Sam Mensa
TT

Lübnan ikilemi için varsayımsal çözümler

Lübnan'daki cumhurbaşkanlığı seçimleri belki de –kendisinden öncekiler gibi- Lübnan siyasetinin yel değirmenlerinin gürültü patırtısına dahil oldu. Bu gürültü patırtı içinde tüm ilgili taraflar, birden fazla dosya ve birden fazla düzeydeki tıkanıklık etrafında oynuyor. Söz konusu dosyalar; cumhurbaşkanlığı seçimleri, hükümetin kurulamaması, sınırın belirlenmesi ve "Hizbullah" ile İsrail arasındaki savaş tehdidinin düzeyinin yükselmesidir. Lübnan'da denildiği gibi herkes “bereketsiz bir hareketlilik” içinde kendi etrafında dönüyor. Boşluk endişesiyle korkutan ses tüm seslerden daha yüksek çıkıyor.
Bu iklimin ortasında, şu veya bu taraftan bazıları geçmişte kalmış deneyimleri hatırlıyorlar. Bu deneyimlerden biri de suikastının 40 yıldönümünde anılan eski Lübnan devlet başkanı Beşir Cemayel deneyimi. Bu bağlamda şunu soruyoruz: Lübnan hastalığının tedavisi bugün başka bir Beşir deneyimi mi? Başka bir “egemen” Beşir mi, yoksa “direnen” bir Beşir mi çözüm? Bu soruları hatırlatıyoruz çünkü herkesi memnun edecek, gri ve üzerinde uzlaşılmış bir başkan çoğunluk tarafından reddediliyor. “Egemen” veya “direnişçi” meydan okuyan bir başkan da reddediliyor, dolayısıyla bu özellikte bir başkanın cumhurbaşkanlığı makamına ulaşması imkânsız.
Ülkenin geldiği noktanın, 2005 yılında eski Başbakan Refik Hariri suikasta uğradığında gerçekleşen darbeyle mücadele ve direniş eksenine karşı muhalefetin zayıf siyasi performansının kaçınılmaz bir sonucu olduğunu bazılarının unutması dikkat çekici. "Hizbullah" projesi ve Lübnan'ın çoğulcu yapısına, parlamenter sistemine ve kimliğine yönelik darbesinin karşısında hayal kırıklığı yaratan tavizlerin ve uzlaşıların birikmesinin sonucu olduğunun unutulması ilginç. Yurt içinde ve dışında ara sıra ya da sebepsiz yere söylendiği gibi "yaratıcı" Lübnan aklı, tünelden çıkış için yakın bir uzlaşı öneremedi.
Bu acı gerçeği, Arap, uluslararası veya ortak tarafların çağrıda bulunacağı ya da destekleyeceği bir çözüm arayan varsayımsal bir bakış açısı hayaline bırakalım. Sınırın çizilmesi, denizden gaz ve petrol çıkarılması meseleleriyle Lübnan’ın da kısmen dahil olduğu bölgesel meseleler gibi yansımalarıyla mevcut tıkanıklığın, bahsi geçen tarafları harekete geçmeye teşvik edeceğine dair hayali senaryo varsın bunu düşünsün.
Bu hayali senaryoda akla gelen ilk şey şu: Yaklaşan çözüm Lübnan ile mi sınırlı olacak yoksa Hizbullah aracılığıyla İran da bu çözümde mevcut ve dengeleyici mi olacak? İkincisi: Hizbullah'ın istediği bir Lübnan çözümü aynı zamanda İran'ın da çıkarına olacak, peki, bunun başarılı olma veya başarısız olma şansı ne kadar? Buna kim karşı çıkmalı? Birden fazla taraf, uzlaşının herhangi ciddi ve sürdürülebilir bir sonucunun, Hizbullah’ın İran ile organik, lojistik ve ideolojik bağı göz önüne alınarak Tahran ve politikasını da dikkate alması gerektiğini düşünüyor. Bu uzlaşı hattında birçok faktör rol oynuyor ve en önemlileri; Tahran ile Washington ve Tel Aviv ile Tahran arasındaki ilişkiler ile Irak'taki tehlikeli durumun Tahran ve bölgesel hesapları üzerindeki yansımalarına ek olarak, İran'ın varlığının ve rolünün seyri. Tüm bu faktörlerin önemine rağmen, Lübnan'ın yerel yönleri İran için önemini koruyor, özellikle de Tahran’ın artık daha fazla genişleyemeyip, yayılmayı sindiremediği için 40 yıl içinde elde ettiği kazanımları koruyacağı ve bu kazanımlarla ilgili bir pazarlığa hazır olmadığı göz önüne alınırsa.
