Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Demokratlar Suudi Arabistan’a düşman mı?

Demokrat Parti'nin Suudi Arabistan ile ilişkisinde Cumhuriyetçi rakibinden farklı olduğuna, başkanlar ve Kongre üyeleri olsun Demokratların, Riyad’a karşı ilkeli bir tutuma sahip olduklarına dair yaygın bir izlenim var. Bu doğru değil, çünkü iki parti de, tarihsel ilişkiler ve iki ülkenin yüksek çıkarlarından dolayı genellikle olumlu pozisyonlara sahipler.
İlişkiyi güçlendiren en büyük Amerikan başkanı Cumhuriyetçi değil, bir Demokrattı. Şubat 1945'te Süveyş Kanalı'nda Kral Abdülaziz ile görüşen Franklin Roosevelt idi. İkinci Dünya Savaşı’nın son yılıydı ve Süveyş Mihver Devletleri tarafından bombalanıyordu. Bu görüşme iki ülke arasındaki en önemli görüşme olarak kabul edilir. İlişkinin temelleri bu görüşmede atıldı. Roosevelt, ilgisini sürdürerek Kral Abdulaziz'i Washington'a davet etti. Kral Abdulaziz kendisini temsilen iki oğlu Prens Faysal ve Halid'i gönderdi. Protokolün aksine, başkan onları Beyaz Saray'da ağırladı ve yemeğe başkan yardımcısı, dışişleri bakanı ve Kongre üyeleri katıldı.
Demokrat Başkan John F. Kennedy ile de ilişkiler iyiydi ve Yemen savaşında Suudi Arabistan’ı desteklemişti. Analistler, Riyad ile selefi Başkan George W. Bush arasındaki seçkin ilişkiye tepki olarak Demokrat Başkan Clinton'ın ilişkilere daha az ihtimam vereceğini düşündüler. Fakat Clinton, ilişkileri yeniden düzenleyip güçlendirerek, Bosna-Hersek savaşı barış sürecinde Suudi Arabistan’ı ortak olarak seçerek beklentileri boşa çıkardı.
Başkan Barack Obama döneminde ilişkiler ilk döneminde iyiydi, ancak ikinci döneminde İran ile JCPOA nükleer anlaşmasını imzalama arzusunun bir sonucu olarak Suudi Arabistan’dan çok uzaklaştı. Tahran'ın kendisi sayesinde Mısır ve Suudi Arabistan gibi barışçıl bir rejim olacağına, savaşlardan çok kalkınmayı önemseyeceğine bahis oynayan Obama, anlaşmanın nükleer tehdidi sona erdirecek tarihi bir başarı olduğuna inanıyordu. Bu naif teori, Riyad ile ilişkide birçok çatlağa neden oldu. Daha sonra Obama'nın bölgeyle ilgili felsefesinde ve siyasi vizyonunda ne kadar yanıldığı ortaya çıktı. İran, Washington'dan elde ettiği muazzam fonları (Ürdün gibi bir ülkenin 6 yıllık bütçesine denk gelen ve 120 milyar dolar olduğu tahmin edilen dondurulmuş borçlar ve fonlar) kullanarak askeri operasyonlarını genişletti ve bölgede kaosu yaydı.
Obama’nın ikinci hatası, nükleer anlaşma ve daha da önemlisi, ABD'nin hızla Ortadoğu petrolüne bağımlı bir ithalatçıdan, ihracatçıya dönüşmesini sağlayan kaya petrolü teknolojisi sayesinde artık Suudi Arabistan'a ihtiyaç duymadığı ve bölgeden çıkması gerektiği sonucuna varmasıydı. Daha sonra bunun tersinin doğru olduğu ortaya çıktı. ABD'nin Çin ile rekabetinin yoğunlaşması, Rusya'nın nüfuzunu ve bölgesel ilişkilerini genişletmesiyle bölgenin önemi arttı. Ardından, Ukrayna savaşı şoku geldi ve Beyaz Saray eski defterlere geri dönerek hesaplarını gözden geçirdi. Zira stratejik koridorları, petrol ve gaz kaynaklarıyla Ortadoğu bölgesi, 1920'lerden itibaren ABD dış politika yapıcıları için hayati önem taşıyordu.
Başkanın hangi partiden olduğu değil, pozisyonları önemli. Bazılarının söylediğinin aksine, güçlü bir çıkara dayalı ilişki, kişisel ilişkilere dayalı ilişkiden daha iyi.
Eski Başkan Donald Trump ile ilişkiler ancak başkanlığının ilk haftalarında Suudi Arabistan diplomasisinin büyük çabalarının ardından iyiye gitti. Ne var ki bu özel ilişki daha sonra seçim yarışına olumsuz yansıdı ve Riyad iki partinin birbirlerine karşı kullandıkları bir enstrümana dönüştü.
Biden döneminde de benzer zorlukları görebiliriz. Örneğin, Demokrat Clinton göreve geldikten sonra, birçok kişi, Suudi Arabistan’ın Cumhuriyetçi selefi Bush ile olan seçkin ilişkisi, Bush’un Saddam'ı yenmek ve Kuveyt’ten kovmak için Suudi Arabistan ile yapılan ittifaktaki büyük rolü nedeniyle, Suudi Arabistan ile ilişkisinin kötü olacağını düşündü. Ancak Clinton'ın 8 yıllık başkanlık dönemi iyi ve iş birliğiyle dolu dolu olarak geçti. Hiçbir başkanlık döneminde iki tarafın genellikle sessizlik içinde üstesinden gelmeye çalıştığı küçük fırtınalar eksik olmadı. Sözgelimi Kral Fahd, Cumhuriyetçi Başkan Reagan dönemi sırasında, Suudi Arabistan’ın iç politikalarına müdahale olarak gördüğü tutumlarından dolayı dönemin Amerikan büyükelçisi Hume Horan'ı sınır dışı etmişti.
Görev süresinin sona ermesine iki yıldan fazla bir süre kalan (ki bu kısa değil) Biden bence, kendisini Suudi Arabistan’a karşı düşmanca davranmaya itmek isteyen akımlara rağmen ilişkilerinde gerçekçi ve olumlu olacak. Nitekim "Washington Post" gazetesinde yayınlanan makalesi alışılmadık bir adımdı. Makalesinde Suudi Arabistan ile ilişkiye dair görüşlerini açıklıyordu. Suudi Arabistan liderliği ile ikili görüşmelerin sonuçları beklenirken, ilişkiler krizinin geride kaldığına dair iyi bir işaret veriyordu. Biden’ın, Yemen savaşındaki askeri iş birliği konusunda, Trump'ın görev süresince ve kendisinin başkanlığının başlangıcında Suudi Arabistan’a karşı benimsenen olumsuz tutum ve kararlara son vermesi bekleniyor. Keza listelerle Suudi Arabistanlı kişilerin hedef alınmasına, iki ülke arasında var olan güçlü ilişkiyle örtüşmeyecek şekilde ABD mahkemeleri ve diğerlerinde Suudi Arabistan’ın egemen kurumlarına dava açma girişimlerine de.