“Devrim dişildir” sloganı son beş altı yılda Arap şehirlerinde yükselen bir slogandır. Bir dereceye kadar bu doğruydu. Çünkü kadın sokağa indi, slogan attı, protesto etti, çatıştı ve fedakârlık yaptı. Beyrut, Hartum, Bağdat ve diğer Arap şehirleri buna tanık oldu. Ondan önceki Arap devrimleri, karşı gelen, şarkı söyleyen, yazan, hapsedilen ve kaçırılan ikonik kadınları doğurdu. Ancak daha önce uzun bir süre ‘devrim’ kelimesini tekelleştiren bölgemizdeki devrimler hiç de dişil değildi. Eril ve hatta aşırı maskülendi.
Bu devrimlerin en önemlisi olan Cezayir devrimine, Fransız sömürgesine karşı erkeklerle omuz omuza savaşan kadınlar katıldı. Cemile Buhayrad, Zehra Zarif, Samiye Lehdari, Melike Gaid, Meryem Buatura, Zübeyde Veled Kabiliyye ve Veride Medad bu isimlerden bazılarıdır. Ancak bilindiği üzere, devrim zafer kazanıp bağımsızlık ilan edilir edilmez, kadınlar ve çocuklar eve dönerdi. Le Code de l'Indigénat'ın (Yerel Sakinlere İlişkin Kanun) içerdiği en kötü şeylerden bazıları korundu ve en azından Aile Yasası'nın yürürlüğe girdiği 1984 yılına kadar pek bir şey değişmedi. O zamanlar Cezayirli feministler, çok fazla baskı karşısında gösteriler yaparak sokaklara dökülmüştü.
Cezayir mücadelesinde erkeklerden başkasına yer yoktu.
Filistin devriminde ayrıcalıklı erkeksi özellikler parladı. ‘Ebu’ (baba) takma adı, devrim liderlerinin yüzde 95'inin isimlerinden önce geliyordu. İçlerinden çoğunun babalığa, ‘Üçüncü Dünya’daki devrimin ve devrimcilerin özelliklerinden biri olan kalın sakalı eklediği babaların devrimiydi. Bunlardan Fidel Castro ve Che Guevara en ünlüleri idi. Ancak bu konuda tek değillerdi. Sakal sahibi olacak kadar talihli olmayanlar, bunun yerine kervana katılmak için bıyıklarını kalınlaştırıyordu.
Baasçı Suriye ve Irak'ta kendilerine devrimci diyen askeri ve güvenlik rejimleri, ölümsüz liderin kutlandığı törenlere ‘kadın örgütleri’ askeri kıyafetlerle getirilirdi. Muammer Kaddafi, maiyetinde onu bir korumaya dönüştürerek ‘kadını onurlandırdı’.
İran'daki Humeyni devrimine gelince, baskıcı erkeklerin kadınlar üzerindeki zaferi geri dönülmez bir şekilde yazılmıştır. Bu zafer, daha önce dünyevi bir talepken, aynı zamanda ilahi bir talebe dönüştü. Dede, torunların, özellikle de kız torunların göğsüne oturdu.
Bu süreç boyunca erkekliğin özellikleri, değer sistemlerine geri dönülemez bir şekilde hâkim oldu: Savaşçı, mücahit, şehit, yiğit, şerefli... Onlar hem bu dünyanın hem de ahiretin yıldızlarıdır. İdeal anne, ölmekte olan oğluna şefkatle bakan, ona bir bardak çay ya da bir bardak süt getiren ve onun başarılı olması için dua eden gözü yaşlı bir annedir. Şarkısı yapılan bir şiirde geçtiği gibi “En güzel anneler oğullarını bekleyenlerdir… En güzel anneler oğulları şehit düşenlerdir”. Bu değer sistemlerini güçlendiren şey, yumuşaklık ve muhannesliktir, ki bunlar Batı ya da Batı’nın ‘taklitçileri’ ve ‘takipçilerine’ yapıştırılmış lanetli özelliklerdir. Yabancı kelimelerle karışık konuşuyorlar, işveli isimler kullanıyorlar ve Şenfera’nın sözlerinin telaffuzuna takılıp kalıyorlar!
Bu saçmalık en büyük darbesini İran'da aldı. Burada, kadınlar ve devrim arasında en büyük ve en geniş uzlaşma gerçekleşti. İran’daki gelişmeler, tarihi bir ayarda olduğu için Afganistan'ın bile durduramayacağı, dünya kadınlarının uluslararası bir kutlaması gibi görünüyor. Tahran, devrimin eski ve dar anlayışlarının aksine, kendi vücudun üzerinde söz hakkına sahip olma, kıyafet seçme ve müzik dinleme hakkının da devrimci talepler arasında olduğunu ilan ediyor.
İran'da kadınların devrimci eylemin simgesi olması ve devrim imgesinin kadın imgesi haline gelmesi basit bir ayrıntı değil. Bu değişimin tamamlanmasında zamanın dönüşümlerinin ve İranlı kadınların acılarının rol oynadığı doğruysa, İranlı kadınların emperyalizme veya onun muadiline karşı bir savaş yürütmediği de doğrudur. Geçmişteki devrimlerle, 2009'da başlatılan “Ne Gazze ne Lübnan, canım İran’a feda olsun” sloganıyla başlayarak bu sorunları hafifletmek ve onlardan uzak durmak isteyen bu devrim arasındaki en büyük fark işte burada yatmaktadır.
Vatan sorunları nasıl aşıyorsa, şimdi de nasıl yorumlanırsa yorumlansın geçmişi alt edecektir. Bu bağlamda, iktidardaki rejim, nükleer dosyayla ve Irak, Lübnan, Gazze ve Yemen'deki nüfuzunu güçlendirmekle meşgulken, ‘sıradanlığı arzulayan’ kadın devriminin patlak vermesinin yarattığı paradoks aşikârdır.
Bunun nedeni, eski devrimci erkekliğin, Avrupa ile kurulan ilişkilerin ilk günlerinden itibaren esas olarak kimlik ve çatışma sorunlarıyla beslenmesiydi. Erken feminist öncülerden Hüda Şaravi bile 1923'te Roma'da düzenlenen uluslararası bir konferansa katılımıyla ilgili yorum yaparak bu tuzağa düşmüştür. Şaravi katılımının amacının ‘çok eşliliğin kaldırılmasını talep etmek, nikah sistemini değiştirmek veya erkeklerin boşanma yetkisini daraltmak’ olmadığını söylemişti. Bundan başka amaçları olduğunu vurgulayan Şaravi, “İlki, Mısır kadınını, değişmeyen gerçekliği ile hakkında hiçbir şey bilmeyen ya da sadece sömürgeci amaçlarla yazılmış kitaplarda okuduğu çarpıtılmış bilgilerden tanıyan Batılı kadının karşısına çıkarmak ve modern Mısırlı kadının, medeniyet konusunda Batılı kız kardeşiyle neredeyse eşit olduğunu ve İslam dininin ona Batılı kadınların elde etmek istediği hakları verdiğini göstermektir” ifadelerini kullanmıştı.
İran kadınının yolu elbette çiçeklerle döşeli değil. Göz ardı edilmemesi gereken birçok endişe verici nokta var. Bunlardan en önemlisi rejimin uyguladığı baskının devrimi askerileştirmeyi başarmasıdır. Ancak kesin olan şu ki, İranlı kadınlar soruyu doğru şekilde sormaya başladı. Cevap ise farklı bir mesele.
TT
İran kadınının yaptığı ve yapmakta olduğu şeyler!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة