Muhammed el-Arabi
Mısır Eski Dışişleri Bakanı
TT

Büyük ülkelerin rekabeti, barışı ve güvenliği tehdit ediyor

İkinci Dünya Savaşı (1939 - 1945) sırasında birçok ülkeyi etkileyen çatışmaların seslerinin kesilmesinin üzerinden 77 yıl geçti. Buna rağmen bu küresel çatışmadaki ‘muzaffer teori’nin yansımalarının uluslararası barış ve güvenlik sahnesindeki etkileri günümüzde halen devam ediyor.
Halihazırda 193 ülkeye kucak açan ‘Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü’nün kuruluş amacının, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasından sorumlu bir taraf olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) bağlı siyasi bir proje inşa etmek olduğu bir gerçek. Ancak, Konsey'in daimi üyelerinin (ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa) elindeki veto yetkisinin devam etmesi, BM örgütünün değerini ve demokratikliğini kaybetmesine neden oldu. Bu uluslararası kurumların hedeflerini gösteren pusulanın kaybolduğunu ve rollerinin yitip gittiğini göstermek için dünyanın bugün içinde bulunduğu andan daha kesin bir delil düşünülemez. Zira küresel çatışmaya veto hakkı olan en az üç ülke (ABD, Rusya ve Çin) karışmış durumda. Bu ise aslında öncelikli hedefi sözde adaleti sağlamak olan bu kurumlarda uluslararası adaletin olmadığını gösteriyor.
Filistin halkının özgürlük ve bağımsızlık hakkına karşı ABD’nin hiçbir hukuki, ahlaki ve meşru dayanağı olmaksızın onlarca kez veto hakkını kullanması belki de bunun en kötü örneğidir.
Bu sorun, BM Güvenlik Konseyi'nde ve BM Genel Kurulu'nda Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili tartışmalarda da açık bir şekilde görüldü. Zira BM Güvenlik Konseyi, Batılı ülkeler ve Rusya Federasyonu'nun sunduğu karar taslaklarının tamamının çarpıştığı sert bir siyasi mücadele sahnesine dönüştü. Aynı şekilde BM Genel Kurulu'ndaki oylamada, gelişmekte olan ülkelere oylarını çekmeleri için geniş çaplı bir baskı yapıldığı görüldü.
ABD, uluslararası düzendeki konumundan ötürü en büyük oyuncu ve kazanç sağlayan taraftır. BM ve BM Güvenlik Konseyi, barışı ve devletlerin güvenliğini koruma amacı taşıyan iki araçtan, ABD’nin korkutma ve cezalandırma sopasına dönüştü. Nitekim uluslararası meşruiyeti, demokrasiyi ve insan haklarını kendi çıkarlarına kılıf olarak kullanmak amacıyla en büyük mali katkıları ve askeri desteği vermeyi üstlendiği göz önüne alındığında, Washington'ın dünyayı kendi çıkarlarına göre yönettiği açıktır. Örneğin ABD, İsrail'in Filistinlilere yönelik ihlalleri kınayan bir BM Güvenlik Konseyi kararının çıkarılmasını engellemek için yaklaşık 45 kez veto hakkını kullandı.
Washington, her durumda ABD’nin çıkarlarına göre ayarlanmasına izin verecek şekilde insan hakları ve terörle mücadele gibi aldatmacalı uluslararası standartları dayatmak için BM’yi, özellikle de BM Güvenlik Konseyi'ni kullanmaya kalkıştı. Böylece çifte standart politikası BM’nin vasıflarından biri haline geldi. Çünkü BM Güvenlik Konseyi ABD'nin çıkarları izin vermedikçe herhangi bir şey yapmıyor.
Rusya'ya gelince; kendisini halen ABD ve Çin'e rakip bir süper güç olarak görüyor. Halbuki Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya’nın uluslararası alandaki önemi büyük ölçüde azaldı. Ekonomisinin yüzde 65’i petrol ve gaz satışlarından elde edilen gelirlerden oluşuyor. Ancak eski Sovyetler Birliği’nden kendisine BM Güvenlik Konseyi üyeliği, nükleer silah cephaneliği ve halen kendisi için bir mali kaynak oluşturan silah endüstrisi miras kaldı. Aynı şekilde, başta ekonomik ve ticari ilişkiler olmak üzere geniş yelpazeli uluslararası ilişkileri miras olarak aldı.
