İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Lübnan: Kara bir dönemin sonundaki boş oylar

Birkaç gün önce Lübnan Temsilciler Meclisi’nin kubbesi altında yeni cumhurbaşkanını seçmek için yapılan ilk oturumda yaşananlara şaşırmak, normal bir ülkede yaşayan aklı başında her insanın hakkı. Şaşırtıcı olan hususa gelince,  “milletvekillerinin” vatanın ve vatandaşların yıllardır çektiği acılara son verememesi değil, oylamanın en büyük kazananın “boş oy” olmasıydı.
“Boş oy", çeşitli değerlendirmelere göre şu anlama gelir; birçok kişinin içeriğini anlamadan hakkında konuştuğu "boşluk." Halkın ve temsilcilerinin üzerinde anlaştığı ulusal yeteneklerin yokluğu. Tüm tesislerde, hizmetlerde ve kurumlarda ve aynı zamanda değerlerde meydana gelen bir dizi çöküş arasındaki çılgın yarışa rağmen fikir birliğinin imkânsızlığı.
128 milletvekilinden 63'ünün boş oy kullanması, diğerlerinin de Lübnan için oy kullanmaktan küçük gösterilerle kaçmayı seçmeleri, Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın görev süresinden geriye kalanın yönetimdeki son 6 yılından farklı olmayacağını müjdeleyen alametlerden. Mişel Avn’ın bu 6 yıllık yönetimi, egemenliği, iradesi veya birleştirici kimliği olmayan bir cumhuriyetin sözde yönetimini üstlenmiş marjinal bir otoriteyle geçti.
Bu 6 yıl boyunca Mişel Avn yönetimi, sınırlar içinde ve dışında gerçek yöneticinin kimliğinin zar zor gizlenebildiği vitrin bir yönetim oldu.
Bu 6 yıl süresince “tüm Lübnanlıların” başkanı olması gereken kişi, “bazı Lübnanlıların” partisinin lideri olarak kalmakta diretti.
Bu 6 yıl içinde anlaşmazlıkların, nefretlerin, entrikaların ve kinlerin üstünde bir “hakem” rolü oynayacak bir başkan yoktu. Aksine, bu yıllar anlaşmazlıkları alevlendiren, nefretleri körükleyen, entrikaları besleyen ve kinleri uyandıran bir hazırlık ve “miras bırakma” süreci oldu.
Bu 6 yılda bir yandan kimin Vatikan’daki Papa'dan daha Hristiyan olduğu "müzayedesi" yapılırken, diğer yanda Lübnan'da, okyanus ötesinde ve diasporada aktif olan Veliyy-i Fakih devleti ve milisleri ile iş birliği yapılıyordu.
Bu 6 yıl içinde yargı bağımsızlığının gerilediği hızda, ulusal para birimi değer kaybetti, değerler, eğitim ve sağlık tesisleri çöktü, umutsuzluk ve yoksunluk ağırlaştı, işsizlik ve göç arttı, uyuşturucu üretimi ve "ihracatı" gelişti.
Bunlar, bugün bankaların önünde küçük düşürülmüş ve aciz ya da öfke ve isyan içinde kuyruklarda bekleyen, bankaların birikimlerinin küçük bir kısmını da olsa bir sadaka gibi kendilerine lütfetmesini uman Lübnanlıların ömründe sayılmayan yıllardır. Aynı şey onurlu bir yaşam için hayatları boyunca çalışıp didinen, sonunda yaşlılık ve kara günler için biriktirdikleri ve terlerine bulanmış birikimlerinin buharlaştığını keşfeden sivil veya asker emeklileri için de geçerli.
Felaket gibi geçen son 6 yılı sona erdirecek haftalar için geri sayım başlamışken, gözlemciler Lübnan vatandaşının yeterince acı çektiğini tasavvur ediyorlardı. Acısını ve taleplerini dile getirmekle görevlendirilen politikacıların vatandaşın acı dizisini kısaltmak, kendileri ile Lübnanlı ortakları, Arap çevreleri ve daha geniş dünya ile yeni bir sayfa açmak gibi belirli kanaatlere ulaşmış olabileceklerini düşünüyorlardı.
Dahası bu hayalperest “tasavvura” göre politikacılar ve vatandaşlar olsun Lübnanlılar, dış güçlere oynadıkları intihar bahislerinin neden olduğu hayal kırıklıklarını tekrarlamaktan sert bir ders almış olabilirlerdi. Küçük ülkelerinin büyük bölgesel ve uluslararası pazarlık dönemlerinde sadece ikincil önemde bir ayrıntı olduğunu anlamış olabilirlerdi. Bu nedenle, her bir tarafın başka bir dış güce dayanması yerine iç anlaşmazlıklarını makul ve kontrol edilebilecek bir çıtanın altında tutmanın önemini değerlendirmek için asgari düzeyde bir farkındalığa ve ayrıca vatanseverlik duygusuna artık sahip olabilirlerdi.
