti:
“Bana sloganlar sahibi diyorlar. Gerçek şu ki, sloganlar deneyim ve tecrübenin meyvesidir. ‘İki Lübnan değil, tek Lübnan’ sloganını benimsediğimde yanılmış mıydım? Bölünmüş bir Lübnan'ın yaşama ve var olmayı sürdürme imkânı yoktur. "Anlamak ve uzlaşmak"tan bahsettim. Her taraf, anlamaktan uzlaşıya geçebilmek için diğer tarafın endişelerini ve korkularına kulak vermelidir. Taraflı ve radikal kişiler karar mekanizmasını ele geçirdiklerinde Lübnan’ın başına neler geldi? 1958 devriminden sonra "Ne kazanan ne kaybeden" sloganını yükseltmiştim. Merhum Kemal Canbolat'ın beni bunun için çok eleştirdiğini hatırlıyorum. Deneyimler, taraflardan birinin galip, diğerinin mağlup olduğunu hissettiğinde Lübnan'ın temellerinin sarsıldığını göstermedi mi? Lübnan'ın yapısı hassastır ve partnerinize boyun eğdiremezsinin çünkü o zaman onun varlığının gerekçelerini ortadan kaldırırsınız. Evlatlarından bir grup, ne zaman içerideki ortağını dizginlemek için yurtdışından destek ve güç almaya çalıştığında Lübnan'ın sarsılır, radikalizm Lübnan’ın doğasına aykırıdır.”
Selam, “Lübnanlıların devleti aralarında paylaşmak ve yağmalamak yerine onda buluşmaları gerektiğini” vurguladı.
Anlattığına göre İsrail'in Beyrut kuşatması sırasında Yaser Arafat'a silah ve para gibi direniş ve dayanma unsurlarını sorduğunda, Filistin lideri, Lübnan Merkez Bankası'nın kasalarını açmaya hazır olduğunu ve paranın daha sonra iade edilebileceğini ifade etmiş. Ama kendisi buna güçlü ve net bir şekilde karşı çıkmış.