Rusya, uluslararası alandaki önemini vurgulamak ve jeopolitik çıkarlarına hizmet etmek için BM Güvenlik Konseyi üyeliğini kullanıyor. Örneğin İran, Küba ve Venezuela gibi diğer ülkelerin Batı’ya karşı düşmanlığından kendisine pay çıkarıyor. Bu gibi düşmanlıkları körüklemeye ve hatta bu ülkelerin ABD ve genel olarak Batı dünyasıyla ilişkilerinin düzelmesini engellemeye çalışıyor. İran’ın nükleer programı meselesinde bunun örneğini gördük. Rusya bir taraftan İran’ın nükleer güç olmasından korkarken, bir taraftan da İran'ın Batı dünyasıyla ilişkilerinin düzelmesinden korkuyor. Çünkü bu ilişkilerin düzelmesi İran’ın Rusya'dan uzaklaşması anlamına geliyor.
Çin ve Rusya, BM Güvenlik Konseyi'ndeki veto haklarını, başta Suriye krizi, İran nükleer dosyası ve Kuzey Kore nükleer meselesinde olmak üzere ortak çıkar ve planlarını yakından ilgilendiren birçok kararı engellemek ve müttefiklerini desteklemek için kullandı.
Bazı istatistikler BM’nin kuruluşundan bu yana veto kullanımının 293'e ulaştığını gösteriyor. Buna göre Sovyetler Birliği ve halefi Rusya 143, ABD 83, İngiltere 32, Fansa 18 ve Çin 16 kez veto hakkını kullandı.
BM’nin etkinliği, kuruluşundan bu yana uygulama noktasında zayıf kaldı. İradesi büyük ülkelerin iradesine bağlı olduğundan bu örgüt, dünyadaki olayların gidişatını etkileyebilecek niteliklere sahip herhangi bir gerçek güce dayanmıyor. Büyük güçler bu aracı sömürüp stratejilerini hayata geçirmek için kullanırken, bunu uluslararası hukuk kılıfına uyduruyorlar. Dolayısıyla yasal olarak bağlayıcı bir organ tarafından verilen uygulanması gereken kararlar olduğu için isteyerek veya istemeyerek de olsa bunların kabul edilmesi gerekiyor.
Bu doğrultuda BM sisteminin tüm dünyaya hizmet edecek şekilde geliştirilmesine yönelik birçok çağrı yapıldı. Bununla ilgili yeni öneriler arasında şunlar geliyor:
“BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeliğinin hâlihazırdaki beş ülke ile sınırlı olmaması gerekiyor. Diğer ülkelere daimi veya dönemsel üyelik verilmesi lazım. Belirli bir yıl içerisinde her ülkenin aşmasına müsaade edilmeyen bir veto kullanım hakkı belirlenmesi gerekiyor.”
İkinci Dünya Savaşı sonrasında BM’nin kurulmasının amacı, küresel bir barış sistemi oluşturmak ve ülkeler arasındaki sorunları diyalog ve BM Antlaşması’nın tüm ülkelere uygulanması aracılığıyla çözmekti. Ancak büyük güçlerin hegemonyası meselesi, BM için kafa karıştırıcı bir durum yarattı. Bu şekilde devam ederse uluslararası örgütün en sonunda kaderi (ve belki de büyük güçlerin gizli kanaatiyle) siyasi bir diyalog forumu olarak kalmak ve BM Güvenlik Konseyi’nin beş gücün hegemonyasının sembolü olmaya devam etmesidir.
Uluslararası sistemdeki bozuklukların diğer ülkeler ve özellikle de gelişmekte olan ülkeler üzerindeki yansımaları, bölgesel etkileriyle öne çıkan orta güçteki ülkeleri, uluslararası denklemde uluslararası sistemin oluşumuna doğrudan katkıda bulunan ve gelecek kararlarda dikkate alınması gereken oyuncular olmak amacıyla güçlü ittifaklar çerçevesinde etkilerini gösterebilecekleri paralel oluşumlar kurma seçeneğine itiyor.