İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Putin'in elindeki kartlar

Rusya'nın Ukrayna'ya açtığı savaş, Almanya'nın Bavyera eyaletinde ve İspanya'nın Madrid kentinde gerçekleştirilen iki ayrı Batı zirvesinin başlıca gündemiydi. G7 liderleri, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy'e desteklerini ilan etmek ve siyasi ve askeri olarak ülkesinin yanında durduklarını göstermek için ağız birliğinde bulunmaya başladı. Önemli kararlar alındı. Askeri yardımlarda ve finansmanda önemli bir artış kaydedildi. Ukrayna kuvvetlerine uzun menzilli füzeler sağlanacağı ve Batı silahları ile ilgili kesintisiz eğitim verileceği söylendi. Rusya'nın Avrupa güvenliğine yönelik tehdidine ilişkin korkuların arttığı görüldü. Bu korkuların baskısı altında, İsveç ve Finlandiya'ya Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) katılma kapısını aralayan ‘tarihi’ karar geldi. Daha önce tarafsızlık politikası izledikleri göz önüne alındığında bu iki ülkenin, Rusya Ukrayna’ya saldırmadan önce böyle bir adım atması mümkün değildi. Putin, Finlandiya ve İsveç'in istedikleri yolu seçmeleri ile bir sorunu olmadığını söyleyerek bu kararın etkisini küçümsemeye çalışsa da bu ülkelerin topraklarında askeri üsler kurulmasının Rusya'da da benzer bir tepkiye yol açacağını vurguladı. ‘Başka ülkelerden gelen tehditlere verdikleri karşılığı tekrarlamakla’ tehdit etti.
Putin'in etrafını saran yeni jeopolitik durumun zorluklarını hafifletmesi zor görünüyor. Haritaya şöyle hızlıca bir göz gezdirilirse, Rusya'nın batı sınırları tarafından nasıl kuşatıldığı ve Belarus ile olan ilişkisi dışında komşularıyla herhangi bir dostane ilişkisi olmadığı görülüyor. Ukrayna'ya saldırmadan önce Batı'nın ‘kapısının eşiğinde’ olmasından şikayetçi olan Rusya Devlet Başkanı, şimdi Finlandiya sınırında bin 300 kilometre boyunca yayılma olasılığı olan NATO ile karşı karşıya. Artık sadece evin kapısının etrafı sarılı değil. Bundan sonra Rusya'nın tüm Batı sınırlarının sürekli korunması gerekiyor. Bu, Moskova'daki yönetimin Soğuk Savaş'ın en kötü dönemlerinde bile karşılaşmadığı bir durum.
Bu durumla karşı karşıya kalan Putin, birçok kartını kullanıyor: Bunlardan biri Ukrayna'daki askeri hamlelere hız verme kartı. Putin bu doğrultuda Ukrayna'nın doğusundaki Donbass bölgesinde mümkün olan en fazla toprağı koparmaya ve bu toprakları idari ve ekonomik olarak Rus idari ve mali sistemine bağlamaya çalışıyor. Diğer kartlarından birisi de ekonomik gerilimi artırmak. Bu kartı ile enerji ve gıda konusunda baskı yapıyor. Putin, Batı'nın sağlam birlikteliğini bozmak için enerji ve gıdayı etkili bir silah olarak kullanıyor. Nitekim savaşın bitmesi için başta Hindistan ve Afrika ülkeleri olmak üzere dünyanın diğer bölgelerinde insanlar seslerini yükseltiyor. Bir başka kartı da siyasi gerilim artırma. Bu kart ile Putin, Moskova ile uzlaşmaya gitme olasılığına ve Ukrayna savaşına barışçıl bir çözüm arama girişimine açık bir kapı bırakmaya daha sıcak bakan bazı Batılı ülkelerin (Macaristan, Fransa ve Almanya gibi) tutumlarını suiistimal etmeye çalışıyor. Batı liderleri, G7 Liderler Zirvesi ve NATO Zirvesi’nde ortak bir duruş sergilemeye çalışsalar da Rusya ile askeri gerilimin artmasının sonuçlarına ilişkin farklı görüşler ve endişeler olduğuna dair birçok işaret geldi. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, bu farklılıkları dile getirme konusunda en açık sözlü kişiydi. Johnson diğer liderleri, bağımsızlığını koruma ve işgal girişimi sonucunda kaybedilen topraklarını geri alma savaşı veren Ukrayna'yı desteklemek için net ve ortak bir tutum sergilemeye çağırdı.
Ancak Putin'in elindeki en etkili kart, Batı'yı nükleer bir çatışmaya girmekle tehdit etmesidir. Londra merkezli Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (Chatham House) Rusya ve Avrasya Programı'nın kıdemli danışmanlarından Keir Giles, Rusya'nın Batı ülkelerine yönelik tehditlerini artırma hamlesinin, söz konusu ülkelerin kararlarını etkilediğini ve Ukrayna ordusunun ihtiyaç duyduğu ve Zelenskiy’nin kaybettiği toprakları geri alabilmek için tekrar tekrar istediği en gelişmiş silahları temin etmekte tereddüt etmelerine neden olduğunu söyledi. Bu yöntemle Putin, Batı'ya kıyasla ülkesinin askeri yeteneklerinin zayıflığını, Batı'nın gerilimin artırılmasının sonuçlarıyla ilgili endişesini körükleyerek kapatabileceğini düşünüyor. Putin, Medvedev ve diğerleri tarafından Rusya'nın nükleer silahlara sahip olduğuna ve Avrupa’daki herhangi bir hedefi rahatlıkla vurabileceğine dair tekrar tekrar yapılan atıflar herkesçe biliniyor.
Buna ilaveten Batı ülkeleri, fiyatların ve enflasyonun yükselmesinde görülen savaşın ekonomik yansımalarıyla boğuşup, söz konusu ülkelerde halk hükümetlerindeki karar mercilerine bu yüzden baskı yaparken Rusya Devlet Başkanı böyle bir sorunla uğraşmıyor. Çünkü kamuoyu baskısı hapis cezası ile sonuçlanıyor.
Putin'in bu savaşta ulaşmak istediği amaçlara ilişkin vizyonu ile Batı ülkelerinin kabul edilebilir bir çıkış yolu olarak gördükleri şeyler birbirine taban tabana zıt. Rusya Devlet Başkanı, doğu Ukrayna'yı tamamen ele geçirmek ve Ukrayna'nın Moskova'nın çıkarlarına ters düşen egemen kararlar alma gücünü sınırlamak istiyor. Başka bir deyişle Kiev’in Kremlin’e tabi olmasını istiyor. Batı ülkeleri ise kendi içlerinde ortak bir karar veremedikleri görülüyor. Kırım ve Donbass bölgesi konusunda uzlaşmayı kabul edenler varken, Rus kuvvetleri işgal ettikleri topraklardan tamamen çekilmeden ve Mart 2014 öncesi sınırlara dönmeden savaşın bitmesini kabul etmeyenler var.
Rus-Batı denklemindeki en önemli unsur silah olmaya devam ediyor. Bu, kelimelerin değil silahların savaşıdır. Batı ülkeleri, denklemi Ukrayna lehine çevirip Putin'i yenilgi ihtimaliyle karşı karşıya bırakacak silahları tedarik etme konusunda tereddüt ettikleri sürece, savaş Moskova'nın lehine devam edecek ve zaman içerisinde Avrupalılar, Ukraynalılar ve dünya için bir yıpratma savaşına dönüşecek. Rusya Devlet Başkanı ise bu sırada endişelenip hesap ve kayıp defterlerini kontrol etmeye gerek duymayacak.