Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Uzmanlık mı yoksa uzmanın otoritesi mi?

Bu makalenin konusu, bu günlerde sıkça sorulan ve uygun cevabı olmayan bir soru. Bu sorunun içeriği ise şöyle: Herkesin din konularını tartışması doğru mudur? Din ilmi mühendislik, tıp, edebiyat ve tarih gibi uzmanlık gerektiren bir alan değil midir? Bu, kendi alanını her arif ve yarı bilgili kişiye açık olarak görmekte zorlanan vaizlerin dillerinde sıklıkla tekrarlanan bir soru.
Tam olarak ne oluyor? Bu çağın insanı neden dine atfedilen tutum ve düşünceleri eleştirmek istiyor? Bu eleştiriyi ortaya çıkaran nedir?
Uzmanlık fikrinin başka bir sorunu gizleyen bir maske olduğunu düşünüyorum. Gizleneni, ancak sözün zahiri anlamının ötesine geçip arkasında ne olduğunu araştırırsak anlayabiliriz. Amaç, ‘söyleyenin niyetini’ aramak değil, sözü yorumlamaktır. İlk adımımız, ifadenin kısıtlamasından kurtulmak ve söyleyenin olası endişeleri hakkında düşünmektir. Yani: Sorunun nedeni nedir ve sorgulayan ne arıyor?
Gördüğüm şey, sebebin, iki zaman veya iki düşünce sistemi arasındaki boşluğu kapatamamak olduğudur: İlkini yönlendirme dönemi olarak adlandırabiliriz, yani bilginin neredeyse tamamının din ilmiyle uğraşanlar ile çevrelerindeki birkaç kişi arasında hapsolduğu, halkın geri kalanının ise okuma yazma bilmeyen veya yarı okuryazar olduğu dönem diyebiliriz. O zamanlar bilgi, sahibine bir tür etki ya da güç veriyordu. Kendi sözlerinin Allah'ın, peygamberlerin ve imamların sözleriyle aynı olduğunu, kimsenin ona karşı çıkmayacağını öne sürebilirdi. O zamanki mevcut gelenek, insanların kendilerine söyleneni kabul etmeleriydi, çünkü bilgi isteyenler için tek pencere buydu.
Sonra zaman geçti, okullar ve bilgi kaynakları halkın istifadesine açıldı. Böylece dini bilgiler kaynaklarından öğrenilebilir veya başka ilmi kurallarla muhakeme edilebilir hale geldi. Geçmişte fakihlerden biri, örneğin Allah'ın dünyayı ‘denizde bir balinanın üzerine yarattığını ve denizi, düz bir öküz boynuzu tarafından taşınan bir kayanın üzerine yerleştirdiğini’ söyleyebilir, insanlar da onu şaşkınlıkla dinlerdi. Hatta bilgisi karşısında hayranlıkla kafalarını sallarlardı. Fakat bugün, dinleyicilerden bir kısmının böylesi söylemleri inkâr etmesi, hatta bunlarla alay etmesi muhtemeldir. Böylece fakih, açıklamalar yapmak ve olasılıklar sunmak zorunda kalacak, ancak hiç kimse sözlerini ciddiye almayacaktır. O halde, yönlendirme döneminden tartışma dönemine geçtiğimizi söyleyebiliriz.
Ancak bu sadece bilginin iletilme şekli ile ilgili değildir. Ayrıca benlik saygısı ve sosyal otoriteler (veya referans şahsiyetler) ile aralarındaki mesafe farkı var. Bilginin sınırlandırılması, nüfuzun veya sosyal gücün sınırlandırılmasını sağladı. Bilgi yayıldığında, artık iktidarın veya nüfuzun kurulmasına izin veren bir farklılık kalmadı. Genel halk artık kendilerine uygun olan bilgi türünü ve başkalarıyla olan ilişkilerinin doğasını seçebilir. Bu nedenle, insanların ilişkilerinin gönüllü sözleşmeli (belki de genellikle geçici) olarak nitelendirildiği yeni bir çağdan bahsediyoruz.
Resmin şimdi daha net halde geldiğini düşünüyorum. Sadece başka bir sorun için bir maske olan uzmanlaşma hakkında konuşmak, tartışmanın her iki tarafı için de belirsiz olabilir. Bu sorun, yönlendirme çerçevesinde kurulan iktidar ilişkisinin, çağın değişmesi ve bunu zorunlu kıldığı kültürel durumun ortadan kalkması nedeniyle çökmesidir. Uzmanlaşmadan bahseden kişi -aslında- kendisine bir tür yetki veren eski ilişkiyi talep eder. Tartışan kişi ise bu hiyerarşiyi reddeder. Kendisinin de fikir oluşturmada eşit ve ortak olmasını yani ilişkide ikinci tarafla eşit olmayı ister.
Analizi mantıksal sonuçlarına götürürsek, dini çerçeve içinde eleştiri yapanların veya akıl dışı fikir ve uygulamalarla dalga geçenlerin, kapalı ya da esnek olmayan toplumsal gücü tesis eden dini ya da kültürel gerekçeyi reddettiklerini söyleyebiliriz. O halde mesele, bilginin kendisi değil, onun toplumsal hiyerarşideki tezahürleridir.