İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

İkinci Elizabeth dönemi: Siyasetten daha büyük bir dönem

İngiltere'nin son üç gününü özetlemek zor. İnsanın tarihin ağırlığını keşfetmesi kolay değil.
"Tarih" kelimesi son saatler içinde çokça kullanıldı. 70 yıldan fazla İngiliz tahtında kaldıktan sonra vefat eden Kraliçe İkinci Elizabeth'in biyografisinde tarihle bütünleşen bir başka kelime olan "süreklilik" de çokça kullandı. Gerçekten de, insanların tarihlerinde siyasetten ve siyasetçilerden daha büyük dönemler vardır.
Bu tür dönemler, güç, çatışma, savaş ve ayaklanmalar şişesinden engin uygarlık dünyasına çıkarlar. Adlarını mimari tarzlara, moda tasarımlarına, mobilya dahil yaşam tarzlarına ve hatta kültürel kavramlara, değerlere ve sosyal geleneklere verirler.
Bu, kitaplarında Georgian ve “Kraliçe Anne” mimarisi, 15.Louis kanepeleri ve Viktorya dönemi gelenek ve görenekleri hakkında okuduğumuz Batı ile sınırlı değil, tüm dünyada mevcut. Uzak Doğu ile Yakın Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerimizde, siyasetin bile - pratik dünyevi tanımıyla - sınırlarını derleyemediği dönemlerle ilişkilendirilen birçok medeni, kültürel ve sanatsal hazinemiz var. Bunun da ötesinde, bir yönetim dönemi onlarca yıl uzadığında, siyasetçiler sadece siyasete tutkun olanların bildiği ve umursadığı ayrıntıdan ibaret hale gelirken, medeni sanatlar ve kültür en büyük kriter olmaya devam eder.
Burada aklıma Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda, 1919'da Versay Antlaşması’nın imzalanışı sırasında büyük Fransız lider Georges Clemenceau'yu konuğu Polonya Başbakanı Ignace Jan Paderewski ile bir araya getiren görüşme geliyor. Anlatıldığına göre Clemenceau Polonyalı konuğuna:"Beyefendi, adınız Paderewski, dünyanın en büyük piyanisti olarak tanımlanan ünlü müzisyenin akrabası mısınız?" diye sormuş. Konuk Başbakan, alçakgönüllülükle o müzisyenin kendisi olduğu yanıtını verir vermez Clemenceau: "Dünyanın en büyük piyanisti iken, başbakan mı oldunuz, bu düşüş niye?!" demiş.
Bir zamanlar üzerinde güneşin batmadığı bir imparatorluk olan İngiltere'nin siyasi ağırlığının ve uluslararası nüfuzunun azaldığı doğru.
Bu inkar edilemez bir gerçek. Ama aynı zamanda, iktidar seçeneklerine karar veren, iktidar değişimi mekanizmalarını kontrol eden halkın verdiği yetkiye dayanarak parti liderlerinin aldığı siyasi kararların politik sonuçları, sahip olup yönetmeyen bir anayasal hükümdara yüklenemez. Daha da önemlisi, bir insan - ya da bir ülke - ne kadar güçlü olursa olsun, tarihin akışını değiştiremez.
20. yüzyılın başı, yalnızca dünya güçlerinin boyutlarının gözden geçirilmesine değil, aynı zamanda ideolojik mücadelenin sabahına da şahit oldu. Bu noktada, üniversitedeki hocalarımdan birinin "20. yüzyıl ideoloji yüzyılıydı ama 21. yüzyıl teknoloji yüzyılı olacak" sözünü hatırlıyorum.
Profesör yüzlerdeki şaşkınlık belirtilerini fark edince sözlerine şöyle devam etmişti: “20. yüzyılda ekonomik koşullarımızı iyileştirmeye ve yaşam sorunlarımızı çözmeye yönelik bir fikirler çekişmesi içinde yaşadık ve yaşıyoruz. Dolayısıyla, kaynaklar ve nüfuz için rekabetin, kendi mantıklarını ve çıkarlarını savunan siyasi ve sendikal hareketlerin ortaya çıkmasına yol açması doğaldı. Aynı şekilde bu çılgın rekabetin savaşlara evrilmesi de doğaldı”.
