Sam Mensa
TT

 “Hoş geldiniz” ile “Selam Komutanım” arasında Lübnan ve doğusu

Lübnan’da halkın, yüksek fiyatlar ve enflasyon nedeniyle kasvetli yaşam döngülerine geçici de olsa destekte bulunan, otel, restoran, yüzme havuzları, eğlence parkları, ulaşım ve diğer sayısız hizmetler gibi ekonomi ve eğlence sektörlerini canlandıran binlerce gurbetçinin, Arap turistin ve bazı yabancıların akınına uğramasından duyduğu coşku doğal.
Ülkenin geniş bir alanını kapsayan bu sevindirici turizm hareketlenmesinin, toplumun kültürünü bir bütün olarak etkileyen ekonomik olmayan başka boyutları da var. Bu boyutların ilki Lübnanlıların çoğunluğunun kimliklerini ve yaşam tarzlarını zorla değiştirme girişimlerine karşı direnişini güçlendirmek. Lübnanlılar bu girişimlere zor ekonomik koşulların üstesinden gelerek ve gece hayatı, yüzme havuzlarına ve eğlence yerlerine gitme, dans partileri düzenleme, alkol kullanma veya kullanmama özgürlüğü gibi çeşitli eğlence biçimlerine ve bazılarının yaşamayı yüceltme kültürü olarak tanımladıkları şeye bağlı kalarak direniyorlar.
Bu söylemi benimsemiyor ve bu yaşam tarzını, bahsettiğimiz gibi, kimlik değişimi girişimlerine direnç olarak görmenin doğruluğuna hükmetmiyoruz. Ancak 1975'te patlak veren iç savaştan bu yana Lübnan'ın tanık olduğu benzer deneyimlerden sonra bunlar bir şeye işaret ediyorsa, o da Lübnanlıların esnek olabilme ve uyum sağlayabilme yeteneğine sahip oldukları sloganı altında politik, güvenlik ve ekonomik istikrarsızlık ile birlikte yaşama yoluyla krizlerin ve savaşların ömrünü uzatan güçlendirici dozlar olduklarıdır. Ancak olumlu olan yanı, tüm mezheplerden, bölgelerden ve toplumsal katmanlardan Lübnanlıların çoğunluğunun alışkanlıklarını ve yaşam biçimlerini değiştirmenin zorluğunu göstermesidir.
Diğer tarafta, bazen bu tür çeşitlilik, açıklık ve buluşmaların yaşandığı alanların birkaç metre uzağında, yaklaşık 40 yıldır Şii bileşenin hakim 
olduğu bölgeler giyimden sosyal gelenekler, çeşitli eğlence biçimleri, dini ritüellerin ve ayinlerin düzenlenmesine kadar Lübnan'da alışılmadık içe dönük yaşam biçimlerine ve modellerine tanık oluyor. Buradaki toplantılar ve bir araya gelmeler dahi en azından şeklen, Caferi fıkhının genişliğini geride bırakarak İran tarzı Şii siyasal İslam'ın baskın olduğu dini ve aşırılıkçı bir tarza evrildi. Son zamanlarda “Selam Komutanım” adlı İran marşının “Selam ey Mehdi” başlığı ile Lübnan’ın birden fazla bölgesinde duyulması, İran ideolojik gücünün yıllarca süren başarılarının apaçık bir ifadesidir. Bu marşın dini inanç boyutuna değil, siyasi, ideolojik içeriğine ve Lübnan'daki geleneksel Şii ortamından ve Cebel Amel geleneklerinden bile ayrılma eğilimine değinmek istiyoruz. Marş, apaçık görünen İran karakteri ile doktriner ve siyasi bir yönlendirme ve direktiftir. İran karakterli olduğu için de Mehdi’nin vekili addedilen Velayeti el-Fakih'e bağlılığı ifade ediyor. Projesinin şehit olmuş liderlerini övüyor ve yüceltiyor. Özetle, çok sayıda mezhep ve dini grubun olduğu bir ülkede şunlarda bir sistematik ısrar söz konusu. Ortaklardan farklı olmak, dahası kopmak, makalenin başında tanımladığımız çoğunluktan ayrılmış toplumlar devşirmek ki, bu da ülkedeki toplumsal dokunun tarafları arasında korku ve düşmanlığı perçinliyor.
Politikaya gelince; buradaki şizofreni durumu toplumdakinin bir simülasyonu ve ne tesadüftür ki geçen hafta bu şizofreni halini vurgulayan olaylara tanık olduk. Bunların ilki, Arap Dışişleri Bakanları veya temsilcilerinin Beyrut'taki istişare toplantısının sonunda, bazı ülkelerin Lübnan hükümetini boykot etmesi nedeniyle bir karar ve pozisyon açıklanmaması. Toplantı ile eş zamanlı olarak Hizbullah, Energean gemisinin varışından sonra Tel Aviv'in bölgede ne yaptığını araştırmak için Lübnan ve İsrail arasındaki tartışmalı deniz bölgelerine insansız hava araçları gönderdi. Bundan önce de Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye Beyrut'u ziyaret etmiş ve dikkat çekici şekilde büyük bir sıcaklıkla karşılanmıştı. Heniyye üç başkan ile de görüştü. Heniyye tabii ki vatanseverliğinden, Beyrut’ta kahramanlık ve cesaretle şişinen açıklamalar yapmış ve Lübnan’ın egemenliğine şeklen de olsa aldırmadan, Hizbullah'ın füzeleri ve askeri yetenekleriyle övünmüştü.
Resmi Lübnan devleti ise sanki başka bir gezegende ve Hizbullah’ın insansız hava araçları, Başbakan ile görüşmesin ardından Dışişleri Bakanı’nın yaptığı açıklama dışında bir tepki görmedi. Ama bu da Hizbullah’ın adını anmaktan, ona işaret etmekten kaçınan muğlak ve belirsiz tutumları tekrarlama sepetinden alınmış bir açıklama idi. Dışişleri Bakanı, insansız hava araçlarını ve yaşananları devletin sorumluluğu ve diplomatik bağlam çerçevesi dışında saydı ve “Bütün tarafları yüksek bir ulusal sorumluluk ruhu sergilemeye ve müzakere sürecinde istisnasız herkesin devletin arkasında olacağına dair daha önce yapılan çağrıya uymaya davet etmekle” yetindi. Aynı görevliler aynı gezegende “havanda su dövmekle” oyalanıyorlar. Adı hükümeti kurmak olan ve kaçınılmaz sonu ülkedeki tüm hükümet kurumlarını felç eden bir kısır döngüye ülkeyi mahkum ediyorlar. 
Toplum ve siyasete dair bu görüntü, Lübnan'ın ulusal birliğin olmadığı bir coğrafi alana dönüştüğünü deklare ediyor. Toprakları üzerinde restoranlar, eğlence parkları, yüzme havuzları, eğlence ve dinlenme yerleri var ama aynı zamanda devlet otoritesi dışında tek bir mezhepçi grubun, Hizbullah'ın sahip olduğu her türlü füze ve silahın da deposu. Hizbullah tüm ülkeyi sadece füze fırlatmak için değil, aynı zamanda İran ile bölgesel ve uluslararası aktörler arasındaki karşılıklı mesajlar için de bir platforma dönüştürdü.
İşleri daha karmaşık ve tehlikeli yapan husus, iktidardaki yetkililerin zaten kötü performansının daha da kötüleşmesi. Öyle ki, bu iktidarın halen tek bir grup mu yoksa çatışan gruplara mı dönüştüğü bilinmiyor. Aralarındaki tek ortak payda, kurtarılabilecek olanı kurtarmaya çalışmadan, ister hızla bozulan iç mali, ekonomik ve yaşam koşulları, isterse kamu yönetimlerinin işçi grevleri sonucu felç olması olsun, gerçekliğe kalıcı olarak yabancılaşmaları.
Bölgesel koşullara gelince; İran ve müttefiklerinin Lübnan'ı kalıcı olarak kendi eksenlerine ilhak etme ve Arap çevresiyle arasındaki bağları koparma konusundaki ısrarlarını yönetim umursamıyor görünüyor. İsrail Başbakanı Yair Lapid’in Fransa Cumhurbaşkanı ile görüşmesinin ardından Paris'ten ülkesinin Hizbullah'ın uygulamalarıyla ilgilenme görevini üstleneceği yönündeki uyarısına kayıtsızlık var. Lübnanlı yöneticiler ayrıca ABD Başkanı Joe Biden'in bölgeye yapacağı ziyaretin olası sonuçlarını tamamen görmezden geliyor. Bu bağlamda Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Biden'ın ziyareti sonucunda ortaya çıkabilecek bir "Ortadoğu NATO'sunu" desteklemeye hazır olduğu yönündeki açıklamalarını gözden kaçırmamak gerek. Bu önerinin başarı şansı ne olursa olsun, Washington'ın Rusya'ya karşı ittifaklarını sadece ekonomik olarak değil her düzeyde güçlendirmesi gerektiğinden, ziyaretten bölgedeki sahneyi değiştirebilecek sonuçlar beklenmeli. Resmi Lübnan devleti, nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasına yönelik umutların çöküşünün sonuçlarını veya İran'a karşı bölgesel-uluslararası ittifak hakkında söylenenleri umursamıyor. Ne Rusya'nın Ukrayna savaşıyla meşgul olmasıyla İran'ın Suriye üzerindeki kontrolünün genişlemesiyle ne de Irak'taki durumun etkileri, İran'ın tüm yöntemlerle mukadderatını kontrol etmek için her şeyi göze almasıyla ilgilenmiyor. İran’ın bölgede kurduğu Şii Hilaline karşı ilk uyaran ülke olan Ürdün, Tahran’ın güvenliğini bozma girişimlerinden korkuyor.
Lübnanlı yetkililer dışında bölgedeki tüm taraflar önümüzdeki günlerin neler getireceğinin farkında ve tetikte. Lübnan, fırtınanın tam ortasında ve İran'ın en güçlü kolunun merkezi konumunda. Dolayısıyla ister İran'ın nükleer dosyası, ister ABD-Körfez ilişkileri isterse BAE'nin İran ile ilişkileri olsun, Biden'ın ziyaretinin ve Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi’nin bölge turunun sonuçlarını sorgulamaya yönelik tüm sızıntılar işe yaramayacak. Bu yanıltıcı ve şüpheci atmosferin aksini en iyi kanıtlayan, Doha görüşmelerinin daha ilk gününde çökmesidir.
Tekrarlanmaktan artık kabak tadı veren Lübnan'ın İran eksenine kaymasının tehlikeleri konusundaki uyarı, bunu engelleyecek Lübnan, Arap ve uluslararası eylemlere çevrilebilir mi, yoksa bugün, Gazze'den Lübnan, Suriye ve Irak'a Maşrık (Levant) bölgesi, vatanseverliğin, Arapçılığın ve ılımlı İslam'ın çöktüğü bir İran kültür ataşesine mi dönüştü?!