Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Bilge ve sorumlu siyaset

Haftalardır bu başlıkla bir yazı yazmak istiyordum. İsmail Haniyye, Hasan Nasrallah'ın gözetimi ve himayesinde Lübnan'ı ziyaret ederken, Abu Dabi'de Muhammed bin Zayed Üniversitesi'nde öğrencilerime politikacıya ve devlet adamına yönelik felsefi tasavvurlar hakkında bir konferans veriyordum. Siyaset üzerine yazılmış en eski kitapların, Platon'un bu isimle kaleme almış olduğu diyalogları olduğu biliniyor. Son zamanlarda Max Weber'in “Bir Meslek Olarak Siyaset” denemesi popüler hale geldi. Ayrıca Amerikalı siyaset bilimci Richard Sennett'in 1970’lerdeki Kamusal İnsanı da bu bağlamda sayılabilir. İsmail Heniyye ve dostu neden bana Max Weber'i hatırlattı? Çünkü bu büyük sosyoloğun büyük meşgalesi, dünyanın ve politikacının iki temele dayalı bir tanımını geliştirmekti: Meslek veya tam zamanlık ve iki yönlü mesaj: İnanç etiği ve sorumluluk etiği.
İlki kapsamında, bir politikacının önceliği vatandaşlarının can ve menfaatlerini korumaktır. Sorumluluk etiği ise bunu gerçekleştirmek için yetenek ve kabiliyet doğrultusunda en iyi yöntemleri benimsemeyi gerektirir.
İsmail Heniyye ve Hasan Nasrallah'a dönelim. İlkinin bir süredir ikincisi için çalıştığı biliniyor. Biri Lübnan'ı, diğeri ise partisiyle birlikte Gazze Şeridi'ni kontrol eden bu iki politikacıda bahsi geçen iki tür ahlak nerede? Hayatları korumak veya ulusal çıkarları gerçekleştirmek için nerede çalıştılar? İsmail Heniyye'nin bunların hiçbirini yapmadığını bilerek direniş ve kurtuluş hakkında konuşmasını duymak şaşkınlık verici ve rahatsız edici. Hasan Nasrallah da İranlıların arzusunu yerine getiriyor ve bunun üzerine onu büyütüp yüceltiyorlar. Heniyye, İranlıların ihtiyacına göre kullandığı bazı ekipmanlar dışında ne fayda sağlıyor? Burada iki dini hareketten bahsediyoruz ve dinin en yüce amacının, canın korunması olduğunu biliyoruz. Oysa olan bitene baktığımızda Filistinlilerin ve Lübnanlıların kanlarının ve çıkarlarının heder edildiğini görüyoruz. Bu bir “bağımlılık ve israf” mesleğidir. Bu onlar için yeni bir şey değil, aksine bu iki ideolojik parti bu mesleği onlarca yıldır sürdürüyor! 
İki silahlı hareketin liderlerinden, ulaştıklarından başka bir şey beklenmiyorsa Tunus örneğinde farklı bir durumla karşılaşıyoruz. Tunus, başarılı kurtuluş hareketinin ülkesidir. İslamcılar diğer yerlerde olduğu gibi burada da yükseldiler. Onlarca yıl ülkeyi bataklıktan çıkarmakta başarısız olunca insanlar Zeynel Abidin merhameti aramaya başladılar. Cumhurbaşkanı Nahda Hareketi’ni komplocu olarak değerlendirdi, meclisi askıya aldı, sonra feshetti ve hükümeti görevden aldı. Ardından yargıyı vurdu, anayasayı referanduma götürdü ve seçime gitti. İki yıl kaybedildi. İşte referanduma çağrılan Tunuslular, komisyon başkanının, anayasanın cumhurbaşkanı tarafından referanduma sunulan metinle alakası olmadığını söylemesine şaşırıp kaldılar! Bunun ardından gelen hayal kırıklığı ve güven kaybıyla ülke sarsıldı. Ne kadar düşünürsek düşünelim, bütün bu rastgele ve talihsiz davranışlar için makul bir sebep bulamayacağız. Bunu ben değil, Lübnan'da yaşanana benzer bir iflas durumuna yakın Tunus'a yardım etmeye gelen Uluslararası Para Fonu müzakerecilerinden biri söyledi. Aradaki fark, Lübnan'da silahlı parti ve kanatlı cumhurbaşkanı (bu bir Rus füzesinin adıdır. Neden böyle adlandırıldığını bilmiyorum ama kafiyeyi beğendim!) bulunurken, Tunus'ta yalnız zırhlı bir cumhurbaşkanının olmasıdır!
