Hazım Sağıye
TT

“Geleneksellik ve modernlik” üzerine ama İngiltere’de

Arap siyasi düşüncesi “geleneksellik ve modernlik” adını verdiği olgu ve bu ikisini uzlaştırmayla sık sık meşgul olmuştur. Birkaç gün önce İngiltere'de Kraliçe Elizabeth'in ölümü ve oğlu Charles'ın kral olarak tahta geçmesiyle birlikte muhteşem bir “geleneksellik ve modernlik” festivaline tanık olduk; Ortaçağ gelenekleri, adetleri, törenleri, kostümleri ve modaları, televizyonlar, cep telefonları ve alışılmamış yüzler, kostümler ve en önemlisi parlamenter demokrasi, çoğulcu toplum değerleriyle bir arada var oldu.
“Modernlik” popülerdir ve “geleneksellik” de öyle; Kraliçe’nin ölümüne üzülenlerle yeni Kralın görevini üstlenmesinden mutlu olanların sayısı azımsanmayacak kadardı. Onlara üzülmelerini, sevinmelerini ve meydanlarda toplanmalarını emreden hiçbir güvenlik teşkilatı yoktu. Bunlar arasında aristokratlar, orta sınıf ve işçi sınıfı vardı. Erkekler, kadınlar ve çeşitli cinsel eğilimden insanlar, gençler, yaşlılar, sağcılar ve solcular, beyazlar ve diğer renklerden insanlar vardı.
Kavramla ilgili içi boş Arap gürültüsünden uzakta, İngiliz örneğinde “geleneksellik” sembol ve süreklilikten başka bir şey ifade etmiyor. Bunun nedeni, toplumların, hem de tüm toplumların, çevresinde birleşecekleri sembollere ihtiyaç duymasıdır. Semboller çok ve sosyal kaynakları birden fazla olabilir, siyasi çağrışımları çatışabilir. Ama özellikle içinde bulunduğumuz zaman gibi dönüşümlerin fırtınalı olduğu ve tüm inançları tehdit ettiği zamanlarda, bu semboller insanoğlunun ihtiyaç duyduğu insani bir talep ve güvencedir. İngiltere savaşlara katıldı ve "üzerinde güneşin hiç batmadığı" imparatorluğu kayboldu, ancak monarşi kaldı. Ülke Avrupa'nın bir parçası oldu ve sonra onun bir parçası olmaktan çıktı ve monarşi kaldı. İskoçya, Birleşik Krallık'tan bağımsız olabilir veya olmayabilir, bu sırada din gerileyebilir ve Kraliçe'nin ailesi de dahil olmak üzere aile dağılabilir ve monarşi kalır. Burada monarşi “asla” Esed yanlılarının Hafız Esed'i tanımlamak için kullandıkları anlamda değildir. Bu monarşi, onu yeniden gözden geçirme hakkına sahip olan sakinlerin yaşamlarına müdahale etmez. Asıl güç parlamentoda yani halkın iradesindedir.
Süreklilik sadece “monarşinin hizmet ettiği çıkarların” bir ifadesi değildir. Ne “hegemonya” ne de “kültür endüstrisi” ya da “ideolojik devlet aygıtları” bunu tek başına yapamaz. Tek başına tüm halkın bilincini oluşturamaz, bunu nesilden nesle sürdüremez, yani nesilden nesle halkın tamamını kandırmaya devam edemez.
Ulusal dayanışma muhtemelen sembolizm ve süreklilik gerektirir, aynı zamanda insanoğlunun bilinmeyenden duyduğu korkunun yarattığı bir tür eksiklik de ulusal dayanışmaya teşvik eder. İngiliz deneyimi, radikal kopuş fikirlerine karşı, sürekliliğin ritüelleri, ritüellerin de sürekliliği yarattığına, ulusal uzlaşının, tıpkı kurumlara ihtiyaç duyduğu gibi, "icat edilmiş" olsun ya da olmasın, geleneklere ihtiyaç duyduğuna tanıklık eder.
