Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Türkiye’deki dindarlık araştırmaları üzerine…

Din sosyolojisi başlığında yapılan çalışmalara baktığımızda aslında ilk müşkülün din konusunda genel geçer ve genelin kabul ettiği bir din tanımın olmamasından kaynaklandığını görürüz. Aynı problem dindarlık için de geçerlidir; hem din hem de dindarlık oldukça öznel ve tecrübi yönleri olması hasebiyle kolay kolay tanımlanamamaktadır. Haliyle bu da din sosyolojisi başlığı altındaki dindarlık araştırmalarının hem çalışma imkanlarını zorlaştırmakta hem de elde edilen verilerin sağlıklılığı noktasında küçük de olsa soru işaretleri doğurmaktadır.
Abdurrahman Kurt, Dindarlığı Etkileyen Faktörler başlıklı makalesinde dindarlık tanımı yapmanın güçlüğünden bahsettikten sonra dindarlığı şöyle tanımlar: “Dindarlık genel olarak “bireysel”lik ile çerçevelenir. Bu bağlamda dindarlık, ‘dinin insan hayatına nüfuz derecesi’ şeklinde tanımlanabilir.”
Dindarlık nört bir kavram değildir, kadın-erkek, genç-yaşlı, dindar bir çevre yahut daha seküler bir çevrede yetişmiş olmak, kentte-kırsalda yaşamak, evli-bekar olmak, eğitim durumu, modern dönem ve modern öncesi dönem, teknolojik gelişmeler, coğrafi konum vb. gibi değişkenlerden etkilenmektedir.
Dindarlık her ne kadar bireysel bir durum olsa da aynı zamanda toplumdaki genel durumdan etkilenir ve toplumu da etkiler.

Dindarlık araştırmaları
Dindarlığı ölçmek kolay bir çalışma olmasa dahi, dindarlığı ölçmek konusunda bir takım ölçekler kullanılmaktadır. Cemile Zehra Köroğlu, “Türkiye’de Dini Hayatın İncelenmesi: Bütüncül Bir Yaklaşım” başlıklı makalesinde, dindarlık ölçmeyi, bir takım özel teknikler kullanarak bireyin dindarlık düzeyini belirlemek olarak tanımlamaktadır. Ölçek kullanmak bu anlamda en sık başvurulan yöntemdir. Ve dindarlık düzeyi, ölçekten alınan puanlarla ifade edilir.
Her din mensubunun yaşam biçimini, yaşama bakışını muhakkak etkilemektedir. Din, daha özel ifadeyle İslam da, bu konuda mensubu olan bireyin doğumundan ölümüne kadar tüm yaşamını belirleyecek emir ve nehiyleri belirlemiştir. Aynı zamanda Köroğlu, aynı makalesinde, dindarlığın iki boyutundan bahsetmektedir; inanç/batıni boyut ve amel/zahir boyut.
Türkiye, modernleşmenin Batı’ya görece daha geç gerçekleştiği bir ülkedir ve ayrıca modernleşme süreci farklı biçimlerde ve farklı yoğunlukta gerçekleşmiştir. Aynı zamanda resmi ideoloji tarafından, modernleşme, sekülerleşme, laikleşme süreçleri yer yer otoriter yöntemlerle yapılmıştır. Bu otoriter yöntemli sekülerleştirme çalışmaları aynı zamanda dindarlığı inanç/batıni boyuta hapsetme amacı taşımaktadır. Özellikle Türkiye’de uzun yıllar boyunca gündemi meşgul eden kamusal alan tartışmaları, bu faaliyetin en net göstergesidir.
Dini tanımlamanın, dindarlığı ölçmenin zor olmasının üzerine bir de Türkiye özelinde din ve dindarlık üzerinde zorunlu laikleştirme çalışmalarının olması, dinin, zahir-batın ayrımı bünyesinde batın alana hapsedilmek istenmesi, ayrıca Müslüman dindar kesimin de kısmen zahire dayalı şekilci bir dindarlık problemi olması nedeniyle Türkiye özelinde, şahsi kanaatim, dindarlığı ölçmenin zor bir çalışma olduğu, olacağı şeklindedir. Dinin bir yandan hayatın görünür alanından/kamusal alandan çıkarılmak istenmesine, “İslam’da ibadetin gizli yapılanı makbuldür” gibi anlayışlar geliştirilmesine karşı tepkisel olarak, dini, hayatın tüm alanlarında görünür kılmak için şekilci, gösterişçi bir dindarlık oluştuğunu söylemek pek de abes değildir. Bu “müsabaka” bir karşıtlık halinde ilerlediği için, kesimlerin birbirlerinin eylemlerine karşı konum, tavır almaları nedeniyle ölçümlerde elde edilen verilerde de bu karşıtlığın etkisiyle oluşmaktadır.
Dolayısıyla, dindar olup olmamanın Türkiye’de bir prestij yahut bir dışlanma nedeni olması nedeniyle yapılan araştırmaların sonuçları sadece nesnel olarak dindarlık düzeyini göstermek konusunda kısmen yetersiz kalmaktadır. Ancak yine de bir takım teknikler kullanılarak oluşturulan ölçeklerin bir veri elde etmek konusunda yetersiz olduğunu söylemek doğru olmaz. Elbette bu durum, yapılan ölçekler ve anket çalışmalarındaki soruları etkilemektedir. Türkiye’deki dindarlık ölçekleri bu durumlar göz önünde bulundurularak oluşturulmalıdır.