Elbette yukarıdakilerin hepsi, Lübnan siyasetinin gerçekliğini göründüğü gibi ele alan iyi niyetli bir gözlemcinin aklından geçenler. Oysa bu görünen gerçekten ne kadar uzak!
Bu gerçeğin en belirgin yanı, Lübnan ile ilgili ülkelerde karar verici çevrelerin de bildiği gibi, ülkenin artık görmezden gelinemeyecek bir “fiili işgal” altında olduğudur. Bu "fiili işgal", her biri kendi alanında, çevresi ve kurumu içinde iş birlikçi aktörler için çizilen rollere göre karar verme mekanizmalarını kontrol ediyor.
Bu nedenle, birkaç gün önce Hizbullah milletvekillerinin ve mecliste onlarla birlikte yürüyenlerin kullandığı 63 boş oy, Hizbullah’ın bu anayasal seçimde bir duruşu olmadığı anlamına gelmiyor. Bunun tek bir anlamı var, o da Hizbullah’ın önümüzdeki 6 yıl boyunca yeni dönemin bir vitrininden başka bir şey olmayacak yeni cumhurbaşkanının kimliğini belirlemek için “anlaşma” formülüne yönelik son rötuşlarını henüz tamamlamamış olduğu. “Cumhurbaşkanı” seçimi için anayasal sürenin başlamasıyla birlikte, bazı hesapların gölgesinde bu “rötuşlar” muhtemelen biraz ertelendi. Bu hesapların en önemlileri; ilk olarak, cumhurbaşkanı seçimi ile Başbakan Necib Mikati'nin başkanlık ettiği " hükümetin" kaderinin birbirine bağlanması. Çünkü Avn'ın cumhurbaşkanlığı süresinin yeni cumhurbaşkanı seçilmeden sona ermesi, bu hükümetin Cumhurbaşkanının yetkilerini geçici olarak devralması anlamına geliyor. Ancak mevcut hükümet oluşumunun devam ettirilmesi veya bazı bakanların değiştirilmesi konusunda sorunlar var. Avn ve damadı, eski bakan Cibran Basil'in, cumhurbaşkanının seçilememesinin Mikati hükümetinin yetkilerini üstlenmesine yol açması durumunda, yeni oluşumda “akımlarından” bakanların baskın olması gerektiği konusundaki ısrarları bu sorunlardan biri. Mikati şu ana kadar Avn ve Basil'in yönettiği hükümete istedikleri formu dayatmasını reddediyor. Anayasa, hükümetin (Sünni Müslüman) başbakan tarafından oluşturulmasını, (Maruni Hristiyan) cumhurbaşkanının da hükümeti onaylama hakkı olmasını şart koşuyor.
İkincisi, Hristiyan-Müslüman mezhepçiliğine dayanan Taif Anayasasına göre “geçici hükümet” cumhurbaşkanı ile başbakanın yetkilerine üstlense de Hizbullah’ın ikinci hesabı Hristiyan-Hristiyan iç mücadelesi ile bağlantılı. Aslında Hizbullah'ın kimliğine, referansına, tabi olduğu tarafa ve projesine bağlı olarak Lübnan'da Hizbullah’ın kendi Şii toplumu içinde bile gerçek bir “müttefik”i yok ki Hristiyan partiler ve güçler arasında olsun. Ancak Hizbullah “azınlıklar ittifakı” meselesini istismar ederek, Hristiyan toplumu içinde müttefik şahsiyetler veya güçler olarak sunduğu Hristiyan vitrinlere sahip olmaya gayret ediyor. Ama şu ana kadar Hristiyan "cephesini" iki aday arasında birleştirmeyi başaramadı. Bu iki aday, her biri rakibi tarafından devre dışı bırakılmayı reddeden Basil ile eski bakan Süleyman Frenciye.
Üçüncüsü, cumhurbaşkanlığı seçimleri, Lübnan ile İsrail arasındaki deniz sınırlarının çizilmesi dahil olmak üzere Viyana'daki İran nükleer dosyasına ilişkin müzakereler, Rusya'nın bölgesel rolü üzerindeki olası yansımaları ile Ukrayna'da kötüleşen durum, yaklaşan ABD ara seçimleri zemininde gerçekleşiyor. İran'daki rahatsız edici durum ve Dini Lider Ali Hamaney'in sağlığı hakkında sık sık çıkan haberler başta olmak üzere belirsiz bölgesel ve uluslararası değişimler gölgesinde Hizbullah, kendisini bir Lübnan siyasi sahnesiyle yükümlü kılmak konusunda hevesli olmayabilir.