Ömer Özkaya
Yazar
TT

Alacakaranlık diplomasisi

1892 yılı Japon ve Osmanlı imparatorlukları tarihinde ve dünyada yeni diplomatik yöntem kullanmada bir milattır. Batı'nın ekonomik ve siyasal kıskacındaki bu iki imparatorluk aralarında resmi anlaşma ve resmi irtibat bulunmayan bir diplomatik usûl geliştirmeye karar verirler. Japonya, İngiltere, Hollanda ve Rusya'yla ilgili istihbarat toplamak için Mısır, Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa devletlerinde kompleks bir istihbarat ağı kurar. Bu kompleks ağ kurulurken Japonya ile Osmanlı imparatorluğu arasında ikincil düzeyde stratejik işbirliği inşaa edilir. Bu gayrıresmi stratejik işbirliği daha sonra alacakaranlık diplomasisi olarak nitelendirilecektir.
Japonya ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki temel jeopolitik benzerlik Rusya ile aralarında sadece birer deniz bulunmasıdır. Ancak Japonya'nın savunma stratejisi Akdeniz’de Mısır'dan, Avrupa’da Hollanda ve İngiltere’den başlamaktadır. Rusya ve İngiltere'nin hem Osmanlı hem de Japon imparatorluklarında yarattığı iç ve dış siyasal semptomlar arasında sıkı bir korelasyon da vardır. Japonya bu jeopolitik ve jeostratejik analiz sonrasında Mısır ve İstanbul’da istihbarat toplayacak istasyonlarını kurar ve Osmanlı hanedanı ile Meiji hanedanlıkları arasında kader birliği oluşturulmaya çalışılır. Alacakaranlık diplomasisi Batı tarafından ekonomik ve diplomatik olarak kuşatılmış Osmanlı ve Japonya'nın kader birliği oluşturma çabalarının tanımlanmasıdır.
Bu tarihsel sürecin ve kavramın günümüze ışık tutacak yönleri bulunmaktadır. Osmanlı ve Japon imparatorlukları bağlamında gelişen Batı siyasal ve ekonomik stratejileri Birinci ve İkinci dünya savaşlarının mayalanmasında önemli roller oynamıştır. Kapitülasyonlar, yaptırımlar ve ambargolar stratejik diplomasisi, Birinci ve İkinci dünya savaşlarının süreçlerini ve sonuçlarını öngörülmedik düzeyde etkilemiştir.
Günümüzde Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaşın temelinde Avrupa’ya yönelik "Enerji yelpazesi" bulunmaktadır. Enerji ya da petrol Birinci ve İkinci dünya savaşlarının da temelindeki birincil etkendir. ABD, İkinci Dünya Savaşı arifesinde Japonya'ya petrol (benzin) ambargosu uygulamasa Japonya büyük olasılıkla İkinci Dünya Savaşı’nda farklı bir strateji geliştirebilecekti. Bunun yanı sıra, Hollanda, Japonya'nın Endonezya'daki petrol sahalarını belli düzeyde kullanmasına izin verse Japonya'nın ikinci Dünya Savaşı'ndaki konumu değişebilirdi.
ABD, İngiltere, Hollanda ve Avustralya ile Japonya arasındaki ekonomik ve siyasal süreçler, Japonya'yı Almanya ve İtalya ile Mihver Devletler ittifakını kurmaya yöneltirken, ABD’nin Pearl Harbor’daki askerî üssüne sürpriz bir saldırı düzenlemesine de sebep olmuştur. Her iki askerî harekâtın sebebi petroldür. Japonya’nın ABD’nin Pearl Harbor askerî üssüne "sürpriz" saldırısı yine ABD’nin Japonya'nın Nagazaki ve Hiroşima kentlerine "sürpriz" atom bombası atılması ile karşılanmıştır. Her iki devlet savaşta düşmana karşı sürpriz saldırı stratejisini kullanmış ve farklı sonuçlar almışlardır.
Birçok askerî ve diplomatik stratejinin eşzamanlı ve iç içe kullanıldığı Avrupa’nın güncel olarak yaşadığı enerji krizi, Ukrayna'ya yönelik Rus askerî harekâtı ile başlamıştır. NATO ve AB’nin eşzamanlı genişlemesini Rusya’nın enerji bazlı tehdit olarak algıladığı da Avrupa’ya "mütekâbiliyet babında" uyguladığı enerji ambargosu ile anlaşılmaktadır.
Petrol ve enerji bazlı ambargo ve yaptırım stresi diplomasisi, eninde sonunda, tarafları karşılıklı olarak bilemekte, karşılıklı olarak " taviz" vermemeye mecbur etmekte ve taraflar, strateji değiştirmemeyi rakibini daha da "zor ve telafisi olanaksız" duruma düşüreceğini öngörerek davranmaktadır. Bu karşılıklı katı stratejiler savaş ile son bulmaktadır.
Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı öncesi ve başlangıcında mücadele ettiği devletler İngiltere, ABD, Hollanda ve Avustralya’dır. Rusya'nın da bugün başlıca mücadele ettiği devletler aynıdır. Bu tablonun alacakaranlık diplomasisini daha da tetikleyip geliştireceği bilinen fakat önüne geçilemeyen bir gerçek olduğu görülmektedir.
Ambargo ve yaptırım stresi diplomasisi de, uygulandığı ülkenin/ülkelerin, alacakaranlık diplomasisini daha rafine şekilde yürütmesine yol açmaktadır. Bu arada klasik kurulu sistem diplomasisi, ziplenmiş diplomasiye evrilmekte ve bu evrilme, olası galiplerin "Konferans" olarak adlandırdıkları bir başka "diplomatik taviz veya savaş tazminatı alma süreci" üretmektedir. Bu "Konferans"lar, savaşlar öncesinde "ittifak", sonrasında da "galiplerin paylaşım konferansları" olarak gelecek süreçlerin determinist (sebep-sonuç) sarmalını tohumlamaktadır. Hemen hemen bu dünyadaki her bireyin bildiği bu süreçlerin sürpriz yanı yoktur.
Ukrayna sınırına yapılan Rus askerî yığınağının süs ve tatbikat amaçlı olmadığı açıkken ve Rusya’nın Ukrayna'ya girmesi halinde Batı'nın bu askerî harekâta tarihte görüldüğü gibi önce ambargolar ve yaptırımlar stresi diplomasisi bağlamında eşzamanlı olarak Ukrayna'ya askerî yardımlar yapılacağı da meydandaydı. Bu durumda öncelikli olarak sayısız alacakaranlık diplomasisi ilişkisi kurulacaktır ve yine sayısız alacakaranlık diplomasisi mekiği yapılacaktır.
Dün "zayıf devlet”lerin stratejisi olan alacakaranlık diplomasisi, bugün güçlü devletlerin de uyguladığı bir diplomasi türü olarak öne çıkmaktadır.
Rusya'nın AB ülkelerine uyguladığı ambargo ve yaptırım stresi diplomasisi Avrupa’da "refah toplumu"nun sonunu getirebilir. Doğu Akdeniz doğal gazı veya başka doğal gazların en iyi pazarı Avrupa olacaksa, bu pazarın önemli ölçüde yıkılması sonucu Avrupa’nın doğal gaz pazarı olmaktan çıkması olasılığı düşük te olsa vardır. Bu durumda doğal gaz ve petrol bağlamında hem Avrupa'da ve hem de küresel planda asıl senaryonun henüz devreye sokulmadığını analiz etmek gerekmektedir.
ABD’nin "önce ağır şekilde yenilgiye uğrat, sonra birlikte ekonomik ve siyasal hareket et" stratejisi kapsamında Avrupa’da bir senaryo oynandığı ve ABD’nin AB’yi kontrol etmek ve Çin ile ilişkilerini minimize etmeyi amaçladığı yönündeki analizlerin fazla yüzeysel olduğu söylenebilir.
“ABD’nin bu aşamada en son isteyeceği jeostratejik başlık, Avrupa jeopolitiğini dizayn etmek olacaktır” denilse, o zaman, "NATO ve AB eş zamanlı genişlemesinin amacı nedir?" sorusu sanki ABD’nin cephe genişletmek istediği şeklindeki yorumları haklı düzlemde tutacak gibi görülebilir.
Oysa ABD yaklaşık elli yıldır Avrupa’ya “NATO kapsamındaki giderlerde payınızı artırın” baskısı yaparken cephe daraltma stratejisi uygulamak istediğini beyan etmektedir. En vurucu demeci ABD eski başkanı Trump verdi, “Avrupa, NATO’da ABD’nin yükünü azaltmalıdır” dedi. “Avrupa’nın NATO’da azalttığı ABD ‘yükünü’ ABD nereye yönlendirecektir” sorusunun yanıtı bu durumda stratejik olmaktadır.
ABD her anlamda bütün bir Avrupa istiyorsa İngiltere neden AB ile yolunu ayırmıştır? Bu durumda NATO, üst Avrupa Birliği mi olmaktadır?
Bütün bunların yanında küresel dönüşümün tüm hızıyla sürdüğü ve bu küresel dönüşüme devletlerin değil de devletlerin oluşturduğu daha yüksek veya üst organizasyonların yön verebileceği yaklaşımının gelişmekte veya geliştirilmeye çalışılmakta olduğu ortadadır. Buradaki sorun da böylesi bir organizasyon kurulmaya çalışılırken "banyo gereksinimini ıslak mendille giderin" beyanında bulunan Almanya'nın Baden-Württemberg eyaleti başbakanı Winfried Kretschmann’ın çıkışı, birçok soruyu yanıtlamaktadır.
