Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Biden Suudi Arabistan’da: Politikalar ve stratejiler

ABD Başkanı Joe Biden, Ortadoğu ziyaretinin en önemli ayağı olan Suudi Arabistan'a geldi. Temaslarda tüm gündem konuları masada yer aldı; eski ittifak, karşı karşıya kaldığı sorunlar, iki ülke, bölge ve dünya için önemli potansiyellere açık gelecek.
Büyük imparatorluklar yanılabilir, ayrılığa düşebilir ve pusulasını kaybedebilir.
Eski Başkan Barack Obama yönetimindeki ABD, ciddi stratejik hatalar yaptı ve bunların başında da Ortadoğu bölgesinin önemini hafife alması geliyor.
İkinci stratejik hatası, iki kez köktendinci radikalizmin yanında yer alması. İlkinde “kaos istikrarını” ve hatalı olarak “Arap Baharı” olarak bilinen olaylar sırasında bir dizi Arap ülkesinde iktidara gelmesi için “Müslüman Kardeşler”i destekledi.
İkincisinde Tahran’daki mezhepçi köktendinci İran rejimiyle tarihin en kötü anlaşması olarak tanımlanan “nükleer anlaşmayı” imzaladı.
Biden yönetiminin sorunu, “Trump yönetiminden” sonra geri döndüğünde “Obama yönetiminin hatalarını ve yanlışlarını hem de kimi zaman aynı isimler ve yüzlerle sürdürmesi. Hem de bu sefer kendisini gerçekçilikten ve akılcılıktan uzaklaştıran, diğer ülkelerden önce ABD için nahoş sonuçlar doğuran politikalara öncülük eden daha abartılı bir coşkuyla.
Herhangi bir şekilde sert olabilecek bir dilden uzak durup önemli çağrışımlar taşıyan soğuk gerçeklerin diliyle konuşalım; Suudi Arabistan Arap, İslami, bölgesel ve uluslararası düzeylerde büyük ve etkili bir ülke ve Biden’ın son ziyareti, bir Amerikan başkanının Suudi Arabistan'da Arap ve Müslüman liderlerle ilk görüşmesi değil.
Biden, dünya çapında 1,5 milyardan fazla mensubu olan İslam dininin rükünlerinden biri olan Hac farizasını eda eden 1 milyona yakın Müslüman hacının ayrılışının ardından Cidde'ye ulaştı.
Suudi Arabistan bölgesel olarak Asya, Afrika ve Avrupa olmak üzere üç kıtayı birbirine bağlayan bir merkez ve dünya ticaretinin üçte birinden fazlası kıyılarından geçiyor. Uluslararası düzeyde ise Suudi Arabistan tüm bunları ve daha fazlasını temsil ediyor. Kendisi dünyanın en önemli ikinci enerji kaynağı ve OPEC’in lideri, “savaş” değil "barış" ve “yıkım” değil “kalkınma” ile dolu bir bölgenin inşasında en önemli ülke.
Büyük ülkeler bazen zor yoldan öğrenirler. Başkan Biden, ülkesinin bölgeyi terk etme ve Suudi Arabistan'ı haksız yere hedef alma hatasını kabul etti. Kendisine eşlik eden büyük medya heyetinde yer alan bazı gazetecilerin, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile müzakere masasındayken Biden’a Suudi Arabistan'ın hala bir "parya" olduğunu düşünüp düşünmediğini sormaları, siyasi paradoksu olayın merkezine yerleştirdi.
Obama yönetimi’nin en büyük hatası, köktendinciliğe ve radikalizme, “Müslüman Kardeşler” (İhvan) yönetimine ve “Arap rejimlerinin devrilmesine” destek vermesiydi.
Bundan sonraki en büyük hatasıysa İran ile bir çok sorun içeren "nükleer anlaşma”yı imzalamasıydı. Suudi Arabistan ve bölgedeki müttefikleri, İhvan’ı ve köktendinci grupları terörist olarak sınıflandırarak ve iç, bölgesel ve uluslararası hukuk gücüyle kovuşturarak “ilk hata”nın üstesinden gelmeyi başardılar.
İkinci hataya gelince, dünya, Washington yönetiminin onu canlandırmaya yönelik tüm gayretine rağmen, İran rejimiyle olan “nükleer anlaşmanın” nasıl bocaladığını izliyor. ABD yönetimi de sonunda içine düştüğü büyük stratejik hatayı keşfedip farklı bir strateji oluşturmaya başladı.
Büyük ülkeler hatalarını anlama ve rotalarını düzeltme kudretinde sahiptirler. Hataları kabul etmek bir erdemdir ve ABD'de bunu yaptı. Biden'ın Suudi Arabistan ziyareti ve bunun sonucunda ortaya çıkan anlaşmalar doğru yönde atılmış bir adım. Ülkeler arasındaki güveni yeniden inşa etmenin zaman ve ortak çaba gerektirdiği kabul edilerek, bu adımı daha önemli ve büyük adımlar izleyecek. İmzalanan anlaşmalar, gelecek için fiili garantiler oluşturuyor.
