Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Sağa eğilim

Avrupa'da aşırı sağ kanat ile Müslüman göçmenler arasında olayların yaşanmadığı, sefaletten kaçan gemilerin borçlar ve krizler yüzünden tükenmeye başlayan Kıta’nın kıyılarına akmadığı tek bir Allah’ın günü yok. Ne Arapları kovma tehditleri işe yarıyor ne de aşırı kanadın yükselişi durdurulabiliyor. Genç göçmenler haberlere kulak asmazken üst düzey politikacıların ülkelerinde, karmaşık uluslararası sahnenin mozaiğini sağduyulu bir şekilde incelemelerini engelleyen iç meşguliyetleri var.
Aşırı sağcı İtalya'nın Kardeşleri Partisi (Fdl) liderliğindeki İtalyan sağ koalisyonunun zaferinin ve Parti Başkanı Giorgia Meloni’nin hükümete başkanlık etmeye yaklaşmasının beraberinde getirdiği kargaşa, kendisinin bütün isteklerini bir çırpıda yerine getirebileceğinden kaynaklanmıyor. Zaten böyle bir şey zor, hatta imkansız. Endişelerin esas kaynağı, İtalya'nın tarih boyunca Avrupa'nın düşünce yapısının ve gelecekteki eğilimlerinin göstergesi olmasıdır.
İtalyan Meloni'den önce eski ABD Başkanı Donald Trump, küreselleşme ve açılımdan korkan korumacıların ağzını sulandırmıştı. Serbest ticaret ve kıtalararası şirketlerin başkentinin kalbinden ‘Önce Amerika’ şeklindeki favori sloganını patlatan Trump göçü durdurmaya, Meksika ile arasında gözde duvarını inşa etmeye ve ABD endüstrilerini inlerine döndürmeye çalışmıştı. Bunun ardından Joe Biden'ın benimsediği ekonomi politikaları enflasyonun ve fiyatların artması sebebiyle ABD’li ırkçıları yatıştırmadı. Bilakis beyazlar kendi önerilerini savunmak, hareketlerini canlandırmak ve bir sonraki seçimde başkanlığa oynamaya hazırlanmak için daha da gaza geldiler.
Avrupa Birliği'nin (AB) kurucu üyesi ve Euro Bölgesi’nin üçüncü büyük ekonomisi olan İtalya'da, özellikle aşırı sağın İsveç seçimlerini kazanmasının ardından, Meloni'nin galip gelmesi bir depreme neden oldu.
İsveç Demokratları (SD), tıpkı babasından Fransız Ulusal Cephe’nin (FN) liderliğini devralan ve diğer politikacılar tarafından alay edilip dışlanan Marine Le Pen ve partisi FN gibi ülkenin en büyük sağ partisi ve ikinci en büyük partisi haline geldi. Son Fransa cumhurbaşkanlığı seçimleri, Emmanuel Macron ile AB’nin nüfuzuna karşı çıkan ve göçü durdurmak isteyen Marine Le Pen arasında şiddetli bir rekabete sahne olmuştu. Macron oyların yüzde 58'ini kazanmasına rağmen Le Pen önceki seçimlerde hayal ettiğinden daha yüksek bir oranla, oyların yüzde 41'ini kazandı.
Hoşgörü ve insan haklarının kalesi olan İsveç'e dönecek olursak... Liderlerinin bazılarının Nazi ideolojisinin borazanlığını yaptığı sağcı parti SD, meclis sandalyelerinin hemen hemen dörtte birini kazandı. Böylece gelecekteki kararlarda en son sözü söyleme hakkına sahip oldu. Önümüzdeki seçimlerde kendisini doğrudan lider konumuna taşıyacak sonuçlar elde etmesi de olası.
Fransa, Almanya ve Hollanda şu ana kadar aşırılığın pençesinden kurtulmuş olsa da muhafazakar Macaristan Başbakanı Viktor Orban, gelecekteki Avrupa hükümetlerinin başına neler gelebileceğine dair net bir model sunuyor. Zira Orban, sürekli muhalefet içinde olduğu Avrupa Parlamentosu ile şu an sonu gelmeyen tartışmalara giriyor.
