Zuheyr el-Harisi
TT

Ataerkil kültürde katliam bir ikna aracı değildir!

Arap ülkelerinde ürpertici olaylar yaşandı. Son zamanlarda tanık olunan çirkin, karanlık ve suç sahneleri, radikal grupların işlediği katliamlar, cinayetler ve kaçırmalar gibi üzücü ve acı verici hatıraları canlandırdı. Gördüğümüz ve duyduğumuz hikayeler katliamla sonuçlandı. Evet, farklı yer ve durumlarda gerçekleşmiş olsa da birbirine benzeyen; mecazi değil, gerçek katliamlardan bahsediyorum. En nihayetinde, erkeğin kadınla ilişkisi ve ona karşı nasıl muamelede bulunduğu etrafında dönen bu meselede düğüm kadında değil, erkektedir.
Arap kültürünün, onun tarihi birikiminin ve pürüzsüz olmayan mirasının yeniden ele alınması, değerlendirilmesi, revize edilmesi ve mirasın diplerindeki pürüzlerin törpülenmesi gerekiyor. Bu miras zihinlerde kadınlarla ilgili kutsal inançlara dönüştü. Sanki değersiz ve onursuz, trajik ve korkunç suçlar işleyen, kötülük, delilik ve suçluluk dünyasına ait uygulamaların yuvalandığı bir varlıkmış gibi görüldü.
Bıçağın diyalogda bir iletişim aracı olarak kullanılması veya diyaloğu sonlandırmak için bıçağa başvurulması bir deliliktir ve insanlığın sözlüğünde böyle bir eylemi haklı çıkaracak bir terim yoktur. Kahire, Amman ya da başka herhangi bir Arap şehrinde, insanlar arasındaki duygusal ilişkiler açısından korkunç ve yürek burkan bir senaryoyla biten bu hikayelerin detayları burada önemli değil. Asıl önemli olan, değersiz meseleler ya da tercihlere saygının yokluğu nedeniyle bir insanın hayatına son vermeye karar veren hastalıklı Arap zihniyetini anlamaya çalışmaktır. İntikam, namus meseleleri ve utanç dolayısıyla işlenen cinayet hikayelerini de unutmayalım.
Bu fiilleri işleyenin davranışının boyutlarını anlamanın ilk adımı, bizi bunu üreten düşüncenin doğasını anlamaya götürür. Şu veya bu suçlunun radikal bir örgüte ve harekete mensup olması gerekmez. Bununla birlikte o hareketlerin, liderlerinin ve yandaşlarının ortaya koyduklarından etkilenmelerin olduğu göz ardı edilemez. Çünkü bu tarihi birikimle daha sonra aşırılık, kadınları hor görme ve ötekine düşmanlık sistemi haline gelen bir yapı kurulmuştur. Arap dünyamızda eğitimin ve yetiştirilme tarzının büyük ölçüde kadınlara karşı ayrımcılığı barındırdığını da göz ardı etmemeliyiz. Bu anlayış kadına erkekten daha düşük bir konum verir ve erkek çocuk daha erken yaşlarında bu durumu benimseyerek hayatının ileri bir aşamasında kadınlara yönelik tüm katı anlayış ve davranışları kabul edecek hale gelir. Özellikle kadınların statüsü, rolü ve onlara nasıl davranılacağı konusunda aşırılık yanlısı grupların literatüründe sunulanlara olan eğilimleri bunun delilidir. Elbette bu aşamaya öncülük eden akıldır, fakat yerel kültüre, çevreye, eğitime ve kalıp yargılara maruz kalır. Belki de babasının annesiyle olan ilişkisi kadına yönelik bu imajı şekillendirir ve sonuç olarak bu algı, belirli bir kanaate -isterseniz buna ideolojik bir pozisyon da diyebilirsiniz- dönüşür.
Başka bir deyişle akıl, radikal akımların sosyal meselelerle ilgili hastalıklı yorumları tarafından ele geçirildiğinde sonuç, ilahi yasalara ve insan fıtratına aykırı davranışlar olacaktır. Evet aklın duygusal eğilimleri filtrelediği doğrudur, ancak bu örneklerde karşımıza çıkan ideolojik hazzın egemenliğidir. Böyle aklı kontrolü altına alan duygu, davranış olarak şekillenir. Mantık, güven ve bağımsızlık diliyle karşı karşıya kaldığında ise genellikle şiddet üretir. İşte kadınlar böylece hasta ve psikopat zihinlerin kurbanı oldular.  Mesele, her birinin anlama yeteneği ve farkındalık düzeyinde yatmaktadır. Suçu işleyenin veya caninin eğitim düzeyine rağmen, aradığı duygunun (zevk) kendisini bunaltan psikolojik veya sosyal acılardan kurtuluş olduğunu görürsünüz. Arap kültürümüzdeki ataerkil anlayış tarafından sürdürülen kadına yönelik aşağılık ve kalıplaşmış bakış açısı da bunu desteklemektedir. Radikal grupların söylemleri ve o masum kızı katlettiği sırada ya da mahkumiyeti anında suçlunun sahip olduğu kanaat bunun delilidir. Bu çılgınlık anında pişmanlığa, olayın büyüklüğünü anlamaya ve geri durmaya yer yoktur. Zira derinlerinde ve ideolojisinde kültür ve inançlarla donanmıştır. Yaptığı şeyin doğruluğunda ısrar etmek, içindeki en kuvvetli dürtüdür.
Normal bir insan, bir konuda kendisiyle aynı fikirde olmadığı veya kendisine karşı çıktığı için başka birini öldüremez. Şiddet kullanmak, zayıf olanın, çaresizin, hasta ve delinin yöntemidir. Arap ülkelerinin çoğunda kadınlara özgür iradeli ve ehliyet sahibi bireyler olarak davranmak zaman gerektiren bir meseledir. Çünkü kadını belirli bir şekilde somutlaştıran olumsuz imajın yıkılması, birbirine saygı duyan ve profesyonel bir şekilde davranan doğal bir insani atmosferin yaratılmasını gerektiriyor ki, bu da çok çaba sarf etmemiz anlamına geliyor.
Daha önce de belirttiğim gibi, radikal hareketlerin söylemleri ve literatürleri kadınları hor görür ve onların canlı bir varlık olarak değerini kabul etmez. Radikalizm ve dini aşırılık ile ilgili tüm hikayeler bunu özetlemektedir. Onların söylemlerini incelediğinizde, içeriğinde İslam’la hiçbir şekilde bağdaşmayan, nasların bir ideoloji doğrultusunda seçmeci bir yorumla kullanıldığı katı bir anlatının mevcut olduğunu görürsünüz. İslam hukuku, kadın ve erkek arasında merhameti, saygıyı, şefkati, kardeşliği, bağışlamayı ve hoşgörüyü; milletler arasında da bir arada yaşamayı emreder. Ayrıca bahsi geçen eylemlere izin veremeyecek kadar insani değerlerle doludur. Evet kadınlar, radikal söylemlerin ve kadınların aşağı derecede olduğunu düşünen ataerkil toplumsal uzlaşının kurbanıdırlar. Dini metinleri anlama ve yorumlama sorunu burada yatmaktadır. Diğer taraftan bugün bazı Arap ülkelerinde, bu sosyal dengesizliği düzeltmek, kadın-erkek arasındaki eşitliği sağlayacak önemli kararlar, mevzuatlar ve kanunlarla bu meseleyi ele almak, müfredatı ve basın aracılığıyla yapılan yayınların içeriğini değiştirmek, tabuları, kalıp yargıları ve sosyal izolasyonu yıkmak ve cinsiyeti ne olursa olsun insanın değerine saygılı, medeni ve insancıl bir toplum için ciddi adımlar atılıyor.