Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Maliki’nin mi yoksa Hamaney’in mi ses kaydı?

Irak'taki Şii siyasi statükonun tüm bileşenleri arasında, eski Irak başbakanı Nuri el-Maliki, siyasi faaliyetlerinde Şiiliği en çok kullanandır. Tarihle ilgili çarpık ve politize bir anlatıyı yeniden sunmakta ve sonra bunun günümüzle bağlantısını abartmakta tüm rakip ve dostları geride bıraktı. Aynı şekilde bugün Irak'taki siyasi savaşların, tamamen Yezid ve Hüseyin arasındaki savaşın bir uzantısı olduğunu varsayarak herkesi geçti.
Bununla birlikte, yakın zamanda sızdırılan Maliki'nin ses kaydı, tarihe dair bu tatmin edici canlandırmanın, Şii terim ve fikirlerinin küstahça kullanımının, mezhep ve mensuplarının açıkça ticaretini yapmaktan başka bir şey olmadığını ortaya koydu. Kayıt şüphesiz Maliki için bir skandal, ancak ki bu daha da önemli, Tahran'a bağlı milislerin aktif olduğu tüm ülkelerde tercih edilen İran modeli olan Maliki modeli için tam bir skandal.
Bu model 3 ana payandaya dayanıyor; silah ve milisler doktrinin önceliği. Hegemonyası altındaki hiçbir ülke tarafından değil, İran tarafından belirlenen siyasi hedeflere ulaşmak için mezhep, mensuplarının ve şahsiyetlerinin ticaretini yapmak. Üçüncüsü, İran Devrim Muhafızları ile mutlak bağlantı.
Partiler halinde sızdırılan ve daha sonra tamamı yayınlanan 48 dakikalık kayıttan, milis silahının Maliki’nin siyasi eylemlerinin önceliği olduğu anlaşılıyor.  Irak, “siyasi Şiiliğe” Baas (Sünni) devletinin yıkıntıları üzerinde “devletini” kurma fırsatı vermiş olsa da, Maliki'nin sözlerine göre, öncelik hiçbir zaman devleti ve onun kurumlarını inşa etmek, İran müdahalesinin ürünlerinin neler olabileceğine dair başarılı bir model sunmak olmadı. Aksine, hedeflediği şeylerden biri İran hegemonyasının önünü açmak için ısrarla devletleri zayıflatmak, kurumlarını tüketmek ve anayasalarıyla alay etmek olan hazır yedek bir güç olarak milis grupların inşasıydı.
Lübnan, Suriye, Yemen ve diğer "bölgelerdeki" durumun aksine, Şii cemaati içinden hala direnenlerin çıktığı Irak'ta durum böyle.
Milis gücünün önceliğini pekiştirmek, devlete kurumlar üzerinden tahakküm etme cazibesine kapılmamak, Kasım Süleymani'nin öldürülmeden önce geliştirdiği ve uyguladığı stratejinin siyasi dehasının dayanaklarıydı. Süleymani'ye göre devlet ve kurumlarının tek bir işlevi vardı, o da milisler ve devlet, yani "Hizbullah" ile Beyrut hükümeti ve İran’a sadık "Haşdi Şabi" ile Bağdat hükümeti arasındaki ayrımın açıkça belirlenmesi şartıyla milisleri meşrulaştırmak.
İkinci payandaya yani mezhep ve mensuplarının ticaretini yapmaya gelince, Maliki'nin kaydı bunun açık bir kanıtı. Eski Irak başbakanı sözleri arasında, iktidar oyununu sürdürmek ve İran elinin nüfuzunun devamlılığını sağlamak için bu silahın başkaları gibi Şiilerin kendilerine karşı da kullanılabileceğini söylüyor.
Maliki, Sadr hareketinin lideri Mukteda es-Sadr'ı hedef alarak, kelimenin tam anlamıyla şunu söylüyor, “Bir sonraki aşama bir savaş aşamasıdır. Dün bunu Başbakan (Mustafa) El-Kazimi'ye de söyledim. Ona sana, orduya ve polise güvenmiyorum, siz hiçbir şey yapmıyorsunuz dedim. Irak kimsenin sağ çıkamayacağı yıkıcı bir savaşın eşiğinde. Bu savaş ancak Sadr, Halbusi ve Mesud Barzani'nin yönelimlerini yıkabilirsek engellenebilir”.
