İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Belirsizlik asrı hakkında

Günümüz tarihçilerinin, içinde yaşadığımız çağın doğasını tanımlamak için açık bir vizyonları var mı?
Bazıları Kovid 19 pandemisiyle yeni bir döneme girildiğini savunurken, diğerleri Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin savaş öncesi döneme işaret ettiğini düşünüyor. Üçüncü bir taraf, ekonomik krizin ve sonuçlarının dünyayı farklı bir dönemin eşiğine getirdiğini söylüyor. Görünen o ki bu düşüncelerin hepsi bir dereceye kadar doğrudur. Fakat bunları ve diğer işaretleri birleştiren şey, Foreign Affairs’in yakın zamanda ‘Belirsizlik Çağı’ başlığıyla yayımladığı 100. yıl sayısında dikkat çektiği belirsizlik halidir.
Uluslararası ilişkiler gergin ve belirsiz görünüyor. ABD’den Rusya’ya ve Çin'e varıncaya kadar büyük güçlerin dış politikaları ise endişe verici ve geçmişin güçleri yenileriyle benzersiz şekilde tehlikelerle dolu yollarda kesişiyor. Belirsizlik çağı, insanlığa ekolojik bir savaş ilan eden doğa ile başlıyor. Şarm eş-Şeyh’te düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’na (COP 27) birkaç hafta kala, büyük ülkeler mavi gezegeni yüksek sıcaklıklardan kurtarmak için harekete geçme konusunda isteksizler. Özellikle Ukrayna'daki savaş geleneksel enerji alanında huzursuzluklara beraberinde getirirken, temiz enerji alternatiflerinde henüz istenilen aşamaya gelinemedi.
Bilim adamlarının akıllarında şu soru var: Dünya'ya, özellikle de dönüşünü hızlandıran gizemli güçlerin ve insanlığın kapısının eşiğindeki korkuların gölgesi altında ne olacak?
Belirsizlik durumu, küresel köy fikrini ilk müjdeleyen Kanadalı profesör ve ünlü yazar Marshall McLuhan’ın küreselleşme bakış açısına kadar uzanıyor. Peki küreselleşme dönemi bitti mi? Hiç şüphesiz pandemi yılları dünyayı ulus-devletin ardına konumlandırdı. Özellikle de küresel gıda krizi, hükümetleri ulusal güvenlik adına çeşitli sektörler üzerindeki kontrollerini sıkılaştırmaya sevk ettikten sonra bir tür ulusal aşırılık baş gösterdi. Bu bağlamda, onlarca ülkenin piyasalara doğrudan müdahalelerini duyurmalarını izlemek ve birçoğunun yerel kullanım için ürünlerini ihraç etmeyi bırakmasına tanık olmak sürpriz olmadı. Ayrıca, uluslararası ticaret özgürlüğü ile bağdaşmayan koruma önlemleri yoluyla devlet tarafından sübvanse edilen malların ihracatı da engellendi.
Aynı şekilde biri kutupsal bir belirsizlik de gözlemleyebilir. Çünkü artık hâkim olan uluslararası düalizm sona erdi ve yok oldu. Ayrıca Çin ekonomik ve askeri olarak ABD ile denklik düzeyine ulaştığını beyan edemedi. Dolayısıyla uluslararası sahne hala bulanık ve muğlak. Rusya füzeleri ile ABD ile yarışabilecek durumda olsa da Washington'ın yaptığı gibi dünyanın 177 noktasında askeri konuşlanmadan mahrum. Bazıları Almanya ve Japonya'nın kutupsal bir değişim sürecine girdiklerini ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra zorlandıkları barışı geride bırakacaklarını iddia ediyor. Bu iddianın temelinde, söz konusu iki devletin coğrafya, demografi ve tarihin de etkisi ile savaş öncesi modern çağda bölgesel olarak baskın iki devlet haline gelmeleri yer almaktadır.
Bilahare şu soru sorulabilir: Almanya ve Japonya'nın askeri uyanışından sonra dünya nasıl bir barıştan nasiplenecek? Ayrıca dünya, Amerikan hegemonyasının yokluğunda kaos zamanlarını alternatif olarak kabul edecek mi? Ya da Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (ECFR) Direktörü Mark Leonard’ın gördüğü gibi, karşılıklı işbirliği yapmaya muktedir bir sistem için umut var mı?
Egemenlik fikri artık yapışkan bir kavram haline geldi. Günümüz dünyasında Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Bretton Woods Sistemi gibi bağışçı ve engelleyici kurumların varlığında, ulusların ve halkların mutlak bağımsızlığından söz etmek mümkün değil. Bu türden kuruluşlara üyelik, üye devletlerin ve özellikle de en savunmasız olanların özgürlüğünü sürekli olarak kısıtlamaktadır. Devletlerin egemenliğine dayandığını iddia eden uluslararası sistem pek çok durumda bazılarını -özellikle mali kredilere kurban gidenleri- aslında egemenliklerinin bir kısmını düşünmeye zorlamaktadır.
İş dünyası ve ekonomiden bahsettikten sonra okuyucu muhtemelen dünyadaki bu belirsizlikten ekonominin payını merak ediyor. Neredeyse 40 yıldır ilk kez büyük ülkelerin ekonomileri en yüksek enflasyon oranından mustarip. Bir kısmı pandemiden, bir kısmı da savaştan ve belki de bunların öncesinde rasyonel ve adil olmayan küresel bir ekonomideki yapısal bir dengesizlikten kaynaklandı. Bugün dünya, tedarik zincirinin aksamaları, düşen ücretler, ekonomik büyümenin yavaşlaması ve yıllarca süren düşük faiz oranlarından sonra arzı şiddetli bir şekilde azaltmaya hevesli federal rezervler hususunda çeşitli korkularla karşı karşıya. Ekonomik korkular dünyayı sarıp sarmalarken gözler özellikle ABD ekonomisine çevriliyor. Herkeste -ABD’nin 1960’ların başından 1980’lere kadar bildiği- stagflasyon tüneline girme korkusu var. Küresel borç krizine gelince, her durumda küçük büyük herkesin başına bir kılıç darbesi gibi iniyor.
Tüm bunlardan sonra geriye şu soru kalıyor: Küresel savaş, belirsizlik çağını sona erdirip yeni bir çağı başlatabilir mi?
İnsan, tarihin tatsız sürprizlerinden korkuyor.