Popülist sağ partiler, Brüksel'in nüfuzundan ve ulusal egemenliği azaltan bir ‘diktatörlük’ olarak addettikleri kararlarından hoşlanmıyorlar. Ancak yine de Orban’dan tutun Berlusconi’nin öğrencisi genç faşist Giorgia Meloni’ye kadar sağ partiler iktidara geldiklerinde kendilerini avantajlar, fonlar, yardımlar, borçlar ve iç içe geçmiş çıkarlar olduğu için en azından şimdilik AB kararlarına uymak ve AB’nin şemsiyesi altında kalmak zorunda bulacaklar.
Avrupa halkına değişikliklerin artık kendi lehlerine olmadığını hissettiren sadece göçmenler değil, sebepler iç içe geçmiş durumda. Ukrayna savaşı ve bunun sonucunda ortaya çıkan enflasyon, enerji kıtlığı, hayat pahalılığı ve vatandaşların baskı hissi... Bütün bunlar daha fazla aşırılığı ve ırkçılığı teşvik etmeyecek. Çünkü halkın genellikle istediği şey bu değil. Asıl istedikleri şey, sol ve sağdaki aşırılık yanlılarından başka alternatif yokken sağdan, soldan ve merkezden gelen geleneksel ılımlı partilerin sağlamayı başaramadığı onurlu bir yaşam.
Bir zamanlar Mussolini'ye hayranlığını dile getiren İtalyan lider Meloni'nin zaferi karşısında duyulan korku çığlıkları ve uyarı çanlarına rağmen, İtalyan siyasi sisteminin, Meloni'nin hayallerini ve hedeflerini gerçekleştirmesini önlemeye yetecek kadar engele sahip olması nedeniyle durumun ciddiyetini hafife alanlar var.
Avrupa'nın içinden geçtiği yaşamsal krizleri yarın çözecek reçetelerin bulunacağına ve aklın sesine kulak verileceğine dair hiçbir işaret yok. Bilakis dünya daha çok çatışmaya, savaşa, kaynakları tüketmeye yönelecek. Akdeniz'in güney ve doğusundan kuzey kıyısına gelen göçmenlerin sayısı artmış durumda. Şimdi aralarına sıcak bir şekilde karşılanan Ukraynalılar da ekleniyor. Ne var ki yeryüzü, içindekilere dar gelmeye başladı.
Maalesef ırkçılık ve aşırıcılık doğuya da yayılıyor. Müslümanların ağırlıkta olduğu kıymetli renkli parçaları ile demokrasi ve çoğulculuğun incisi olan Hindistan, Narendra Modi ve onun Hindu milliyetçi fikirleriyle güçlü bir şekilde sağa doğru kayıyor. Bu da aşırı derecede dayanışma ve kaynaşmaya ihtiyaç duyan kırılgan bir toplumun parçalanmasını tehdit ediyor.
Milliyetçi popülist sağcıların yükselişiyle birlikte aşırılığın tehlikesi, sadece aşırı partilerden ve onların ırkçı fikirlerinden değil, aynı zamanda seçmenleri kazanmak için yapılan yarışlar sırasında en ılımlıları bile bölücü, düşmanca bir söyleme itmesinden kaynaklanıyor.
100 yıl önce Holokost'un günah keçisi olan Yahudiler gibi büyüyen toplumsal krizlerle birlikte müthiş bir hızla yayılan neo-Nazizmin bedelini Müslüman göçmenlerin ödeyeceğinden korkuluyor.
Batılı analistler şunu unutuyor ki aşırılık, savunucularının başına gelen en tehlikeli şeydir. Çünkü bu, değerleri yok edebilir, anayasaları havaya uçurabilir ve insanları dinlerine, mezheplerine, ırklarına, ten renklerine ve gözbebeği hareketlerine göre ayırabilir. Toplumlar için parçalanma hastalığına tutulmaktan, vatandaşları sınıflara koymaktan, onlara suçlamalarda bulunmaktan daha tehlikeli bir şey yoktur.
Avrupa halen güvende ve gidişatın düzeltilmesi imkansız değil, ancak orta vadede parçalanma riski çok yüksek.