Abdullah Raddadi
Suudi araştırmacı ve ekonomi uzmanı
TT

Ekonomik faşizm

İtalya seçimlerini kazanan Giorgia Meloni, ülkenin ilk kadın başbakanı olma yolunda ilerliyor. Meloni'nin liderlik ettiği İtalya'nın Kardeşleri Partisi (FdI) de geçen yüzyılın ortalarından bu yana hükümete liderlik eden ilk aşırı sağ partisi olmak üzere. İtalyan hükümetini aşırı sağdan en son devralan, İtalya'daki Faşist hareketin kurucusu ve lideri olan ve en nihayetinde İtalya direniş hareketi tarafından idam edilen Mussolini'ydi. Partisinde Mussolini'nin iki torununun da yer aldığı Meloni, daha önce yaptığı bir açıklamada Mussolini'ye olan hayranlığını gizlemeyerek yaptığı her şeyi İtalya için yaptığını söylemişti. Peki Meloni, İtalya'nın bir asır önce izlediği faşist yaklaşımın aynısını mı izliyor?
100 yıldan fazla bir süre önce Mussolini tarafından kurulan faşist hareket, ‘üçüncü yol’ fikrine dayanıyordu. Bu yol, bireysel kapitalizm ile kolektif sosyalizm arasında orta bir yol olarak sunulmuştu. Ayrıca Mussolini milliyetçi düşünceyi de bu karışıma dahil etmişti. Fdl’nin Faşist Parti'den pek çok şeyi miras aldığı inkar edilemez. Zira Meloni'nin partisi, Mussolini'nin partisinin amblemi ile aynı üçlü meşaleyi taşıyor. İki partinin milliyetçi ya da popülist yaklaşımı ve göç politikası gibi konulardaki düşünceleri arasında yadsınamaz bir benzerlik söz konusu.
Bu ideoloji, faşist ekonomi politikasına yansımaktadır. Faşist ekonomi, özel ve kamu mülkiyetinin bir karışımını teşvik eder. Özel kâr üzerinde bir odaklanma ve teşvik olsa da en nihayetinde ulusal çıkar en önemli unsurdur. Bu nedenle faşist ekonomi, şirketlerin ülke ekonomisine katkısına bel bağlamış ve ülkelerinin kendi kendine yetme gibi önemli hedeflerine katkıda bulunan ulusal şirketleri güçlü bir şekilde desteklemiştir. Faşist ekonomi, serbest piyasa ekonomilerini ve yurt dışından yardım almayı reddettiği gibi uluslararası ticareti de teşvik etmemiştir. Bu da milliyetçi düşüncenin apaçık bir yansımasıdır. Buna karşılık, faşist ekonomiler altyapı ve sosyal projeler için içeriden çok borç almıştır ve işsizlik oranları rekor seviyelere düşmüştür. Birçok ekonomi uzmanı, faşist bir ekonomi yönteminin olduğunu ve faşist ekonomi düşüncesinin henüz olgunlaşma aşamasına gelmediğini düşünmektedir. Kapitalizmin olgunlaşmasının onlarca yıl aldığı, faşist ekonominin ise 30 yıldan fazla sürmediği göz önüne alındığında, bu aslında normal bir görüş.
Faşizm kelimesi günümüzde hakaret olarak kullanılsa da 1920'lerde ve 1930'larda durum böyle değildi. Faşist hareket, ilk çıktığında Mussolini önderliğinde partinin devam ettiği İtalya’nın ve Hitler liderliğindeki Almanya’nın yanı sıra Fransa ve İngiltere gibi birçok ülkede partilerin temelini oluşturmuştur. Hatta o dönemde ABD bile faşist ekonomi politikaları uygulamaya çalışmıştır. Adları ‘planlı kapitalizm’ veya ‘sanayi politikaları’ şeklinde değişse de ABD, bu politikaların birçoğunu uygulamaya devam etmektedir. Bunda şaşılacak bir şey yok. Zira Faşizm döneminde Almanya ve İtalya'da birçok endüstri gelişmiştir. Volkswagen şirketi o dönemin en önemli başarısı olarak sayılabilir. Almanca'da ‘halkın arabası’ anlamına gelen Volkswagen’in kuruluş amacı, insanlar için uygun fiyata bir araba yapmaktı. Bu, Faşist partinin nasyonal sosyalist ruhunun bir yansımasıdır.
O dönemde pek çok politikacı ve aydın, özellikle de Batılı olanlar faşizm kendi aleyhlerine dönmeden önce faşizme ve lideri Mussolini'ye olan büyük hayranlığını dile getiriyorlardı. New York Times o dönem “Mussolini, İtalya'nın Roosevelt'idir. Önce harekete geçiyor, sonra hukuki meseleleri soruyor. Böyle yaparak İtalya'ya büyük bir hizmette bulunuyor” şeklinde yazmıştı. Gandhi de Mussolini’yi döneminin en büyük politikacılarından biri olarak nitelendirmişti. İngiliz yazar Bernard Shaw, Mussolini için “Sosyalistler, en sonunda yetkililer gibi düşünen bir sosyalist buldukları için mutlu olmalılar” diye yazmıştı. Bu, dünyanın faşizm düşüncesiyle ters düşmesinin ekonomik nedenlerden değil, tamamen ideolojik nedenlerden kaynaklandığını göstermektedir.
İnsanların düşünceleri faşizme karşı döndükten sonra faşist ekonomi, kırılgan olarak tanımlanmaya ve faşizmin ekonomiyi başlı başına bir amaç değil, ideolojik hedeflerine ulaşmanın bir aracı olarak gördüğü söylenmeye başlandı. Bu açıklamada bir miktar doğruluk payı olabilir. Ancak bugün birçok ülkenin yaptığı da bu değil mi? Faşizmden nefret eden ve Meloni'nin Macaristan ve Polonya gibi Avrupa'daki diğer sağ partilerle birleşmesinden korkan Avrupa Birliği (AB), ideolojik yönelimini herhangi bir ekonomik kararın önünde tutuyor. Macaristan buna bir örnek. Zira AB, eşcinsellik konusundaki duruşu nedeniyle Macaristan’a pandemi yardımlarını durdurmuştu.
Meloni'nin zaferi, asla faşizmin İtalya ve Avrupa'ya döneceği anlamına gelmiyor. Nitekim bu hareketin fikirleri bugün anti-faşist olduğunu iddia eden birçok hükümet tarafından uygulansa da bu hareket son buldu ve hiçbir partinin damgalanmak istemeyeceği bir leke haline geldi. Ne var ki, aşırı sağcı bir partinin İtalya başkanlığına gelmesi, günümüzün bölünmüş Avrupa'sı için çok endişe verici bir gelişme sayılıyor. Çünkü İtalya, bir Macaristan veya Polonya değil. Avrupa'nın en büyük üçüncü ekonomisi ve G7 ve G20’nin bir üyesidir. Ancak özellikle İtalya'nın borcunun milli hasılasının yüzde 150'sinden fazla olduğu bir zamanda İtalyan ekonomisinin 200 milyar euro olarak tahmin edilen AB yardımına oldukça ihtiyacı olduğu göz önüne alındığında, pek çok tahmin Meloni'nin AB’den fazla kopmayacağı yönünde.