Abdulaziz Tantik
TT

İmam Gazali’ye yöneltilmiş eleştirilerin mahiyeti…

İslam Düşüncesinin kuruluş aşamasını anlamadan inşa ve gelişim dinamiklerinin anlaşılması da beklenmemelidir. Müslümanların düşünce bağlamında karşı karşıya kaldığı tehditler ve bu tehditlere yönelik geliştirilen yaklaşım biçimlerini anlamadan da Gazali’ye yönelik eleştirilerin mahiyeti anlaşılamaz! İslam Düşünce tarihi okumalarının müsteşrik boyutunu bir tarafa bıraktığımızda mezheplerin ortaya çıkışı ve bu çıkış ile birlikte meydana gelen ekollerin farklılığı ile birliği meselesi de önemini korumaktadır.
İslam Düşüncesi dendiğinde ikili bir yapının varlığını göz ardı etmemek gereklidir. Bir boyutu ile tamamen ilahi/aşkın ve verili bir yapıya sahiptir. Diğer taraftan ise bu aşkın ve verili olandan hareketle bilginin verdiği bakış üzerinden beşeri boyutun devreye girdiği zemine işarettir. İslam düşüncesi, beşeri boyutu ile de kendisine çizilen sınırlar içinde mevcudiyetini açığa çıkarmaktadır. Yani İslam düşüncesi, hiçbir zaman salt beşeri bir boyut kazanarak varlık sahasına çıkmamıştır, çıkması halinde ise İslam düşüncesi sıfatını kaybedecektir.
İslam, teorik olarak ve bu teoriye dayanak olan öncüllerini vahiy üzerinden peygamber aracılığı ile insanlara göndermiştir. Peygamberin şahsi hayatında temellenen bu bakış amelin belirleyiciliğini sağlamıştır. Yani İslam; İslam düşüncesini teorik ve pratik olarak peygamberin şahsında temellendirmiş ve böylece bir boşluk bırakmamıştır. Değişim kaçınılmaz diyen sesleri duymaktayım! Evet, değişim kaçınılmaz ve ilelebet devam edecektir. Ama bir düşüncenin düşünce olarak kabul edilebilmesinin yöntemi, sadece dinin değil, felsefi veya farklı disiplinlerin de içinde yer aldığı bir teorik çerçeve ve bu teorik çerçeve ile uyumlu pratik çerçeveye ihtiyaç vardır. Dinin kendine has teorik çerçevesi ve pratik çerçevesi vardır. Tabi ki yeni durumlar karşısında dinin hikmetinin uygulamada nasıllığı ile ilişkili olarak farklı görüşler ortaya çıkmıştır, çıkmaya devam edecektir. Ancak samimiyet ile hareket edildiğinde yanlışa bile bir sevap verildiğini haber veren bir dini düşüncenin müntesibiyiz.
Genelde İslam düşüncesini siyasal karakter üzerinden okumaya çalışan kesimlerde sorunlu bir yaklaşım doğmaktadır. Herhangi bir ilkenin varlığı, o ilkenin uygulamada gösterilen doğru ve yanlış tepkilerden bağımsız olarak ele alınır. Çünkü herhangi bir ilkenin istismara maruz kalmaması diye bir şey düşünülemez! Allah’ın adına yemin ederek istismara konu edinildiği bilinmektedir. Meselenin bu durumunu eleştiri konusu yapmanın en hafifinden bir art niyet koktuğunu belirtmekte yarar var. İşte İslam düşüncesini siyasal gelişmeler üzerinden okumanın en hafifi art niyet kokmaktadır. Çünkü tarihsel süreklilik bağlamında her peygamber sonrası bir çürümenin meydana gelmesi ile birlikte yeni bir peygamberin gönderildiği haber verilmektedir zaten bizlere… Bu noktada İslam’ın kendi bütünselliği içinde ortaya koyduğu bakışın ve bu bakışa dayalı yöntemin ilke olarak öncelenmesi asıldır. İslam düşüncesi bu kesintisiz yapısını uzun süre korumuştur. Ta ki felsefe ve diğer kültürlerin inanç kümeleri ve yöntemleri ile karşılaşana kadar. Tabi ki ilk yüz yıldan itibaren Müslümanlar farklı kültürlerle karşı karşıya kalmışlardır. Bu karşılaşma yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Farklı kültürlerin farklı soruları, yeni arayışlara ve yeni cevaplara yöneltmiştir Müslüman zihni. Ama hep bir ana yapı İslam’ın kendisinden hareketle kurulmuş yöntemi devam ettirmede başarılı olmaya çalışmıştır.