Dindarlık ölçeklerinin değerlendirmesi
Türkiye’de dindarlık araştırmaları konusunda yapılan birçok çalışma ve ölçek bulunmakta, ilk etapta bu çalışmaların olması bu alan için sevindirici olsa da, yeteri kadar araştırma olmadığını düşünüyorum, bunun bir eksiklik olduğu kanaatindeyim. İkinci problem ise dindarlık araştırmaları konusunda yapılan mülakatlardaki soruların mahiyeti. Genel olarak çalışmalara baktığımızda, dindarlık konusunda genellikle ameli yani pratiğe dayalı dindarlıkla alakalı soruların kullanıldığını, elde edilen sonuçların ise “dindarlık” oranını gösterdiğini görüyoruz ancak dindarlık, sadece pratik ibadetlerle mi ölçülür? Burası sanki biraz tartışmalı gibi… Bu konuda yapılan çalışmalara kısaca bakalım.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2014 yılında yaptığı “Türkiye’de Dini Hayat Araştırması” başlıklı çalışmayı ele alalım. Araştırmada sorulan sorular şöyle; Namaz, oruç, fitre, kurban, hac, örtünme, dini bilgiyi geliştirme yolları, devlete verilen vergi zekat yerine geçer mi, hastanın namazı, içki içme, türbe-yatır ziyareti, günah işlediğinde pişman olup olmama durumu, misafirlikte namahremlik… araştırmada birkaç soru hariç soruların çoğunun dinin pratik ibadet yönüyle alakalı olduğunu görüyoruz.
Çalışmada ameli boyutla ilgili oldukça fazla soru olmasına rağmen ahlaki boyut ile ilgili soruların çok az olduğunu görmekteyiz. Örneğin, gündelik yaşamda bir davranışta bulunurken, Allah’ı memnun edip etmeyeceğini düşünmeye dair sorular da var, ama bunun mahiyeti nedir, mesela namaz vaktini kaçırmak gibi ameli boyut mu, yoksa ahlaki, örneğin kul hakkına itina göstermeye dayalı bir memnun etme mi? Sorulardan biri “anne-babayı üzmeme” üzerine oluşturulmuş, ahlaki konuda gözümüze çarpan bir soru… trafik kurallarına uyma, çevre koruma ile ilgili, yani sosyal sorumluluğu ve ahlakı içeren bu birkaç soru var ama bu tip soruların sayısı maalesef az, çok az.
Oldukça ehemmiyetli bir çalışma olan, Recep Şentürk, Kurtuluş Cengiz, Önder Küçükural, Bahattin Akşit’in “Türkiye'de Dindarlık Sosyal Gerilimler Ekseninde İnanç ve Yaşam Biçimleri” başlıklı çalışmasına baktığımızda, çalışma her ne kadar “gerilim” eksenli sürdürülmüş olsa da, çalışmada dindarlık ölçme konusunda sorulan sorular şu şekilde; “Alkol almak haram mı, din bilim çelişir mi, kürtaj konusu, haram kelimesi size ne çağrıştırıyor, faiz konusunda ne düşünüyorsunuz, ezan okunurken bir şeyle uğraşmak doğru mu, Kuran’ın Türkçe okunması….” Bu ve bunun gibi sorular ve ayrıca çalışmaya “dindar mısınız?” gibi bir soruyla başlandığını da görüyoruz ama bir şeyi daha görüyoruz, dinin erdem ve ahlaka yönelik bölümüne dair bir soru yok.
MAK Danışmanlık araştırmasına baktığımızda ise dindarlık ölçüsünün Allah’a, meleklere iman, Kuran okuma sıklığı, oruç, İslami bilgi edinme kaynakları gibi yine amele dayalı bir dindarlık araştırması yapıldığını görmekteyiz.
İlhami Güler’in, “Ehli Sünnet Dindarlık Kriterleri ve Türkiye Dindarlığı” başlıklı makalesine baktığımızda, bu problemin çözümüne dair olmasa dahi en azından nedenlerine ve tespitine dair bir şeyler söyleme imkanı tanıdığını görmekteyiz. Güler, Ömer Nasuhi Bilmen’in İlmihali’nden yola çıkarak, bu ve bunun gibi “temel kitaplarda” İslam’ın “namaz, oruç, zekat gibi ibadetleri, ifası 'dince mecburi', terk edilmesi 'azabı müstelzim' vazifeler olarak tanımlanırken, ahlaki vazifeleri 'ihtiyari' ve 'tavsiye buyrulan' mecburi olmayan vazifeler olarak saydığını” kaydetmektedir.  Güler, meselenin bu şekilde olmasını ise şefaat, sadece sözlü tövbeye dayalı bir tövbe, kader anlayışı, husun-kubuh, kelam tartışmaları (Haricilik, Mutezile, Mürcie gibi mezhepsel tartışmalar içinde iman-amel ilişkisi konusundaki ayrımlara atıfta bulunarak) sebep göstererek, bu ve bunun gibi sebepler nedeniyle dinin salih amel boyutunun geri plana itildiğini söylemektedir.