Arap dünyasındaki ahlaki çelişkilere ve sorumlu politikaların yokluğuna ilişkin yazı yazmamın temel sebebi, yakın zamanda Sudan’da yaşananlardır. Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan yaptığı bir konuşmada, bir yıl önce temmuz ayında gerçekleştirdiği darbesinden geri adım atacağını söyledi! Elbette bu, kitlesel gösterilerin devam etmesi ve onlarca kişinin ölümü üzerine geldi. Huzursuzluk, ölüm ve göç Darfur’u yeniden vurdu. Etiyopya sınırında çatışmalar tekrar alevlendi. Tüm bunlara ek olarak ülkede boğucu bir ekonomik kriz var. Darbe nedeniyle 5 milyar dolarlık yardım askıya alındı. Burhan bir şey istemediğini, seçim tarihini belirleyecek bir hükümet kurmanın sivillerin sorumluluğunda olduğunu söyledi. Ordu, üçlü mekanizmadan çekilecek ve görevlerini güvenlik ve savunma ile sınırlandıracak. İş işten geçtikten sonra neden olmasın ki! Bu daha önce neden yapılmadı? Siz, eski lideriniz Beşir’in subayları! Onun ülkeye getirdiği sefalet ve sebep olduğu açmaz için yas tuttunuz. Onun yüzüne hapishane kapısı henüz kapanmamışken nasıl aynı hataları yaptınız? Sudan halkı büyük ve onurludur. Onlarca yıl ordu sebebiyle acı çektiler. Ancak bu kez el-Buhran saraydan çıkana kadar sokaklardan ayrılmamaya kararlılar. İşte bu inanç ahlakıdır!
Aynı şeyin Arap dünyasını sarsan kitlesel harekete girişen Tunus halkı için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Halk, reform denilen bu sabotajlara aldanmayacaktır. Özgürlük ahlakı, Tunuslu aklı başında insanların ahlakıdır. Bin Ali ve Gannuşi'nin zulmünü Kyas Said'in uydurmalarıyla değiştirmenin hiçbir mantığı yok! Filistin halkına gelince; onların başına önce İsrail sonra da İran ve İsrail bela oldu!
Platon devlet adamını bilge bir politikacı ya da kendini devlet işlerine adamış bir bilge olarak görüyordu. Max Weber'e gelince; Almanya'nın 1918'de mağlup olmasının ardından kurtuluşun kendini bilimsel çalışmalarına adayan bilim insanıyla ve sorumluluk ahlakına sahip bir liderin bilgeliği ve politikalarıyla gerçekleşeceğini söyledi. Platon'un modeli fazlasıyla idealdir. Ancak Weber ve Sennett'in politikacıdan talepleri -Almanya eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in de dediği gibi- birçok politikacının erişimi dahilinde olmakla birlikte kendine saygı ve olasılıkları iyi bir şekilde değerlendirmekten fazlasını gerektirmez. Sennett’in işaret ettiği üzere ABD’liler bunu, “liderlik nitelikleri veya yetkileri” olarak isimlendiriyorlar. Bunların başında da seçimler geliyor. Bahsettiklerimiz arasında Kays Said dışında (!) seçilmiş kimse yok. Max Weber'in ifade ettiği üzere, “karizmatik bir liderliği var” demek dışında onun hakkında bir şey söyleyin!