Şunu ifade etmekte yarar var: hangi düşünce olursa olsun; kendi merkeziyetinden uzaklaştıkça ve bu yakın bir tarihe tekabül ederse bir bocalama dönemi yaşar. İşte İslam düşüncesi de yeterli birikimi elde edemeyenler tarafından yeni kültürlerin bakışları ile karşılaştığında yeni arayışlara neden olmuşlardır. Bu yeni arayışlar Müslüman zihinler tarafından eleştiriye tabi kılınmıştır. Bu durumun uzun bir süre devam ettiğini söylemekte yarar var. İslam düşüncesi de hicazdan uzaklaşarak Mısır, Şam ve Irak gibi kültürlerin buluştuğu yerlerde mukim olmaya başlaması, iktidarı altına alması ile başlayan süreç karşılıklı etkileşimi zorunlu kılmıştır. İran kültürü ve karşılaşması ile birlikte daha büyük bir tehditle de karşılaşmaya başlanmıştır. Bu durumun İslam düşüncesine etkisini tartışmaya gerek yok. İzleri hala bugünümüzü belirlemeye devam etmektedir.
İşte İslam düşüncesi bu meydan okumaya karşı iki tavır üzerinden cevap üretmeye çalışmıştır. Bu iki tavrı belirtmeden önce bir meseleyi açıklığa kavuşturmakta yarar var: İslam düşüncesinin kendisi görülebilecek en büyük dinamik yapıya sahiptir. Hem kuruluş aşamasında bir dinamizm söz konusu idi. Hem karşılaşmalarda bu dinamizmin izlerini görmeye devam etmekteyiz. Bu dinamizmin bizatihi doğası ise hem yaşamın doğasının dinamikliğine hem de insanın doğasının dinamikliğine dayanır. Yaşam insanın imtihan oluşunun temelini kurucu bir zemin olarak inşa edildiği için dinamiktir, değişim kaçınılmaz bir süreçtir. İnsanda sürekli bir imtihan olgusu içinde yer aldığı için dinamik ve değişime açık bir yapı arz eder. İşte bu şartların ürettiği temel bir yaklaşım vardır: İslam, insana yeryüzü serüveninde istikamet üzere kalışını sağlayacak ilkeler, emirler ve nehiyler verirken, yolda iken hangi psikolojik vasata sahip olması gerektiğini, hangi ahlaki zemine yaslanması gerektiğini belirlerken bir tercihe kapı aralayarak bunu sağlar. Yani kişi, Müslüman olma şuurunu tam olarak idrak ederek yola çıkarsa karşılaşacağı her şeyi Müslümanca bir bakış üzerinden değerlendirerek tavırlarını ona göre belirlemesi onun sorumluluğundadır. İlkeler orada durmaktadır. İlkeler ile eylem arasında zorunlu bir bağ yoktur. Bu temel ilke unutulduğu için bugün din ve dine dayalı bakış sorgulanmaya cesaret edilebilmektedir. Bunu sağlayan şey ise; salt beşeri düşünceyi ilke olarak kabule dayanmaktadır.
Şimdi İslam düşüncesine dayalı ikili bir yapıya geri dönelim: ilk tepki; İslam kendi bütünlüğü içinde var olmaktadır, bir başka desteğe açık değildir. Kendi kendine yeterliliğe haizdir. Bu yüzden yapılması gereken şey; tehdide konu olan şeyin İslam’ın sahih ve sahici yöntemi üzerinden değerlendirmeye tabi tutmak ve ona göre tavır geliştirmektir. Ana yapısını, ilim sahibi sahabe, ilim sahibi selefi salihin ve mezheplerin kurucu imamlarının neredeyse ortak yaklaşımı farklılık taşısa bile bunun üzerine bina edilmiştir. Farklılıklar ana temeli koruduğu için sorun teşkil etmemiştir. Hatta bu çerçeve içinde çoğul bir yaklaşım kabul görmüştür. İslam düşüncesi bu anlamıyla çoğulcu bir karaktere sahiptir. Buradaki çoğulculuk ana ilkelerden bağımsızlığı taşımaz. Sorun tam olarak burada açığa çıkmaktadır. Farklı kültürlerle ve inanç kümeleri ile karşılaşma farklı bilgi yöntemleri ile karşılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Burada meydana gelen ve çoğulculuğu bir temel ilke olarak gören yaklaşım, farklılığı tolere ederek bu farklı yaklaşımların sorularına cevap üretirken, onların kullandığı yöntemi dikkate alarak cevaplar üretmeye başlamıştır. Bunu da İslam düşüncesinin kendi çoğul karakterini ilke olarak ortaya koyarak bu açılım sağlanmıştır. Mutezile bu çerçeve içinde düşünülebileceği gibi tasavvuf kültürü ve bunun oluşturduğu bakış üzerinden dinin yorumlanmasının izleri de bu bakışı taşımaktadır. Yani yaklaşımın ilki, İslam düşüncesinin bütünlüğünü dikkate alarak yeni mesailere kendi bütünlüğü içinden cevap vermeye yeltenirken, diğeri ise yeni durumu dikkate alarak onların bilgi sistemlerinin de bir değeri olduğu kanaati üzerinden onlara onların dilinden cevap vermeye çalışmıştır. Bu durum Müslüman zihnin kendi içinde bir tartışmaya neden olmuştur. Hasan el Basri ile Mutezile arasındaki ilk ayrım ve buradan neşet eden yaklaşım tarihsel bir çatallaşmaya neden olmuştur. Bu iki tutumu aşan farklı yaklaşımlar da meydana gelmiştir. Daha uca dönük arayışlar yeterli bir desteği sağlayamadığı için sorun teşkil etmeden tarihin tozlu raflarındaki yerini almıştır.
