Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Ulusal kimlik nasıl oluştu?

Benedict Anderson, Hayali Cemaatler (Imagined Communities) adlı kitabını yayınladığında, alaycılıktan hayranlık ve şaşkınlığa varıncaya kadar çeşitli tutumları da içeren bir dizi soruyu gündeme getirdi. 1983 yılındaki ilk baskısından bu yana yayılmaya devam eden kitap, Arapça da dahil olmak üzere birçok dile çevrilerek milliyetçilik ve millet kavramı ile ilgili en önemli referanslardan biri haline geldi.
Bu kitap, ulus-devlet ve ulus inşasındaki belirsizlikleri anlamama yardımcı oldu. Aynı zamanda bazı kafa karıştırıcı sorularımı da yanıtladı. Bunlardan biri de mesela ünlü düşünür Muhammed er-Rumeyhi’nin Körfez toplumlarında eğitimin yayılmasına rağmen kabilevi ve dini taassubun alevlenmesinin sırrına ilişkin sorduğu sorudur. Geleneksel toplumlardaki kalkınma çalışmaları, yaşam standardı ve eğitimin yaygınlaşmasıyla birlikte alt kimliklerde bir düşüş beklenir. Benzer bir soruyu, yeni yüzyılın başlarında kabilelere has web sitelerinin ve forumların yayıldığını fark eden ABD’li bir araştırmacıdan da duydum.
Taassup ve hoşgörü sorunu Anderson'ın ilgisini çekmiyordu. Teorisinin temel amacı, milliyetçi ideolojinin ortaya çıkışını açıklamaktı. Ancak derin gözlemleri, toplum tarihinin (gerçek ya da hayali) zihinsel imgesini birleştirmede yazılı kültürün rolü gibi birçok soruya ışık tuttu. Kendisi, yeni devletlerde ulusal kimliğin ortaya çıkışı, kültürlerini veya tarihlerini paylaşan halklardan ve ülkelerden farklılaşmalarının gerekçeleri hakkında makul bir açıklama sundu. Bu tür sorular, Ortadoğu'da Osmanlı İmparatorluğu içinde bulunan, daha sonra bağımsız hale gelen ve her biri kendi başına ayrı bir ulus veya halk haline gelen Arap toplumlarını anlamaya yardımcı olur.
Anderson, modern toplumların bir noktada uluslara dönüşmeye karar verdiklerini düşünüyordu. Geçmişte insanlar arasındaki bağ din, dil veya coğrafyaydı. Bugün ise tek gerçekçi bağ, devletin adı ve dünyanın tanıdığı sınırlardır. Sınırlar içindekiler bir veya birkaç dine mensup olabilirler, bir veya farklı dilleri konuşabilirler. Önemli olan, tek bir siyasi ve hukuki topluluk, yani bugün bizim halk veya ulus dediğimiz topluluğu oluşturma arzusudur. Süreç bazen çoğunluğun rızası bazen de yönetici elitin kararıyla başlar. Ulusal kimlik ezeli ve ebedi bir varoluş değil, sahipleri tarafından ortak bir benlik ve tarih anlayışının gelişmesiyle yaratılan bir şeydir. O halde bu, bir soruya cevap verir: “Biz bir milletiz” dediğimizde bu milleti tek millet yapan şey nedir? Diğer bir değişle millet kendini nasıl inşa eder? Birbirini tanımayan ve tek bir soy ile birbirine bağlı olmayan binlerce insanı nasıl birleştirir? Tek bir halk veya millet haline nasıl gelinir?
Anderson'a göre her ulus ‘tarihi bir efsane’ yaratır. Yani tarihten enstantanelerle bir tür efsane oluşturur. Bu, “Her zaman böyleydik, anlaşıyorduk, galip geldik" inancını pekiştirir. İşte burada bu hipotez ışığında üretilen ve daha sonra ülke geneline yayılan birleşik kültürün rolü karşımıza çıkıyor. Bu kültür, benlik ve gelecekle ilgili ortak anlayışın yanı sıra sınırların dışında bulunan diğer toplumlara karşı tutumu belirginleştirir.
Burada büyük ilgi uyandıran noktalardan biri de Anderson'ın ‘ticari matbaanın ortaya çıkışının ortak bir anlayış ve zihniyetin oluşmasına katkı sağladığı’ yönündeki sözleridir. Aynı zamanda bu bugün ‘resmi söylemin dili’ dediğimiz şeye benzer bir şeyi, ortaklığı ifade etmenin tek dilini de oluşturur. Bu, ortak bir ulusal kimlik inşa etmek için plan yapan ve çalışan bir oluşuma sahip olmanın önemini gösterir. Aksi taktirde kabileler ve dini gruplar kendi kimliklerini yaratacaktır. Sanırım Benedict Anderson'ın görüşleri üzerine biraz düşünmek, onun tarif ettiği tarzda bir yol izlediğimizi açıkça ortaya koyacaktır.