Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Şii kimlik üzerindeki çatışma güç paylaşımının ötesinde

Lübnan'dan Irak'a kadar Şii kimliği üzerinde devam eden bir savaş var. Sadr Hareketinin lideri Mukteda es-Sadr, ilk tweetlerinde “Taf Devrimi”nden veya H. 61 yılında Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib, ailesi ve yoldaşları ile Yezid bin Muaviye'ye bağlı bir ordu arasındaki Kerbela Savaşı'ndan ilham aldı.
Sadr, Irak'ta sahadaki aktivizmi başlatan uzun tweetinde şunları söyledi: “Taf Devrimi, özgürler için bir meşaleydi ve tüm dünyadaki özgürler için hâlâ da öyle. Bu devrimde kan kılıca galip geldi ve bu nedenle zaman içinde pek çok devrimci yalanı, adaletsizliği ve yolsuzluğu reddetmek için onu bir örnek ve bir model olarak gördü”. Şunu da ekledi: "Taf, liderinin İmam Hüseyin olduğu bir ekoldür. Biz sadece en yüksek fedakârlık, kurban olma, haksızlık ve zilleti reddetme anlamlarından ilham alan öğrencileriz.” Irak'ta iktidarın biçimi ve seçenekleri üzerine siyasi bir savaşta Sadr’ın kendisini Hz. Hüseyin’e dayandırması,1979'dan beri bölgede İran'ın önderlik ettiği daha geniş bir mezhepsel proje adına eski Irak başbakanı Nuri el-Maliki'nin uyguladığı Şii mezhebinin kavramlarını, anlamlarını ve başlıklarını aşırı bir şekilde sömürmeye doğrudan bir yanıt. Bu nedenle, sadece iktidar için değil, aynı zamanda Şiiliğin siyasetteki anlamı için de bir mücadeleyi temsil eden karşılıklı mezhepsel bir çerçeveleme ile karşı karşıyayız. Oysa İslam dünyasında siyasi Şiiliğin temsilini tekeline almasından ve diğer okulları marjinalleştirmesinden veya yok etmesinden bu yana İran, ilk bakışta bu tartışmayı sonlandırmayı başarmış gibi görünüyordu.
Girdikleri Meclis binası içinde İran ve Irak’taki siyasi ve ulusal hayat üzerindeki hegemonyasına karşı düşmanca sloganlarla seslerini yükseltenler, Sadr yandaşlarından Hüseyin’e bağlı olanlardı. Bu sahne karşısında, Maliki’nin savaşı Şiilerin temsilcisi olarak kendisi ile son zamanlarda ifade ettiği gibi yeni Baasçılar (yani Sünniler) arasında gösterme çabaları direnç gösteremeyerek yıkıldı. Zira savaş hızla, öncelikle Şii mezhebi mensuplarının, ardından genel olarak Iraklıların başlıca tercihleri ​​üzerine bir Şii-Şii çatışması boyutuna büründü.
Siyasal Şiilik içindeki yenilenen bu savaşın, 1979'da İran'da Humeyni devriminin zaferinden önce ve sonra Şii akımlar arasında yaşanan mücadelenin kalbine uzanan kökleri var. İran devrimi Şah rejimini devirmeyi başarmadan önce, Musa es-Sadr (Mukteda'nın kuzeni), devrim sonrası İran ile ilgili siyasi ve anayasal tasavvurlar konusunda kendisi ve Humeyni arasındaki siyasi anlaşmazlığın zirvesinde kaçırıldı (muhtemelen öldürüldü). Sadr'ın öldürülmesinde Humeyni'ye bağlı grupları suçlayan birçok soruşturma ve belge var. Zira Sadr, Humeyni’nin velayet-i fakih teorisine karşı çıkmak ve Ayetullah Şeriatmedari ile olan ilişkisi üzerinden Kum Okulu'nu bu teoriye karşı harekete geçirmek ile yetinmedi. İran rejimini Sadr Hareketinin belirgin bir role sahip olduğu yarı anayasal monarşiye dönüştürmek için Şah ile siyasi bir uzlaşıya varmaya çalışacak kadar ileri gitti.
Humeyni'nin başarılı olmasından sonra, Humeynizmin İran devrimi üzerindeki kontrolünü siyasi olarak sıkılaştırmasına, devrimin Velayet-i Fakih teorisi ile rehin alınmasına hazırlık olarak, Mehdi Bazergan ve Ebu’l Hasan Beni Sadr gibi dini ve liberal kesişim noktasındaki Şii siyasi akımlara ve şahsiyetlerine yönelik bir dizi suikast ve tasfiye yaşandı.