Bu “modernitede” eskiciler ve “gericiler”, dışlandıklarını ve reddedildiklerini hissetmezler, ancak diğer yandan da hesaba kattıkları ilerleme ve gelişmeyi durduramazlar. Bu “geleneksellik” yalnızca demokratik “modernite”nin ve onun zaferinin gölgesinde yaşayabilir. Dolayısıyla “geleneksellik” uysal, alçakgönüllü, insani ve bazen de folkloriktir. Buna karşılık geleneksellik, demokratik “moderniteye” görünür bir yer bırakmayan İran yönteminde olduğu gibi güçlü, yaygın ve militan olduğunda bunu sağlamaz.
İngiliz monarşisinin, yeninin ve çağı yakalamanın peşinde koşma endişesi içinde yaşamasının nedeni budur. Uyum sağla ya da yok ol... Bu onun örtülü sloganıydı. Öyle ki işi 1917'de hanedan adını Alman "Coburg-Gotha" yerine Windsor şeklinde değiştirmeye kadar vardırdı. Bunun nedeni, İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya ile savaşırken yöneticilerinin adının Alman kökenli olmasından duydukları rahatsızlıktı. Birinci Dünya Savaşı’nda Kral Beşinci George sokaklara indi ve monarşi tarihinde ilk kez insanlarla kaynaşmaya ve onlarla yaşamlarıyla ilgili konuşmaya başladı. Akrabaları Almanya İmparatoru İkinci William ile Rus Çarı İkinci Nikola, bu savaşta ve sonrasında tahtlarını kaybederken, onların aksine o tahtında kaldı. Elizabeth'in babası Altıncı George, başkentin geri kalanı gibi Buckingham Sarayı'nın kendisi de hava saldırılarında bombalanmasına rağmen, İkinci Dünya Savaşı sırasında Londra'dan ayrılmadı. 2012 yılında Elizabeth, Daniel Craig (James Bond) ile Olimpiyat oyunlarının açılış töreninde gösterilen kısa bir filmde rol aldı. Bu filmde, seyirciyi selamlamak için paraşütle iniyor gibi görünüyordu.
Durum kimi zaman bir gösteri gibi görünebiliyor ve aslında birçok eğlence unsurunu içeriyor. The Guardian'da Simon Jenkins, kraliyet ailesinin rolünü robotik bir şey diye tanımladı. Ancak İngiliz siyasi kültürü bundan daha fazlasını söylüyor. İngiltere’de Fransa'nın aksine, monarşi ve din, partizan monarşi karşıtlığına karşı bir partizanlığa dönüşmedi. Bu tür partizanlıklar, 1740'larda, Cromwell ve Püritenler ile monarşi arasındaki iç savaş sırasında yaşanmıştı. Sonra işe yaramaz olduğu ve kanlı maliyetinin çok büyük olduğu tecrübeyle keşfedildi. Bu acı tecrübeden, Thomas Hobbes ve John Locke'un fikirleri doğdu. Bu fikirler şu yakıcı soruya; “İç savaştan nasıl kaçınılır?” cevap aradılar ve iki farklı cevap verdiler. Bir asır sonra Edmund Burke, kendi yöntemiyle Fransız Devrimi'nden, şiddetinden ve acısından kaçınmakla uğraştı. Adam Smith'ten John Stuart Mill'e ve ardından John Maynard Keynes'e kadar, aşırılık ve şiddeti doğuran nedenlerin toplumdan uzaklaştırılması, İngiltere'nin siyasi kültüründe yerleşmiş bir motivasyon olmayı sürdürdü. Büyük partiler de bu eğilimi ifade ettiler; İşçiler arasında Tony Benn ve Jeremy Corbyn gibi aşırı solcular vardı. "Muhafazakârlar" arasında da Enoch Powell gibi aşırı sağcılar vardı ve böylece iki parti bir yandan sağdan ve soldan radikal güçlerin ortaya çıkmasını engellerken, diğer yandan aşırı radikalleri parlamento alanına ve toplantılarına çektiler.
“Modernlik ve geleneksellik” konusundaki böyle bir deneyim, daha önce hiç görmediği bir Arap ilgisini hak ediyor.