Ömer Önhon
TT

Ufukta bir Türkiye-Suriye uzlaşısı var mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 6 Ağustos'ta Soçi'den dönüş yolunda, o sırada Türk ve Suriye istihbarat servislerinin görüştüklerini açıkladı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, 11 Ağustos'ta düzenlediği basın toplantısında, Türkiye'nin Suriye muhalefeti ile Esed rejimi arasındaki siyasi uzlaşmayı desteklediğini belirtti. Yaklaşık bir yıl önce uluslararası bir konferans için Belgrad'da bulunduğu sırada aynı konferansa katılmak üzere orada bulunan Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile ayaküstü hızlı bir görüşme gerçekleştirdiğini kaydetti.
Türkiye'deki gazeteciler, yorumcular ve muhalif politikacılar, gerçekte ne olduğu ve Esed rejimiyle iş birliğinin artıları ve eksileri hakkında derhal bir tartışma içine girdiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Ukrayna ziyaretinden dönerken çığır açan bir açıklama daha yaptı. Esed ile doğrudan uzlaşıya atıfta bulunmadan, Türkiye'nin Esed rejimi ile iş birliğinde ilerlemeye hazır olduğunu söyledi. Erdoğan, gayrı resmi ittifak ortağı olan MHP lideri Devlet Bahçeli’ye atıfta bulunarak, Suriye ile ilişkileri daha üst bir düzeye, yani siyasi bir düzeye taşımaya hazır olduğunu açıkça belirtti.
Erdoğan'ın "Suriye'de terörü besleyenin, terör örgütlerine binlerce tır silah ve teçhizat sevkiyatı yapanın, teröristleri Beyaz Saray'a kabul edenin" ABD olduğunu söylemesi şaşırtıcıydı. Erdoğan ayrıca "koalisyon güçleri" olarak nitelendirdiği müttefikleri ve diğer Avrupa Birliği ülkelerini de terörün destekçileri olarak sıraladı.
Öte yandan Erdoğan, Rusya'yı terörle mücadelede bir ortak olarak övdü ve “Suriye'de attığımız her adımda, güvenlik güçlerimiz, istihbarat teşkilatlarımız ve savunma bakanlıklarımız temas halinde" dedi.
Bu noktada Rusya'nın rolü ve Türk-Rus ilişkileri hatırlanmalı. Rusya, Suriye'deki ana ülke, zira Suriye'deki savaşın gidişatını Esed lehine değiştiren, Rusya'nın siyasi alanda, özellikle BM Güvenlik Konseyi'ndeki desteği ve 2015'teki doğrudan askeri müdahalesi oldu.
Esed, Rusya olmadan hayatta kalma şansının zayıf olduğunun farkında. Rusya'nın tüm üsleri ve askeri teçhizatı ile Suriye'ye iyice yerleşmesi, bunun dışında bir çözümü düşünülemez kılıyor. Türkiye ve Rusya, keskin anlaşmazlıkları ve karşılıklı çıkarları olan karmaşık bir ilişkiye sahip. Türkiye ile Rusya arasında son birkaç yıldır var olan “özel ilişki”, Ukrayna'daki savaştan sonra bile giderek daha da güçleniyor. Görünen o ki iki ülke, Suriye'de karşı karşıya gelmeden görevleri yerine getirme seçeneğine şiddetle meyletmeliler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan neden şu anda tamamen farklı bir Suriye politikası benimsemeye karar verdi?
Her şeyden önce, seçimlere bir yıldan az bir süre kaldı. Erdoğan, tehlikeli ekonomik durum ve yeniden seçilme şansıyla ilgili tablonun belirsiz olması dahil olmak üzere Türkiye'de bir dizi sorunla karşı karşıya, bu nedenle kendisini mümkün olduğunca çok sorundan kurtarmaya çalışıyor.
İç yansımaları olan en önemli dış politika konusu, Türkiye'de 3,7 milyon Suriyelinin varlığının başını çektiği Suriye'deki kriz ve güvenliktir.
Nasıl gelişirse gelişsin, bir mutlu son olsun ya da olmasın, Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir döneme girdiğimiz ortada.
İlerleme yolu zorlu ve engebeli bir yol. İşte bu yoldaki bazı temel sorunlara hızlı bir bakış:
-Rusya, Türkiye, ABD, İran, İsrail ve Arap ülkeleri dahil olmak üzere birçok dış aktör var. Çoğunun farklı ajandaları, çatışan çıkarları ve öncelikleri bulunuyor.
-Özellikle İran, ideolojik/stratejik emelleri ve politikaları nedeniyle bir sorunsal.
