Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Araplar ve basın: Tek bir ülke haline gelen dünya!

“Şarku’l Avsat” ve bazı kardeş gazeteler dışında genel olarak Arap basınının ortadan kalktığını söyleyenler var. Aslında farklı sayı, şekil, çeşit ve renklerdeki elektronik gazeteler, birçok tarihi gazeteden çekilip alınmıştır. Bu tarihi gazetelerden biri sabah saatlerinde Arap başkentlerinden birinde yayınlandığında, Arap ve Arap olmayan üst düzey yetkililer, bu gazetelerin haklarında söyledikleri ve kimi zaman kendilerine hücum ettikleri şeyler konusunda alarm durumuna geçer ve bu söylenenlerin teyit edilmesi için seferber olurlardı. İyide, kötüde ve her şey de bu vardır!
Kahire, merhum Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır döneminde gazetecilik, basın, televizyon platformuydu. Bazı üst düzey Arap yetkililer, Mısır basınının, özellikle de “El-Ahram’ın” onlar hakkında söyledikleri kendilerine ulaşıncaya kadar tetikte olurlardı. Ayrıca bazı güç sahibi Arap servisleri ve devletleri tarafından kendilerine muhalif olanları ifşa etmek için araç olarak seçilen Lübnan basınının haklarında söyledikleri karşısında da benzer bir durumdaydılar. Bu, kamplar arasında bir çatışmanın süregeldiği ve kendilerini ‘ilerici’ olarak adlandıranlar ile onları ‘gerici’ olarak tanımlayanlar -bazen de sömürgecilerin veya siyonizmin ajanları olarak nitelendirirlerdi- arasında şiddetli bir bölünmenin vuku bulduğu bir dönemde yaşandı.
Aslında bu dönem hem Araplar için hem de uluslararası planda talihsiz bir dönemdi. Bir tarafta ilerici ve solcu bir kamp olarak değerlendirilenler, diğer tarafta ise gerici bir kamp olarak kabul edilenler vardı. Rusya, Çin ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri sol-ilerici bloğu oluştururken; ABD, İngiltere, Fransa ve diğer ülkeler komünist, sosyalist ve tüm tarihsel dönüşümlere rağmen hala yaşamak için bir geçim kaynağı arayan, hakları dünyanın dört bir yanına dağılan yoksul ülkeler olan üçüncü dünya ülkelerine düşman kapitalist ülkeler olarak kabul ediliyordu.  
Muhammed Hasaneyn Heykel’in başında yer aldığı El Ahram gazetesi başta olmak üzere Mısır medyasını ve bazılarının genel olarak Arap sözcüsü olarak gördükleri Lübnan basınını dışarıda tutarsak, burada Muammer Kaddafi ve diğer Arapların seslerinin yanı sıra Sovyetler Birliği'nin de sesi vardı. Kendilerini ilerici olarak tanımlayan ülkelerin çoğu, bu bağlamda Sovyetlerin ve daha sonra Çin Halk Cumhuriyeti’nin yanı sıra yoldaş Fidel Castro ve grubunun uzantısıydı. Kabul etmek istemeyenler dışında herkese malum olan bir şey var ki, o da bazı Arap ülkelerinin Sovyetlere ve sosyalist ülkelere yönelik eğilimlerinin kısa bir sürede tam tersine dönüştüğüdür. Nitekim Irak Baas’ı ile Suriye Baas’ının aralarındaki irtibatı koparıp demirden bir sur çekmeleri sonrasında Hafız Esed ve oğlu Beşşar Esed’in Suriye’si, Irak'ın en büyük düşmanı oldu. Ancak Irak daha sonra “veli-i fakih” rejiminin kontrolüne girdi ve kuzeyiyle, güneyiyle ve merkeziyle bütünüyle işgal edildi. Tüm bu şeyler kalbe ağır gelse de gerçekler bundan ibaret.