Sonra şöyle devam etmişti: "Ancak, insan 1945'te atom bombasını ve daha sonra hidrojen bombasını keşfettikten sonra, sadece düşmanını değil, tüm gezegenini yok edebilecek korkunç yeteneğinin tehlikesini fark etti. Böylece hesaplar ve denklemler değişti. Dahası 21. yüzyıldaki şaşırtıcı teknolojik gelişme, kimsenin kurtulamayacağı imha savaşları riskine girmeden, önümüzdeki on yıllar içinde askeri kapasitenin inşasında önemli bir itici güç olan ekonomik ihtiyaçları, yüzleşme ve tahakküm politikalarının benimsenmesini güvence altına alacak”.
Bu sözler yetmişli yıllarda söylendi.  Almanya ve Japonya'nın savaşlarla yapamadıklarını ekonomi ve teknoloji ile başardıkları yetmişlerde.
"Soğuk Savaş"ın sona ermesinden, nükleer cephaneliğinin gezegenimizi onlarca kez yok edebileceği söylenen Sovyetler Birliği'nin çöküşünden önce söylendi.
Tabii ki bugün tartışmasız kabul ettiğimiz birçok keşif ve icattan önce de. Paralel bir bağlamda, 1967'de sosyal antropolog Edmund Leach, bir konferansı sırasında şunları söylemişti: “İnsanlar tanrılarmış gibi davranıyorlar. Bu sahte insanüstü tavrın gerçekliğini anlamamızın zamanı gelmedi mi? Bugün bilim bize kaderimiz kadar çevremiz üzerinde de tam bir kontrol sunuyor. Ancak mutlu olmak yerine şiddetli bir korku duyuyoruz!”
Bu şaşkınlık içeren soru İsrailli düşünür ve sosyal tarihçi Yuval Harari tarafından bir kitabında yanıtlanmaya çalışıldı. Harari kitabında, yapay zeka ve genetik gelişmelerin insanlığı, güç araçlarına tutunan güçlü seçkinler tarafından kontrol edilen adaletsiz bir dünyaya götüreceğini söylüyor.
Gerçekten de, bu "adil olmayan" ve "korkutucu" dünya, internetten, iletişim araçları, genetik mühendislik ve yapay zekaya kadar geçtiğimiz on yılların daha fazlasını vaat eden tüm başarılarının aynadaki yansıması gibi görünüyor. Bilimsel ilerlememiz sayesinde güç ve kudretimizin gelişmesi ile milyonların güvenli ve istikrarlı iş hayallerinin buharlaşması arasında garip bir çelişki var.
İleri teknoloji bizi problem çözme ve yaratma ikilemine, bilginin serbest bırakılması ile düşüncenin yüzeyleşmesi arasındaki bir yarışa sürüklüyor.
Bu düşünceleri yaşadık ve bunlar 70 yılı aşkın bir süredir dünyanın en prestijli tahtlarından birinde oturan olağanüstü bir kadınla birlikte bize eşlik etti. Yokluğu, İngiltere, Avrupa ve tüm dünyanın siyasette deneyimli olanların bile risklerini dizginleyemediği ciddi krizlerle karşı karşıya olduğu bu döneme denk geldi.
İngiltere'nin birliğinin geleceği, İskoçya'nın kendisi ve ailesi için çok şey ifade ettiği yeni Kral Üçüncü Charles'ın saltanatı sırasında tatmin edici bir yanıt bekleyen sorulardan biri olacak.
İngiltere'nin Avrupa ile ilişkilerinin geleceği de garantili alternatif "derinlik" veya "boyut"un olmadığı bir çağda yeniden tanımlanmalı. Her ne kadar oğullarının ve kızlarının bir kısmı, Londra'daki yönetici düzenin kalbinde yüksek mevkilere sahip olsalar da, yeni "Commonwealth" (İngiliz Milletler Topluluğu), eski "Commonwealth"tan farklı.
ABD'nin de eski özel ilişkilerine dönüşe olanak tanıyacağını göstermeyen iç ve dış kaygıları ve endişeleri varken, İngiltere yeni çağında Rusya ve Çin’in komünizmin kırmızı bayraklarından uzakta, farklı türden meydan okumalarıyla yaşamak zorunda.