-Suriye'de onlarca silahlı grup ve on binlerce milis ve silah bulunuyor. Cihatçı gruplar, Lübnan (Hizbullah), İran, Irak ve Afganistan'dan Şii milis grupları da var. Bu, başlı başına herhangi bir barış çabasını birçok yönden çökertebilecek bir unsur.
-YPG (çoğunluğu Kürt olan Halk Koruma Birlikleri), Suriye'nin petrol sahalarının ve tarım arazilerinin çoğunu içeren toprakların yaklaşık yüzde 35'ini kontrol ediyor. Suriye'de gelecekteki bir siyasi ve idari sistemde, YPG şu anda sahip olduğundan daha azını kabul etmemekte ısrar ediyor.
-Suriye'nin kuzeyinde ve ülkenin diğer bölgelerindeki nüfusun çoğunluğu ve Suriye'den kaçanlar yıllardır rejimle savaşıyorlar. Sevdiklerini ve mülklerini kaybettiler, kimyasal silahlarla hedef alındılar ve rejimin hapishanelerinde işkence gördüler. Bu insanlar Esed'i barışın bir ortağı olarak değil, yargılanması gereken bir savaş suçlusu olarak görüyorlar. Suriye'nin kuzeyindeki göstericilerin Türkiye Dışişleri Bakanının açıklamalarına yönelik öfkeli protestoları, bu hassasiyetlerin varlığının bir göstergesiydi.
-Esed açısından, iktidar üzerindeki mutlak kontrolünü kaybetme korkusu zararlı bir durum. 2011'de Esed bazı reformlar yapmaya ve bazı muhalif isimleri siyasi sisteme dahil etmeye teşvik edildi, ancak korkudan bu yolda ilerlemedi. 11 yıl geçti ve yaklaşımı değişmedi. Bu yaklaşımın diğer pek çok örneği arasında Suriye Anayasa Komitesi çalışmalarındaki “ başarısızlık” da bulunuyor. Konu hakkında iyi bilgili bağımsız gözlemciler ve Komite toplantılarına katılanlar, rejimin sonuç amaçlı ve odaklı müzakereler yapmak amacıyla değil, Rus sponsorlarını memnun etmek ve müzakere masasına oturmayı reddeden bir taraf olarak görünmemek için orada bulunduğunu açıkça ortaya koydular.
Kısacası Esed rejimi, herhangi bir tür güç paylaşımı düzenlemesinin sonunda tamamen iktidarı kaybetmesine yol açacağından korkmaya devam ediyor.
Açıklanan tüm bu zorluklara rağmen, Suriye'de siyasi bir çözümün temeli var mı?
Bence çözüm için bir temel var. Bu temel, son 11 yıldaki bir dizi diplomatik girişimden oluşuyor.
Bu diplomatik girişimler Haziran 2012'deki Cenevre toplantısı ile başlamış, 2015 yılında “Viyana Bildirileri” adı verilen evreye taşınmış, 2254 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı ve ardından Astana süreci ve sonuçları şeklinde gelişmiştir.
Rusya, İran ve Esed rejimi dahil olmak üzere ilgili tüm taraflar, öyle ya da böyle bir noktada bu diplomatik girişimlere imza attılar.
2254 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı, 7 yıl önce kabul edilmesine rağmen, siyasi çözüme yönelik bir yol haritasının yanı sıra aşağıdaki ana kriter ve ilkeleri içeriyor:
-Suriye'nin toprak bütünlüğünü korumak.
-Muhalefet, rejim destekçileri ve tarafsızlar için uygulanabilir, kapsayıcı ve kabul edilebilir bir siyasi sistem kurmak.
-Teröristlerle savaşmak.
-Her taraftan silahlı milis gruplarını dağıtmak.
-Suriyeli mültecilerin geri dönüşünü sağlamak.
-İnsani durumu iyileştirmek.
-Ekonomik toparlanma ve yeniden imar ile meşgul olmak.
Bu yol haritasının ana unsurları özellikle şunlardır:
-Güvenilir ve mezhep dışı bir hükümet kurmak (geçiş dönemi).
-Yeni bir anayasa hazırlamak.
-Suriye dışındakiler dahil olmak üzere tüm Suriyelilerin katıldığı özgür ve adil seçimler düzenlemek.
Suriye'deki kriz birçok yönden çok maliyetli. Her şeyi söylemekte tereddüt ediyorum ama aktörlerin büyük çoğunluğu krizi sona erdirme ihtiyacının gayet iyi farkında.
İlerleme sağlamak için Suriyeli muhalif tarafların siyasi iradesine ve uluslararası toplumun gerçek desteğine ihtiyaç var. Türkiye-Suriye ilişkilerindeki olumlu hareketlenme bu çabada önemli bir unsur olacak.