Semir Ataullah
Lübnanlı gazeteci - yazar
TT

Şüphe ve somurtkanlık

Seyahat etmek hem eğlenceli hem de endişe verici bir hal aldı. En çok endişe veren şey seyahatin başlangıcıdır. Bazen check-in ile kalkış kapısı arasındaki mesafe kilometrelerce uzundur. Bu arada yürüyen merdivenler, beton merdivenler, taşıyıcı raylar ve hızlı trenler vardır. En yorucu, çileli ve aşağılayıcı kısım ise güvenlik cihazından geçerken üzerinizdeki bir şey öttüğünde, özel olarak üzerinizin aranmasıdır. Efendim, ben kalça protezim takıldığından beri ötüyorum. Teftiş taburu bendeki ‘ötme’ sesini duyar duymaz alarm durumu ilan ediyor. Satıra benzeyen dedektörü ile baş muhafız bana yaklaşıyor. Vücudumun dört bir yanını tarıyor, sonra sırayla sol ayağımı ve sağ ayağımı kaldırmamı ve mesleki kemerimi çıkarmamı istiyor. Geri kalan detayları daha önce anlattım.
Metal kalçaları ve metal silahları birbirinden ayıran bir makine icat edilene kadar modern seyahat bir ceza olarak kalacak. Unutmayalım ki, Florida'ya giderken uçağı Havana'ya kaçırarak eğlenen Kübalılardan sonra dünyadaki havaalanlarında şüphe ve korkunun yayılmasına en çok katkıda bulunan bizleriz. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), kaçırma operasyonlarını geliştirerek uçakları Ürdün Çölü’ne indirmiş ve iki veya üç günlük müzakerelerin ardından onları havaya uçurmuştu. Hayatım boyunca bu, uçakların sahipleri ve masumları için kesinlikle hoş bir yolculuk olmadı. Kaçırma olayları Filistin davasını olumlu yönde etkilemekten çok masumlara yönelik şiddet ve aşağılamanın itibarını artırdı.
Sakin ve güzel bir dünyada seyahat etmeye başladım. Dünyayı sınırları yokmuşçasına dolaşmak mümkündü. Geçen yüzyılın başında gezginler, seyahat belgesi göstermeden dünyayı dolaştıklarını rivayet ediyorlar. Yolculuk sırasındaki tek korku, kapalı bulutlar ve türbülanstı. Arapların hayali, Bağdat'tan Berlin'e birlik hayalleriyle salınarak giden bir trendi. Beyrut ile Şam arasında, iki şehir halkının geceyi şehirlerden birinde geçirip uyumak için evlerine dönmelerini sağlayan ‘otomatris’ adlı küçük bir tren vardı. Şu anda ise bir milyon Suriyeli karadan geçmiş, iki ülke arasındaki demiryolunun üstü toprakla kaplanmış, izleri silinmiş, lokomotifleri kapalı bir müzeye dönüştürülmüş durumda.
Körfez ülkeleri arasındaki seyahat de öyleydi. Sınırlar açık bir yolculuktu ve Saddam Hüseyin bunları açık bir işgale dönüştürdü. Sınırlar hapishane oldu. Havaalanları gözaltı merkezleri… Bundan önce Beyrut'tan hiç ayrılmamış gibi Kuveyt'e seyahat ediyordum. Uçağın kaptanı, çıkıp yolcuları karşılamak veya yanına davet etmek için kabin kapısını açık bırakırdı.
Tüm havaalanlarına korku ve şüphe çöktü. Birkaç dakikada bir ses, size ait olmayan bir çantaya dokunmamanız için sizi uyarıyor. Baş muhafız, ayakkabılarınızı çıkarmanızı emrederken gülümsemeyi reddediyor. Konu çok ciddi. Şu anda dünya çapında milyonlarca yolcu aynı şeyi yapıyor. Dünya -haklı olarak- paranoya hastalığına yakalanmış durumda.
Sadece havaalanları olsa iyi. Konferanslar da bundan nasibini alıyor. Camiler bile. Paris ve Moskova'da teröristler tiyatroları havaya uçurdu ve yüzlerce insanı öldürdü ki bu yeni bir şey değil. Zira genç bir adam, ABD’nin en önemli başkanlarından Abraham Lincoln’ü tiyatroda bir oyun izlerken öldürmüştü. Tüm bunlardaki anlaşılmayan tek nokta, havaalanlarında metal kalçaları teftiş edenleri nasıl seçtikleri ve onları nasıl bulduklarıdır.