Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

İhvan’ın sonu mu geliyor?

Müslüman Kardeşler'in (İhvan-ı Müslimin) başka bir sembolü olan Yusuf el-Karadavi'nin ölümüyle İhvan medya propagandasının en ünlü yıldızı söndü. İhvan’ın uğradığı kayıplar her düzeyde çok büyük. Liderlerinin çoğu gitti ve kontrol ettikleri tüm ülkelerin yönetimlerini kaybettiler. Peki İhvan hareketi öldü mü? Ölümünü duyurup hareketi tarihin katlanmış sayfalarından biri olarak görmenin zamanı geldi mi? Radikal dini ve siyasi bir grup olan İhvan, geçen yüzyılın başında taze ideolojik ve partizan rüzgarların estiği yeni bir dünya düzeninin ortasında bir fikir olarak doğmuştur. Bu düzen içinde ulus devlet, bölge haritası, yeni yerel kimlikler ve Arap Birliği oluşmuştur.
İhvan hareketi, 1940’lı yılların ortalarında kurulan ‘Arap Baas’ gibi farklı akımlarla rekabet halindeydi. Baas hareketi Suriye ve Irak'ı yönetti. Saddam rejiminin devrilmesiyle bu akım çökerken Suriye'de Beşşar Esed tarafından da ikinci plana atıldı. Çoğu Arap ülkesinde alt örgütleri olan ve sadece bir ülkeyi, Güney Yemen'i yöneten ‘komünizm’ de Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla dünyada ve bölgede etkisini yitirdi. Nasırcılık ve Kaddafi gibi, Maoizm ve Stalinizm'e benzer şekilde iki yoldaşın ölümüyle birlikte ölen bireysel liderlik olgusu var.
İhvan, dini kullanma fikrini temel aldığı için ölümsüz bir faşist siyasi grup olması bakımından Baasçılık, komünizm ve milliyetçilikten farklıdır.
Bunun tehlikesi, İhvan’ın İslam devletini yeniden canlandıracağını iddia eden romantik bir fikri benimseyip pazarlamasıdır. Halbuki İhvan'ın, takipçileri için çizdiği tablo geçmişte yoktu. Tarihe bakıldığında Emevi Devleti’nden Osmanlı İmparatorluğu'na kadar İslam halifeliğinin tüm devletlerinin aile mülkleri olduğu görülmektedir.
İhvan herkesi kullandı, herkes de onları. Kahire'yi yöneten İngilizlerin cesaretlendirdiği bir hareket olmakla suçlanıyorlar. Arap dünyasının çoğu ve diğer Müslüman toplumlar o dönemde İngiliz tacı altındaydı. Tabii ki, başarılı olmak istiyorsa İngilizlerin tanıması veya desteği olmadan bir parti projesi olamazdı. İngilizlerin kolonilerindeki yerel olayları takip ettikleri biliniyordu. 20. yüzyılın üçüncü on yılında ortaya çıktığından beri bir hareket olarak İhvan'ı yakından takip ettiklerinden söz eden belgeler var. İhvan'ın İsmailiye'de yaptırdığı ilk cami bile İngiliz yönetimine bağlı Süveyş Kanalı’nın şirketinin bağışlarıyla yapıldı.
Londra’nın böyle yapması normal. Zira onlarca yıl, rakiplerine karşı yapılan her eylemi destekledi. Bir kez Türklere karşı, bir kez düşmanı Nazi eksenine karşı ve bir kez de komünist dalgaya karşı bunu yaptı. Bölgedeki komünist ‘ateistlere’ karşı siyasi söylemlerini pazarlamak için İhvan’ın seslerini kullandı ve bildirilerini Endonezya'da Sukarno'ya karşı dahi dağıttı. İngiltere ile olan ilişkileri İhvan’ın aleyhinde bir delil değil. Nitekim Arap Birliği, Eski İngiltere Dışişleri Bakanı Anthony Eden'in 1941'de Araplara Nazi Almanya'sına karşı ortak bir ittifak kurmak amacıyla sunduğu bir İngiliz önerisiydi. Ancak geçmişe yönelik hassasiyet bir yana, Arap Birliği ittifaklar döneminde bağımsızlıkların ilan edilmesiyle birlikte Londra önermese bile bir şekilde gerçekleşecek doğal bir fikir ve birlikti.
İhvan, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndaki gizli bir birim olsaydı, bölge ülkelerinin burayı kapatması kolay olurdu. Bu zararsız komplocu bir düşüncedir. Bundan daha tehlikelisi ise İhvan’ın her İslam ülkesinde boy göstermeye müsait faşist, dini ve siyasi bir grup olmasıdır. İktidara ulaşmak uğruna kendisiyle aynı fikirde olmayan tüm güçlerle, Batılılarla, komünistlerle ve aşırı muhafazakar Şiilerle çalışmaya hazırdır. Demokrasi, bir arada yaşama veya modernite yanlısı olduğunu iddia ederek, kendi sahip olduğundan farklı imajların reklamını ve pazarlamasını yapmada başarılıdır. Grubun 2012'de Mısır'da iktidara gelişi bunun tam tersini kanıtlamak için yeterliydi. Nitekim grubu yönetenlerin aslında aşırılık yanlıları olduğu ve ılımlıların kendileri için bir paravandan başka bir şey olmadığı anlaşıldı. Diğer ülkelerdeki durum tersine çevrilmeye çalışılırken İhvan, Sudan'dan tutun Tunus, Yemen ve Libya'ya kadar zincir halinde bir örgüt olarak ortaya çıktı. İktidara gelir gelmez hemen İran'la bağlantı kurmaya çalışması bölgesel tehlikesini gün yüzüne çıkardı. Mısır'da yargı, savcılık, polis ve medya içindeki makamları ele geçirmeye çalışarak yavaş yavaş seçilmiş bir partiden totaliter bir gruba dönüştü.
Son olarak, liderlerinin gitmesi veya engellenmesi İhvan’ın öleceği anlamına gelmez. Zira İhvan hareketi bir fikirdir.