Bir dizi gerçeği yok saymamalıyız ve bunların en önemlileri de Hizbullah’ın silahı, askeri gücü ve bunun siyasetteki ifadesi. Ayrıca çıkarına işleyen demografik faktör, ekonomi, eğitim, sosyoloji gibi birden fazla cephede, yıllarca süren siyasi zayıflık, finans ve bankacılık sektöründeki çöküşün ardından birçok alanda yaşanan Hristiyan gerilemesi. Bunlara bir de Sünnilerin dağılması, Hizbullah karşıtları arasındaki bölünmeler, anlaşmazlıklar, tutarlı bir vizyon, evrensel ve çekici bir proje eksikliği ekleniyor.
Bu noktadan hareketle soruyoruz: Kurulduğunda varsayımsal uzlaşı masasında önerilecek projeler nedir? Abartmadan ve kendimizi suçlamadan söyleyelim; herhangi bir gözlemci için tutarlı olan tek projenin Hizbullah’ın 40 yıldır üzerinde çalıştığı projesi olduğu aşikâr. Bu proje saf ve katkısız bir Lübnan projesi değil, aksine, boyutları bölgesel ve İran'ın politik, sosyolojik, ekonomik ve diğer görüşleriyle tamamen uyumlu. Hasan Nasrallah, Hizbullah’ın kuruluşunun 40’ıncı yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada Hizbullah’ın programını şöyle tanımladı: “Adil ve kudretli bir devlet inşa etmek için katkıda bulunmak ve çeşitli Lübnan siyasi güçleriyle iş birliği yapmak. Bunun için bir tartışma (...) ve ulusal diyalog gerekiyor. Mecliste kanunlarla ifade bulacak, üzerinde bir mutabakat ve oybirliği gerçekleşirse anayasal değişiklikler şeklinde somutlaşacak temeller (…) üzerinde bir anlaşmaya ihtiyaç var”.
Öte yandan, federalizmden genişletilmiş, finansal ademi merkeziyetçilik ve diğer dar vizyonlara kadar tüm Hristiyan tarafların projeleri, Lübnanlı olmaktan ziyade belirsiz Hristiyan projeler ve hepsi de masada gerçekçi projelere dönüşmelerini sağlayacak bir momentuma yaslanmıyorlar. Hükümetin kurulması için dayatamayan, cumhurbaşkanı seçemeyen, hatta yargının etkili güçlerin rehini olmasını önleme konusunda etkili olamayanlar nasıl federalizme ulaşabilirler? Bu konudaki bir diğer çok önemli faktör, Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın akımı ile Hizbullah arasındaki uyum. İkisi birlikte, Lübnan sistemini ve dengelerini değiştirmeyi amaçlayan ittifaklarını uygulamakta amansızca ısrar ediyorlar. Taif Anlaşmasını yıkmak, Sünnileri marjinalleştirmek, Dürzileri sindirmek, Hristiyanları azınlık ittifakı eksenine dahil etmek için 16 yıl yorulmak bilmeden birlikte çalıştıktan sonra, amaçlarına hizmet etmeyen tavizler için kazanımlarını terk etmelerini beklemek akıl dışı. Geleneksel Hristiyan liderler; Samir Caca, Sami Cemayel, Süleyman Franci ve bazı bağımsız figürler arasındaki görüş ayrılıkları ve hatta keskin anlaşmazlıklar da sır değil.