Bu sözleri Maliki’yi suçlu gösteriyor, gelgelelim Irak'taki nüfuzunu (bu nüfuzun sınırları ve Şiilerin bundaki çıkarları bir yana) korumak amacıyla Şiiler arasında bir iç savaş çıkmasını dahi dert etmeyen İran'a karşı kayda değer bir suçlama oluşturuyor. Maliki'nin açıklamaları, genel olarak Şiilere karşı sözlü bir saldırganlık içeriyor. Onları “alçaklar” olarak nitelendiriyor. Ayetullah Ali el-Sistani'yi Baas'ın yeniden iktidara gelmesinin (burada Baas'ın değil Sünnilerin dönüşünü kastediyor!!) yolunu döşeyen bir tür suç ortaklığına benzeyen ihmalkarlıkla suçlayarak ona neredeyse doğrudan hakaret ediyor. Maliki'nin sızıntılarından anlaşıldığına göre hedefe ulaşma yolunda kişilerin itibarını, onurunu ve canını hedef almak mubah. Bunu meşrulaştıran şey ise, Şii mezhebinin ve Irak'taki mensuplarının ve ileri gelenlerinin çıkarlarıyla uyumlu olmak zorunda olmayan İran siyasi çıkarlarıdır.
Bir başka bölümde Maliki, Iraklı Şii milis grupları unsurları ve liderlerinden oluşan ziyaretçilerine hitaben şöyle diyor, “İran İslam Cumhuriyeti ile bir ilişkiniz var mı? Onlardan destek istemek konusunda bir sakıncanız var mı? Bugün onlardan biriyle görüşeceğim ve onlarla sizin aranızda bir görüşmenin zeminini hazırlayacağım. Ben sadece sizinle onlar arasında bir görüşme ayarlayacağım ve sizi desteklemelerinin gerekliliğini onlara bildireceğim. Çünkü onlar da durumun vahametini hissediyorlar. Size de onlarla görüşmenizi tavsiye ediyorum. Doğrudan (Devrim Muhafızları) ile muhatap olun”.
Bu sözler, ses kaydının kişisel olarak bizzat Maliki kadar ifşa ettiği İran modelinin üçüncü dayanağını açığa çıkarıyor; Devrim Muhafızları ile bağlantı kurulması, Irak gibi bir petrol ülkesinin eski başbakanının deyimiyle, İran modelinin çalışma şekli. Burada bir başbakan ile finansmanının, silahının ve maaşının İran tarafından gönderildiğini ya da bir keresinde “İran Dini Lideri’nin hayalleri emirdir” anlamında bir şey söyleyen Hasan Nasrallah gibi bir milis grubunun lideri arasında hiçbir fark yok.
Maliki, geçmişte İran’a bağımlılıkta bundan daha yüksek seviyelere çıkmıştı. Irak'ın kaynaklarını İran "Devrim Muhafızları" ve öldürülen lideri Kasım Süleymani için bir can damarına dönüştürmüştü. Hükümeti, günlük 200 bin varil ham petrol gelirini, bugünün fiyatlarıyla günde 20 milyon dolara denk gelen bir geliri bir kenara ayırarak, Devrim Muhafızlarının Irak ve yurtdışındaki projelerini finanse etmesi için Süleymani'ye teslim ediyordu.
Maliki'nin kayıtta söyledikleri, gerek devlette sorumluluğunu üstlendiği konumda iken gerekse İran nüfuzunu komşu ülkelere ihraç etme programındaki siyasi aktivist konumuyla olsun yaptığı şeylerdir.
Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz şey, bir politikacıyı zor durumda bırakan ve siyasi geleceğini tehdit eden bir ses kaydı olmanın ötesine geçiyor. Maliki skandalı, bir bütün olarak İran modelinin skandalı ve bölge ülkelerinin "İran’ın istikrarsızlaştırıcı tutumundan" bahsederken aslında nelerden şikayet ettiklerinin parlak bir kanıtı.
Bu, İran projesinin derin zihninin ve Devrim Muhafızları'nın stratejisinin ses kaydı, onlarca yıl içinde elimize geçen en önemli jeopolitik belge. Sözler Maliki'nin ağzından ziyade Tahran'da oturan aklın derinliklerinden dökülüyor.