Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Arap başkentlerindeki ruh hastalanabilir ama ölmez!

Bağdat'taki durum Beyrut, Hartum, batıda Trablus ve başkent Tunus'takinden farklı değil. Beş Arap başkentindeki kriz bir gün şiddetlenip ertesi gün hafifliyor fakat yine de devam ediyor ve çözüm bulunamıyor. Tüm bu başkentlerdeki kriz arasındaki fark ise tür değil, derece farkıdır!
Beş başkent, sanki yeni bir bebek bekliyormuş gibi zor bir durumda görünüyor. Her yeni günün başlangıcındaki etkileşimleri takip etseniz de yeni doğanın nasıl görüneceğini, Allah’ın izniyle olurda aydınlığa çıkarsa ne gibi özelliklere sahip olacağını bilemiyorsunuz.
Pek çok durumda beş başkentte birbirini takip eden sahnelerden ve peşi sıra gelen görüntülerden Arap Baharı'nı yeniden üretmeye yönelik girişimlerde bulunulduğunu hissediyorsunuz. Bunlar, ümitsizlik nedir bilmeyen çaresiz girişimlerdir. Yaklaşık on yıl önce ilk raundu kaybetmiş olsa da şansını tekrar denemek için geri dönmesi gerektiğini, ilkinde başarısız olsa da ikinci seferde şansın kendinden yana olabileceğini düşünüyor.
Olayların yorumlanmasıyla ilgili teorilerden biri, bize hiçbir şeyin boşluktan gelmediğini ve her yerdeki her olayın, sonuçları öncüllere bağlayan veya öncülleri sonuçların önüne koyan mantık ilkelerine tabi olduğunu söyler. Mantık, olayların boşlukta yüzmesine izin vermez. Söz ettiğim başkentlerde yaşananların büyük bir depremin artçı sarsıntıları türünde olması da mümkündür, ki bir bölge depremle sarsıldığında artçıları da onu da takip eder. Bunlar genellikle ana deprem kadar güçlü değildir. Ancak yine de büyük depremden kalan enerjilerine göre çevrelerini sarsan küçük depremlerdir.
Ancak güven verici olan şey, bu beş başkentin gerçekliğinin, ufukta utangaç bir şekilde görünen umut belirtisinden yoksun olmamasıdır. Sanki bulutlu bir gecede ay birdenbire göğü yarıyor ve bir ışık huzmesi gecenin karanlığını delip geçerek uzun bir gecenin ardından gelecek güne dair umutları yeşertiyor.
Bağdat’ın, Türkiye'nin kuzeydeki bir turizm beldesine yönelik saldırısına karşı ayaklanması, bu uzun geceyi yenebileceğinin ve yüzyılın başlarında Amerikalıların kendisini soktuğu tünelden çıkmaya hazır olduğunun bir işaretiydi. Evet, ABD Paul Bremer'i Bağdat’a gönderip ordusunu dağıtma kararı aldığında yalnızca Irak için değil, bölge için bir felakete yol açtı. Iraklılar, Türk saldırılarını ret, misilleme talebi ve topraklarının işgale açık hale gelmesinin cezasız kalmaması gerektiğini söylemek için sokaklara ve meydanlara döküldüler.
Irak hükümeti Türkiye ile birlikte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne gittiğinde bu durum, iki komşu ülke arasında yirmi yıl sonra ilk kez yaşanıyordu. Bu gidiş, iktidarın Iraklılar arasında yayılan ayaklanmaya cevap vermekten başka seçeneği olmadığının göstergesiydi. Iraklıların onurunun zedelenmesi karşısında öfke duymaktan başka alternatif bulamadı. Mezopotamya topraklarında bu öfkenin devam etmesi ve her Iraklının İran'ın ülkesindeki siyasi kararları gasp etme girişimlerine de eşit derecede öfke duyması iyimser olunacak durumlardır. Ankara'nın Kürdistan'daki tatil beldesine yönelik saldırısına karşı tavizsiz öfkesinde olduğu gibi Irak’ın, Tahran’dan gördüğü muameleye karşı da öfke duyması gerekir.
Beyrut'taki işaret, Hizbullah'ın geçen ayki seçimlerde çoğunluğu elde edememesiydi. Nitekim Lübnanlıların çoğunluğu, Hizbullah'ın ülkenin siyasi hayatına girmesini kabul etmedi. Seçimler bunu en güzel şekilde ortaya koydu. Hizbullah'ın çoğunluğun sesini dinlemekten ve seçimlerin gönderdiği “mesajı” almaktan başka çaresi yok. Çünkü bu, hiçbir sesin kendisini bastırmaması gereken sokağın sesidir.
Hartum’a gelirsek, Egemenlik Konseyi Başkan Yardımcısı ve Hızlı Destek Güçleri Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti), ordunun siyasi sahneyi sivillere bıraktığını, kışlaya geri döndüğünü, vatan savunmasındaki rolü ve görevleriyle yetineceğini açıkladı. Hızlı Destek Güçleri Komutanı Hamideti, daha da ileri giderek birleşik ulusal ordu oluşturmak için Sudan ordusuyla çalışmaya hazır olduğunu söyledi. Bu, Hamideti’nin güçlerini Sudan ordusuna entegre etmeye hazır olduğunu gösteriyor. Hamideti ve Egemenlik Konseyi'nin samimiyetinden şüphe duyan siviller olmasına rağmen aslında onun açısından açıklamanın gönüllü bir şekilde yapıldığı söylenemez. Onun bu sözleri, siyasi arenada gördüğü uyanışın sonucuydu ve el-Beşir sonrası dönemde Sudanlılar arasında büyüyen uyanışa bir yanıttı. Bu uyanış, Beşir döneminde ve sonrasında Sudanlıların başına gelenlerin, “Sudanlı kişiliğini” ortadan kaldıramadığının ve her Sudanlının derinlerinde siyasi eylemde bulunmaya yönelik doğal eğilimi yok edemediğinin bir diğer göstergesidir.
Trablus'ta iktidar için yarışanlar, doğuda ve güneyde Mareşal Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nda ve batıda Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki hükümette olduğu gibi ordu için iki değil, bir genelkurmay başkanı olması gerektiği sonucuna vardılar. En sonunda iki taraf, ülkeyi korumak için tek ordu olması gerektiğini, iki genelkurmay başkanının iki ordu anlamına geldiğini, iki ordunun iki ülke anlamına geldiğini ve vatan toprağındaki iki ülkenin hem vatanın kendisi hem de vatandaşları için felaket olacağını anladı. Libya'nın bu kabustan kurtulacağına dair umut veren şey, önce genelkurmay başkanlarının sonra da iki tarafın bu hedef için bir araya gelmesi oldu.
Tunus'ta, Cumhurbaşkanı Kays Said'in çağrısıyla yeni anayasa için referandum gerçekleştirildi. Tunusluların sandık başına akın ettiğine dair okuduklarımıza ve cumhurbaşkanı destekçilerinin onun anayasal projesinin ulusal devlet projesini koruduğunu söylemelerine rağmen, bir dizi muhalefet partisinin referandumu boykot etmesi, Tunus’ta siyasi bir canlanma olduğu anlamına geliyor. Aynı zamanda bu, Tunus'taki muhalefetin, hükümeti tekelleştirmeye yönelik herhangi bir girişimin karşısında durabilecek güce sahip olduğu anlamı taşıyor.
Bunlar, bahsi geçen beş başkentteki ışıklar ve Arap başkentlerindeki ruhun hastalanabileceğinin ama ölmediğinin işaretleridir!