Alman Yeşiller Partisi’nin eyalet başbakanının bu beyanatının ulusal bir ikaz mı olduğu veya Alman Yeşiller Partisi bu bağlamda duruyorsa “Tüm Almanya ve Avrupa, bu enerji krizini içselleştirerek kendi çözümünü üretsin” yargısı mı olduğu kısa zamanda açığa çıkacaktır.
Alman Yeşiller Partisi gibi "vizyonu geniş" bir siyasal oluşumun “bezle, ıslak mendille silinerek temizlenin” önerisinde bulunması, “enerji krizi çözümü çıkmaza girdi” kararının stratejik bir gruba açıklatılması olarak okunabilir.
“Küresel ilkellik istenci” başlıklı yazımızda ifade ettiğimiz bir eğilimin çaresizlikten dolayı bu kadar hızlı yayılabileceğini, üstelik Avrupa merkezli yayılabileceğini düşünmemiştik. Küresel bir refah, bilinç, akıl, vicdan ve anlayış yitiminin küresel ilkelleşme istencini tetikleyerek hızlandırması küresel bir savaşla eş anlamlı olmaz mı?
Avrupa’nın Rönesans'tan Dönesans'a yönelik bir "U" çizebileceği öngörümüzün gerçekleşme olasılığı bile olağanüstü bir facia olacaktır.
Dünyanın asansör sistemi gibi çalışmayabileceğini ortaya koymak küresel bir hedef olmalıdır. Bazı ulusların çökmesi sonucu bazı uluslar yükselecekse bunun dünyamız için, insanlık için bir yoksullaşma olacağı gerçeğinden uzaklaşamayız.
Küresel enerji krizinde, dünyanın, dönüşmesi an meselesi olan bu süreçleri ortadan kaldırmak için alacakaranlık diplomasisi çok elverişli olabilecek niteliktedir. Aksi takdirde dünya stratejik anafora dönüşerek kendini imha edecektir.
Japonlar "çaresiz" bırakılınca ABD’nin Pearl Harbor askerî üssüne saldırmak zorunda kalmışlardı. ABD, Japon gücüne karşı çaresiz kalınca Japonya'ya karşı atom bombası kullanmak zorunda kalmıştı.
Uluslararası ilişkilerde diplomasi, çözüm üretmede en makul ve masrafsız yöntemdir. Savaşa sebep olan diplomasi mi yoksa savaş iptal eden diplomasi mi öncelenmelidir?
Japonya-Osmanlı parantezindeki alacakaranlık diplomasisi, bölgesel ve küresel sorun çözme mekanizması olarak işlevsel niteliktedir.
Japon mucitliğinin teknoloji dışında da etkin olduğu tarihsel bir olgu olarak aşikârdır. Bu kritik süreçte Japonlar’dan yeni diplomatik yöntemler beklenebilir.
Çinlilerin “savaşmadan kazanmak” stratejisi, “savaşmadan küresel olarak ilerleme” biçimine evrilebilir.
ABD, İngiltere ve Avustralya’nın oluştuğu AUKUS Paktı, İkinci Dünya Savaşı öncesi Japon tehdit algılamasını diriltecek siyasal ve askerî anı hareketlendiricisi olacak türdendir.
AUKUS Paktı’nın Çin'e karşı kurulduğu konusunda bir kuşku bulunmamakla beraber siyasal ve askerî anı hareketlendiricisi vasfını da taşıması ilginç bir durumdur.
Japonya, Uzak Doğu’da inanılmaz vizyonlara sahip bir ülke olarak daima dikkatleri çekecektir. Teknolojik, bilimsel ve finansal Japonya, askerî Japonya'dan çok daha etkindir. Alacakaranlık diplomasisindeki vizyonu Japon diplomatik ve istihbâri aklı konusunda yeterince bilgilendiricidir.
Bu bağlamda İngiltere, ABD ve Hollanda gibi ülkelerin Uzak Doğu bağlamındaki siyasal, ekonomik ve jeostratejik operasyonları da olağanüstü vizyonlara sahiptir. Sadece Hong Kong’un ortaya çıkarılması, müthiş bir vizyonla mümkün olmuştur. Daha 16. Yüzyılda İngiltere ve Hollanda’nın Uzak Doğu, Güney Asya ve Dünya vizyonları gıpta edilecek niteliktedir.
Bu süreçte ilginç olan İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya'ya karşı oluşan İngiltere, ABD, Hollanda ve Avustralya paktının, Hollanda hariç, bu defa Çin'e karşı kurulmuş olmasıdır. ABD’nin ve İngiltere’nin Brexit sonrası askerî, diplomatik, ekonomik ve siyasal stratejileri kıta Avrupa’sından onay almak istemektedir. Hatta onayın ötesinde beklentiler olduğu da müzakere süreçlerinden izlenebilmektedir.
Dünya güç dengelerinde değişimler ve yeni oluşumlar ile ilgili çok farklı ve tüm korelasyonları gözetecek analizlere gereksinim vardır. Alacakaranlık diplomasisi dünyanın yakın ve kısa vadeli geleceğini şekillendirecek içeriğe sahiptir.