Sonuç niyetine…
Mevcut olan çalışmalarının tümünü değil de en azından bir kısmını paylaşıp, problemleri tespit ettikten sonra neler yapılması konusuna gelince, ilk olarak dinin sadece ibadet, ibadetin de namaz, oruç, zekat, hac gibi ameli ibadetlerden ibaret olmadığını kabul etmek, dinin ahlaki boyutunun da olduğunu hatırlamakla işe başlamalı. (Elbette burada tekrar belirtmem gerekir ki, örneklediğim çalışmaların hepsi kendi alanında önemli çalışmalar, haddinden fazla eleştirel bir tutumum olduysa bu benim gafletimdir.)
Dindarlık araştırmaları konusunda, araştırmayı yapanlar için kendilerinin de tamamen objektif olduğunu söyleyemeyiz zira kimse objektif olamaz, sadece olmaya çalışır, dolayısıyla araştırmanın içeriğine girmeden, araştırmayı hazırlayanın da mevcut durumdan etkilendiği ve dindarlığı yoğunluklu olarak pratik ibadetlerden ibaret gördüğü ortada, öncelikle araştırmacılar için dinin ahlaki boyutu hakkında bir farkındalık önermekle işe başlanabilir.
Sonrasında yapılacak bir dindarlık araştırmasında “dinin ahlaki boyutuna dair araştırma” şeklinde ve benzeri şekilde bir başlık seçilmemeli, dindarlığın ölçülmesinde, amel ve ahlak ayrımı üzerine bina edilmiş hazırlanan ölçekler de sağlıklı olmaz kanaati taşıyorum. Çünkü dindarlık, ahlaki boyuttan ayrılamaz, ayrıldığında din ve dindarlık pratik boyuttan ibaret bir şeymiş gibi anlaşılır ve anlatılır. Dolayısıyla pratik ibadetler ve ahlakın birlikte ele alındığı bir araştırma olmalı zira ahlak ve pratik ibadetler ayrılmamalı, nihayetinde ahlak da pratik ibadetler kadar farz.
Ölçekler konusunda şu tarz sorular da olmalı; 

  • Din, sizi, yalan söylemekten, size ait olmayan bir şeyi elde etmekten, kaba saba olmaktan alıkoyuyor mu?
  • Din, sizce bireysel ibadetlerden ibaret bir şey midir yoksa aileniz, yakın çevreniz ve içinde yaşadığınız topluma karşı da kendinizi sorumlu hissediyor musunuz?
  • İdeal bir dindar olmak için namaz, oruç, zekat gibi ibadetler yeterli midir, ayrıca iyiliği emredip, kötülükten kendimizi alıkoymak ve bunu tavsiye etmek bunların olmazsa olmaz tamamlayıcısı mıdır?
  • Kendinizi, bir soruya muhatap olmadan da dini yönden muhasebe ediyor musunuz?
  • Sizce, “Din, güzel ahlaktır” ifadesindeki “güzel ahlak” nedir?
  • Müslüman çoğunluğun yaşadığı bir ülkede yaşıyorsunuz, yaşadığınız ülkede İslam ahlakına uygun davranışların yerleşik ve yaygın olduğunu düşünüyor musunuz?
  • Dini bilgiyi edindiğiniz kaynaklar içinde araştırma yaparken yahut soru sorarken daha çok örneğin abdestin şekli, zekat miktarı, tesettürün boyutu gibi konular hakkında mı sorular soruyorsunuz yoksa ahlakı ilgilendiren konularla ilgili sorular da soruyor musunuz?
  • Bağlı olduğunuz bir cemaat ve tarikat var mı? Var ise, tarikat ya da cemaat liderinin gayrı ahlaki bir tutumuna şahit olduğunuzda mensubiyetinizi aynen devam mı ettirirsiniz yoksa bir sorgulama içerisine girer misiniz?
  • Sosyal hayatınızda engelli park yeri kullanmamak, çevreye zarar vermemek, beklediğiniz sırada sıranın size gelmesinden önce harekete geçmemek gibi kuralara uyarken, bunlar sadece kural diye mi uyuyorsunuz yoksa bunun dini hakkaniyet boyutu olduğunu da düşünüyor musunuz?
  • Sizce alkol almak mı daha büyük günah yoksa alkollü araç kullanmak mı?

Bu ve buna benzer şekilde hazırlanan soruları, ölçmeye dayalı çalışmalar mahiyetinde daha sistemli ve bütüncül bir hale getirirsek eğer, dinin ahlaki boyutunun dindarlık üzerindeki etkisine dair bir fikir sahibi olabiliriz. Diğer yandan dinin sadece pratik boyuttan ibaret olmadığını da en azından ölçeklere muhatap olanlara ve çalışmayı inceleyenlere hatırlatmış oluruz. En azından ben böyle düşünüyorum.