Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Gerçek İran, şu anki İran değil!

“İranlı kardeşlerimize” duyduğum saygı ve takdirle birlikte bir Fars ulusu olduğuna dair kesin bir gerçek yoktur. Bu konuların takipçisi olarak, “DNA” analizlerinin bu kardeş halkın yüzde 56'sının Arap kökenli, yüzde 24'ünün Güney Asya kökenli ve geri kalanlarının farklı ırklara ve kökenlere sahip olduğunu göstermesine şaşırdım.
Bu hiç de yanlış değil. Nitekim bu bölge, yani bu ülke çağlar boyunca iç içe geçen ve kaynaşan milletler ve halklar için bir geçiş ve yerleşim yeri oldu. Halen de Arap ulusu ile bu kaynaşmayı sürdürmektedir. Bu ne ırklara ne de tarihe yönelik bir kazı değil. Gelmelerinin üzerinden uzun bir zaman geçmemiş olan azınlıkların sonraki nesilleri, Araplıklarıyla gurur duymaya başladılar. Bunun pek çok ve çeşitli delilleri vardır.
Diğer taraftan Arap ulusu sembollerinin “neredeyse” hepsinin Hristiyan kardeşlerden oldukları bilinmektedir. Bunların arasında “Arap Milliyetçi Hareketi” ve Sosyalist Baas Partisi'nin kurucularından öne çıkanları da vardır. George Habaş, Nayif Havatme, Mişel Eflak ve Wadie Haddad gibi isimler bunlardan bazılarıdır. Elbette, Müslüman Kardeşler ve diğer bazı dini örgütlerle çarpışmalar da yaşanmıştır.
Tüm bunlarla kastedilen, İranlı “kardeşlerimizin”, yani özellikle Farsların ne önce ne de sonra Arapların ve Araplığın büyüsüne kapılmadıklarıdır. İslam’ın Arap dünyasında ortaya çıktığını, Kur’an-ı Kerim Arapça olduğunu, Hz. Peygamber’in (sav) ve Raşid halifelerin Arap olduklarını bilmelerine rağmen vakıa böyle gerçekleşti. Bu mutlak anlamda milliyetçilikte aşırılık anlamına gelmez. Daha önce de belirtildiği gibi; Arap Milliyetçi Hareketi ya da Sosyalist Baas Partisi’yle ilgileriyle ön plana çıkan Arapların çoğunluğu, Hıristiyan kardeşlerdi. Din, Allah için; vatan herkes içindir. Fakat ‘Arabizm’ bir örgüt ve ulusal bir güç olarak Hıristiyan kardeşler tarafından başlatılmıştır: Mişel Eflak, George Habaş, Nayif Havatme, Karakna’dan birçok kişi, şayet dilerseniz Salt’ın ve elbette Kudüs-ü Şerif'in çocukları.
Elbette ulusal hareket, Hıristiyan kardeşlerin olmadığı Arap ülkelerinde bile çok kısa sürede bu dinin evlatlarından kardeşlerle “işlenmiştir.” Arap milliyetçiliğinin ortaya çıkışındaki bu iç içe geçiş, dinin Allah için ve vatanın herkes için olduğu temelinde siyasi bir renk kazandı. Ulusalcı eğilimin ortaya çıkışı ve daha sonra Sosyalist Baas Partisi ve Arap Milliyetçi Hareketi gibi Arap partilerinin oluşması, Fransızların Cezayir'i işgali ve Mağrip'e müdahaleleri, İran'ın Irak'taki "Fars" müdahalesi ile birçok Arap ülkesindeki diğer müdahaleler gibi dış meydan okumalar ve müdahalelerle yüzleşmeye başladı.
Türkler, sömürgeci Batı ile anlaşarak, kontrol ettikleri Arap ülkelerinden ayrıldılar ve hemen ardından Arap dünyası batısından doğusuna kadar bir bölünme yaşadı. Batı sömürgeciliği Türk hegemonyasının yerini aldı. En önemli tarihi Arap şehirleri ise uzun yıllar süren işgallere maruz kaldı. O zamanki “acımasız” Fransız işgali, Cezayir'i tamamen yuttu ve yüz otuz iki yıl boyunca ilhak etti. İngilizler de bir dizi büyük Arap şehrine el koydu. Tüm Arap dünyası tamamen zalim ve acımasız bir dış kontrolün altına girdi.
Fransa, Cezayir'i işgal edip mülkiyetinin bir parçası olarak ilhak etmekle yetinmedi, Suriye ve Lübnan'ı işgal etti. Büyük olarak nitelendirilen İngiltere, Mezopotamya'yı ve başkenti Bağdat'ı farklı biçimlerde ve uzun yıllar boyunca işgal etti.
Ne yazık ki burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus Bağdat'ın bile İranlı işgalcilerin hegemonyası altında olmasıdır.
İran, Bağdat’ın yanı sıra şimdi olduğu gibi Mezopotamya'nın çoğunu işgal etti. Şah Pehlevi rejimi devrildiğinde Araplar, sesleri kısılana ve avuçları patlayıncaya kadar sloganlar atıp alkışladılar. Ancak sonuç olarak İran'ın değişmediğini ve hatta yeninin eskisinden daha kötü olduğunu gördüler. Evet, bu Tahran Şahların Tahran'ından daha kötüydü. Düşman her nasılsa öyle kalmaya devam eder ve seni sevmesi mümkün değildir.
Elbette bu, kardeş İran halkı ve onların “ilerici” siyasi güçleri ile ilgili değil, İran şahından farklı olmayanlar ve Araplık ve Arap ulusu düşmanlığı içeren fikirlerinin üzerine ‘sarık’ saranlardır. Kesin olan bir şey var ki, o da İran halkının bir medeniyete sahip kardeş bir halk olduğu, bölgeye uygarlık anlamında pek çok şey kazandırdıklarıdır. Bundan dolayı, bu trajik gerçekliği ortadan kaldıracak ve büyük tarihsel prestijini yeniden kazandıracak gün gelmelidir.
Asıl sorun Fransa, İngiltere, İtalya ve isterseniz daha sonra İspanya’nın Araplarla Araplarla Türk oldukları temelinde muhatap olmalarıdır. Hiçbir sömürge ülkesi, Türk "Osmanlı" işgalinin ilhak olduğunu ve bu bölgeden geçen tüm işgalci işgalcilerden daha acımasız ve ilkel olduğunu bilmez.
Bu gerçeğin bir tür “zakkum” olduğunu da vurgulayarak şunu söyleyebilir ki, Arap vatanı olan bu bölge üzerindeki Osmanlı hakimiyeti, bu bölgeden gelip geçen tüm işgalcilerden daha şiddetliydi. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar ve daha sonra İsrailliler Arap ulusuna iki şeyi tattırmış olmalarına rağmen. En nihayetinde, bu meselenin bir sonucu yoktur, Filistin halkının anavatanının bir bölümünün ve özellikle Kudüs-ü Şerif'in vahşice işgalinin bir benzeri, önce ya da sonra tarih boyunca sürekli yaşanmıştır.