Sünnilere gelince, güçlü liderlerin keskin yokluğunu hafifletmek için yapılan estetik operasyonlarına rağmen, son seçim sonuçlarının pekiştirdiği bir kaybolma ve hayal kırıklığı hali içindeler. Nedenleri de 2005’teki baba Refik Hariri suikastı ve oğul Saad Hariri’nin uğradığı siyasi suikasttan sonra başlarına gelenlerin yanı sıra 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgalinden bu yana bölgede genel olarak maruz kaldıkları ve Suriye'deki Esed rejiminin vahşeti. Tüm bunlar, Lübnan bileşenleri olarak tanımlanan unsurlar arasındaki ulusal dengede büyük bir bozulmaya yol açtı.
Bağımsız ve değişimci denilen güçlere gelince, çoğu deneyim ve siyasi tecrübeden yoksun, kendi aralarında ve rakip geleneksel güçler arasında dağılmış bir durumdalar.
Sonuç olarak, "Hizbullah" projesi şansı en yüksek proje olmaya devam ediyor ve son zamanlardaki kayıplarına rağmen, marjinalleştirilmesi zor bir Hristiyan bakış açısının temsilcisi olmaya devam eden bir Hristiyan grupla ittifak halinde. Hizbullah’ın projesini alenen açıklamadığı doğru, ancak tüm literatürü bu projenin işaretlerini veriyor ve kendisi 3 bileşenle özetlenebilir: Sünniler, Şiiler ve Hristiyanlar arasında bir üçgen kurma, bu üçgen içinde baskın olma, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi. Bunların, bakanlıklar içinde baskın olma ve cumhurbaşkanının iki aşamada da olsa halk tarafından seçilmesi gibi Özgür Yurtsever Hareket'in bazı tezleriyle örtüşmesi dikkat çekici.
Bilhassa bölgesel ve uluslararası iklim Lübnan ve sorunlarından bıktığından ve bölgedeki yeni krizlerin sonuçlarına katlanmaya hazır olmadığından, kriz ister rejim, ister yönetişim, ister bir oluşum krizi olsun Lübnan'daki durum mutlaka bir sonuca ulaşmalı. Derinden düşünme, nükleer anlaşmaya geri dönülmemesinin arka planında, ister İsrail ile Hizbullah, ister İsrail ile İran ya da Washington ile Tahran arasındaki silah sesleri ve savaş tehditleri hakkındaki söylentilere kapılmamamızı gerektiriyor. Bugün büyük bir uzlaşma ihtimal dışı olsa da bu, İran ile bir mutabakatın ancak anlaşmaya geri dönülerek gerçekleşeceği anlamına gelmiyor. Aksine, nükleer silah sahibi olma eşiğine çok yaklaştıktan sonra Tahran'ın nükleer faaliyetlerini dondurmasını temin edecek uzlaşmalara ve küçük anlaşmalara varmak için hala bir fırsat var. Bizzat kendisinin sürdürmekte aciz hale geldiği genişlemeyi ve “ani parlamaları” durdurması şartıyla, Maşrık (Levant) bölgesindeki kazanımlarını korumasına karşılık, gelecekte nükleer bir İran ile bir arada yaşanabileceğine neredeyse ikna olanlar var. İran ile birlikte yaşama, Suriye'den geri kalan topraklardaki varlığını, sınırların çizilmesi, petrol ve doğal gazın çıkarılması meseleleri dahil olmak üzere Lübnan'daki nüfuzunu, Irak'ta işlerin ve artık Amerikan-İran değil, Iraklı, Şii ve İranlı haline gelen sorununun varacağı sonuçları içeriyor.
Bölgede “statüko” bir kader olmayı sürdürüyor ki bu da genel olarak bölge, kısmi ve uydurma uzlaşılara alışmış Lübnan ve Lübnanlılara yönelik tehlikelerinden dolayı böyle varsayımsal bir senaryoya karşı dikkatli olunması gerekliliğini doğruyor. Cesurlara huzur yoktur.