Şüphesiz bütün bunlarla çeşitli şekillerde yüzleşmeye başlayan öncü Arap ülkeleri var. Yine de Arapların fiilen işlerinin kontrolünü ellerine almaları için çok çaba sarf etmeleri gerekiyor. Bu bağlamda ilgili ülkelerin de ellerini taşın altına koymaları gerekiyor. Tam da burada Arapların, kendi durumu ve akıbetiyle başkasının durumu ve akıbetini benzeten biriyle ilgili kullandıkları şu meşhur deyim meseleyi tüm yönleriyle ortaya koymaktadır: “Beyaz öküzün yendiği gün ben de yendim demektir.”
Pek çok Arap Afrika ülkesinde yaşanan umut verici gelişmelere ve Cezayir'in Fas ve Libya ile birlikte ortaya koyduğu yorulmak bilmeyen girişimlere rağmen beklenen duruma yaklaşıldığını söylemek için henüz çok erken. Hepsi olmasa da Arapların durumu pek içi açıcı değil. Irak’ın Arap kimliği elinden alındı ve Velayet-i Fakih devletinin ve Kürt kardeşlerimizin eline geçti. Bağımsız bir Kürdistan'a sahip olmak için canla başla çalışan Kürtlerin buna hakları olduğunu düşünenler var. İran onları yok etmez ve olur da buna izin verirse, hiç şüphesiz bu durumu, onlar için işin içinden çıkılmaz bir hale getirecektir. O halde kibre kapılmadan ve gözlerimizi açarak şunu itiraf etmemiz gerekiyor ki tarihindeki sınırlı ve kısa dönemler haricinde Ortadoğu'ya tam anlamıyla bir istikrar hakim olmamıştır. Filistin bu zincirin ana halkasıydı ve hala da öyledir.
Burada açıkça görülüyor ki, İsrailli işgalciler, söyledikleri ve atıp tuttukları her şeye rağmen, bu alandaki gerçekleri bilmiyorlar. Bunun delili, bu “Osmanlı” kökenli Naftali Bennett'in ait olmadığını bildiği bir görevden istifa etmesidir. Bennett için en hayırlı olan kendi sürüsüne geri dönmesidir. İsraillilerin, başkenti Doğu Kudüs olan Filistin’den kendilerinden başka çoklarının gelip geçtiğini ve bazılarının ülke halkıyla birleşerek onun parçası olduklarını anlaması gerekir. Bu kutsal belde öyle kalmaya devam edecektir. Kudüs sadece Filistin devletinin başkenti olacak ve Filistin de tarihinin başlangıcından bu yana Arap olduğu gibi hiç şüphesiz Arap kalacaktır. Az da olsa aklı çalışan İsrailliler, başarısız girişimlerde bulunan öncekilerin başlarına gelenlere maruz kalmamak için bu ülkenin tarihini iyi okumalıdırlar.
Arap olan ve Arap kalacak olan bu ülkelere gelenlerin, okumadıkları ya da okusalar da anlamak istemedikleri veya anlamadıkları bir şey var, o da Mekke-i Mükerreme ve Kudüs-ü Şerif olmak üzere burada iki kutsal Arap başkentinin bulunduğudur. Buranın tek bir zerresinin bile ihmal edilip gözden çıkarılması mümkün değildir. Buranın asıl sahipleri Araplardır ve Arap milletidir. Araplar, Müslüman olsun, Hristiyan olsun, Arap kalmaya devam edeceklerdir! Neticede kesin olan şu ki, Yahudileri veya diğerlerini denize atmak gibi bir düşünce söz konusu olamaz. Çünkü zaman içerisinde ve birçok faktörün etkisiyle onlar da bu toprakların bir parçası haline geldiler. Böyle görülmelerinin sebebi Filistin halkı ve Arap ulusuyla aynı kaygıları taşımalarıdır. Ayrıca İngiltere'ye ya da başka bir ülkeye yerleşen Araplar, İngiliz, İspanyol veya Fransız kimliğine bağlı kalıp bu halkların parçası olduklarını düşünmelerine rağmen kendilerinin, çocuklarının ve torunlarının Arap kimliğini mümkün olduğunca korumuşlardır. Dünya artık tek bir ülke haline geldiği gibi, uluslar da aslında tek bir ulus haline geldiler.