Bu çatışma, seksenlerde Musa es-Sadr'ın daha önce aktif olduğu Lübnan'a uzanarak, güneyde ve Beyrut’taki Hizbullah milisleri ile Emel Hareketi’ni de kapsadı. Çatışma, her iki taraftan da binlerce kişinin canını alarak, siyasi Şii akımlar arasında bir çekişmenin yanı sıra Hafız Esed'in Şam'ı ile Humeyni'nin Tahran'ı arasındaki bölgesel nüfuz, Lübnan ile İsrail arasındaki sınırda “direniş” kartının sahibinin kimliği belirleme mücadelesi şeklini aldı. Lübnan Şiilerini tanıyan herkes bilir ki, bu çatışmaların közleri şu anki Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri'nin İran ile vardığı siyasi anlaşmanın külleri altında yatıyor. Anlaşma özetle, Berri ve destekçilerine iktidar ve kazanımlarını verirken, İran ve destekçiklerine Şii mezhebi adına karar alma mekanizmasını veriyordu. Bu mekanizma, Berri’ye kendileri ile ayrı düşme marjı da sunuyordu ama zararsız olması şartıyla.
Nebih Berri, Şiileri İran'dan kurtarmak veya üzerlerindeki kontrolünü azaltmak için savaşma cesaretinden yoksun. Bu, pratikte Hizbullah'ı rahatlatıyor olsa da Irak'taki mevcut durum Hasan Nasrallah'ı çok endişelendiriyor. Şii kimliği ve Hizbullah’ın onu ve çıkarlarını temsil ettiği konusuna son zamanlarda artan bir biçimde neden odaklandığını açıklıyor.
Hizbullah’ın kuruluşunun 40’ıncı yıldönümü vesilesiyle verdiği röportajda Nasrallah, "Lübnan'a benzeyenler ve benzemeyenler" ile "Hizbullah'a benzeyenler ve Hizbullah’ın benzemedikleri" hakkında uzun uzun konuştu. İronik bir şekilde, Hizbullah'ın kültürüyle hiçbir ilgisi olmayan kozmopolit ve çoğulcu Lübnan kimliği anlatısından argümanları ödünç aldı. Bunun tek nedeni Nasrallah'ın, Humeyni kimliği üzerinden onlarca yıldır hüküm süren tek kutuplu Şii siyasi temsilinin bugün mezhep içinden meydan okumalarla yüzleştiğini hissetmesi. Köklü ve halkı temsil eden sarıklıların, dahası “Kerbela ve Hüseyin diyarında” parlamenter çoğunluğa sahip bir sarıklının rekabetiyle karşı karşıya olduğunu fark etmesi. Nasrallah, “ben Şiiyim” deme ihtiyacı hissediyor, çünkü Irak'ta ona tam tersini söyleyenler var. Hüseyni sembolü tekeline alması için savaşması gerekiyor, çünkü Irak'ta Hüseyni birisi ona ve İran’a tam aksini söylüyor. Bu, Sünni veya Hristiyan ötekinden ziyade Şii ötekine yönelik gibi görünen “Selam ey Mehdi” marşının söylendiği büyük kutlamaların (Hizbullah’ın kuruluş yıldönümü) nedenlerini kısmen açıklıyor!
Siyasal Şiilik içinde açılan bu savaşın bilinen sınırlarda duracağını ya da siyasal bir paylaşım anlaşmasıyla bitirilebileceğini gösteren hiçbir şey yok. Herkesin benimsediği çıtalar çok yüksek. Bütün bunlar dini partilerin insanlar, onların çıkarları ve gelecekleri için herhangi bir erdem üretme yeteneğine olan güvenin kitlesel olarak kaybolduğu bir anda yaşanıyor. İran milislerinin hâkim olduğu iki rejimin hüküm sürdüğü Irak ve Lübnan'daki vahim koşullar da bunun tanığı. Bu nedenle Sadr'ın söylemlerindeki yurtsever tarafı korumak ve etrafında toplanan halkayı genişletmek için sivil akımlarla ve "Ekim Devrimi" güçleriyle flört ettiğini görüyoruz.
Bu, Saddam Hüseyin'i devirmek, Irak'ta İran karşısında bir denge faktörü (!) oluşturacak bir Şii rejiminin üretilmesi için başlatılan 2003 savaşı bağlamında ve öncesinde teorileştirilenden farklı yönler alan siyasal Şiiliğin geleceği üzerine bir mücadele.
Bugün olup bitenler, İran'ın bölgesel rollerinden herhangi birinden bir başarı öyküsü üretmekte başarısız olmasından sonra, aşağıdan yukarıya doğru oluyor.