Suudi Arabistan ve Körfez Arap devletlerinin güvenliği, herhangi bir “yönetimin” isteklerine tabi olmaması gereken bir kırmızı çizgi, zamanın ve koşulların değişmesiyle değişmemesi gereken siyasi stratejidir.
Güvenlikle ilgili strateji ya sabitedir; istikrarlı ve güvenilirdir ya da değildir. Eğer değilse de dünyaya açılmak mümkündür ve seçenekler çoktur. ABD işte bu tarihi anda bu konunun önemini ve manipülasyona veya pazarlığa kapalı olduğunu keşfetti.
Suudi Arabistan ve ABD arasındaki zirvenin ardından yayınlanan ortak bildiride, iki ülkenin uzay, yatırım, enerji, iletişim, sağlık ve diğer alanlarda 18 anlaşma ve iş birliği mutabakatı imzaladığı duyuruldu. "Vizyon 2030"da Suudi Arabistan, kendi geleceğine, komşularının ve müttefiklerinin, bölgenin ve genel olarak dünyanın geleceğine dair umut verici bir gelecek görüşüne sahip. ABD gözünün önündeki ideoloji ve sol liberal aşırılıklar perdesini kaldırdıktan, akıl, mantık ve çıkarlar dilini hakim kıldıktan sonra bu vizyonun gücünü ve içerdiği büyük çıkarları idrak edebildi.
Dünyadaki ve bölgedeki büyük krizlerin artıları ve eksileri vardır. Uluslararası dengeler sürekli bir değişim ve dönüşüm halindedir. Başarılı olana bahis oynamak başarıyı, başarısız olana bahis oynamak başarısızlığı getirir. “Rus-Ukrayna savaşı”, “enerji fiyatları” ve “gıda güvenliği” etkili uluslararası krizlerdir. İran rejiminin nükleer ve yayılma politikaları, “Yemen savaşı”, “terörist milis gruplar”, “ticaret yollarına yönelik tehditler”, “petrol arzı” ve “barış süreci” ise uluslararası boyutu olan bölgesel krizlerdir. Kendilerinden uzak durarak veya içlerinde olup bitenlere göz yumarak hepsinin üstesinden gelinebileceğini düşünenler oldukça yanılıyorlar.
Körfez iç krizi Suudi Arabistan’daki "el-Ula Zirvesi"nde aşıldı. "Yemen krizinin" en zor aşaması Cidde'de Suudi Arabistan’ın girişimiyle aşıldı ve Riyad'da Yemen sahnesi yeniden düzenlendi. BAE ve Bahreyn Krallığı ile İsrail arasında yapılan anlaşmalarla “barış süreci” gelişti. Suudi Arabistan da İsrail'i “potansiyel müttefik” olarak görüyor. Mısır, istikrarlı ve güçlü bir devlet olarak halkına geri döndü. Irak, egemenliğinde, kararında ve halkının birliğinde bağımsız bir devlet olmaya geri dönmek için çabalıyor. Bütün bunlar Suudi Arabistan ve bölgedeki güçlü müttefiklerinin çabalarıyla gerçekleşti. ABD'yi hesaplarını gözden geçirmeye iten ve dünyanın bu hayati bölgesindeki büyük potansiyeli görmesini sağlayan da buydu.
“Yeşil Suudi Arabistan” ve “Yeşil Ortadoğu”, artık ABD'nin de desteklediği Suudi Arabistan girişimleri. Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin bölgeyi “yeni Avrupa” yapma vizyonu giderek daha belirgin hale geliyor. ABD'nin geçmişte bu potansiyeli göremeyen bazı hataları olmasaydı, bugün elde edilen başarılar daha büyük, daha güncel ve etkili olurdu.
Biden'ın Suudi Arabistan ziyareti öncesinde, sırasında ve sonrasında Amerikan liberal sol medyası şoktaydı. Ortak çıkarların dili sloganlardan ve aşırılıklardan daha güçlüdür ve her zaman kazanır. Yaşanan şok, bazı akılcı makaleler ve medya kuruluşlarının siyasal gerçekçiliğe geri dönüşüyle netlik kazandı. Demokrat Parti içinde büyüyen ve genişleyen bir akım da, geçmişteki hesapsız politikalar ve açıklamalarda ciddi revizyonlar talep ediyor.
Son olarak, Suudi Arabistan zirvesi, Körfez Arap zirvesi ve Başkan Biden'ın Cidde'de Körfez ve Arap liderleriyle yaptığı ikili zirveler büyük bir zaman ve emek tasarrufu sağlıyor.
Bu zirvelerin Arap olmayan herhangi bir bölge ülkesinde düzenlenmesi mümkün değildi. Yapılanlar cesaret verici ve hakkındaki kesin kararı gelecek verecek.