Şimdi günümüzde Gazali üzerinden geleneğe yönelik yapılan eleştiriler ve Gazali özelinde akıl düşmanlığı ile felsefenin durdurulması gibi suçlamalar neden yapılmaktadır?
Bunun sebebi İslam düşüncesinin kendi tarihsel seyri içinde yürüdüğü istikamet her iki yapısal unsuru birleştirecek bir zemine kavuşturulması ile sonuçlandığı içindir. Yani İslam düşüncesi kendi bütünlüğünü koruduğu sürece modern düşünce kendi meşruiyet zeminini kuramayacak ve Müslümanların seküler bir yaşama alıştırılamayacağı korkusuna dayanmaktadır. Daha ilk on sekizinci yüzyıldan itibaren oryantalistler Gazali’ye yönelik saldırılara başlamışlardır. Bu saldırıların altında ise İslam düşüncesi Gazali ile kendi otantik bütünlüğünü sağlamış ve tehdidi geri püskürtmüştür. Gazali sonrası İslam düşüncesi hem felsefi sistemi hem tasavvufi sistemi kendi sistematiği içinde yeniden tanımlamıştır. Bu tanımlama ile birlikte İslam düşüncesi kendi bilgi sistemini koruyarak farklı bilgi sistemlerini kendi bilgi sisteminin alt basamağı haline dönüştürmüş ve büyük bir değişimi başlatmıştır. Yani on ikinci yüzyıl ve sonrası ile birlikte düşüncenin gelişim seyrine bakılsın, sadece İslam egemenliğinin olduğu yerlerde değil, dünyanın diğer kalan bölgelerinde de bu etkinin varlığı rahatlıkla görülecektir. Osmanlının medeniyet kurucu bir unsura dönüşmesinin de bu çabaların sonuç vermesi ile irtibatı açıktır. Molla Fenari ile başlayan süreç daha sonra gelişerek devam etmiştir.
Gazali’ye yönelik bugünkü saldırı işte İslam düşüncesinin kendi bütünlüğünü koruyacak bir sistemin varlığına sahip olması ve bunun geçerliliğinin sağlanmasına yönelik bir saldırıyı içermektedir. Felsefe ve bilimin bağımsız bir hakikat sahibi oluşunu garanti altına almanın bir yolu olduğunu da söylemeliyiz… Çünkü modern İslam düşüncesi de modern düşüncenin tehdidi karşısında bocalamış ve modern düşüncenin epistemik yapısını kabule yanaşmıştır. Bu tartışma Hindistan ve Mısır ile Türkiye’de olmak üzere hep tartışıla gelmiştir. Bu yeni çatallanma daha vahim bir sonucu doğurmaktadır. Çünkü ilk karşılaşma da iktidar olan İslam dolayısıyla Müslümanlar idi, bugün ise yenilgi travması altında kalan Müslümanlar, toprakları da işgale uğrayanlardır. İşte bu çerçeve içinde Gazali’ye yöneltilen her eleştiri, Müslümanların bağımsızlık hülyasına yöneltilmiş bir eleştiridir ve Modernliğin kabulüne yönelik bir egemenlik histerisine dayanır.
Son yüz elli yıllık İslam düşüncesi serüvenini izleyen biri yukarıdan itibaren söylemeye çalıştığım şeyin neye tekabül ettiğini anlayacaktır. Bugün hala bu sorun çözüme kavuşturulamamaktadır. Ama İslam dünyasında entelektüel havzalar bu meseleyi ciddiye aldılar. Bu alanda ciddi çalışmalar ortaya kondu. Bugün Gazali’yi yeniden diriltecek adımlar atılmaktadır. Müslüman zihin bugün uykusundan uyanmakta ve yenilgi travmasının sonuçlarını alt etmenin zeminini işaret edebilecek bir atılıma şahitlik edecektir. Bu alanda yapılmış çalışmalar gün yüzüne çıkmaktadır. 
Gazali demek modern düşüncenin tehdidi karşısında Müslüman kalarak bir cevap üretmenin imkânı demektir. Gazali demek bir sistem, bir yaklaşım biçimi ve İslami bilgiye dair genel bir teorik çerçeve demektir.
Bir makalenin sınırlarını aşmamak adına burada duruyorum. Meseleyi daha derinlikli bir araştırmanın öncülü olarak görerek meseleye nokta koyalım…
İmam Şafii, İmam Eşari, İmam Cüveyni ve İmam Gazali çizgisini yeniden düşünmeye olan ihtiyaç her zamankinden daha fazladır…