Hanna Salih
Lübnanlı yazar
TT

Lübnan halkının hakkı, İran mollalarının çıkarları için heder ediliyor!

Münhasır ekonomik bölgelerin deniz sınırlarının çizilmesi meselesi gündeme geldiğinden beri Lübnan’da geniş çevrelere bir endişe hâkim. Vaat edilen zenginliklerin deniz altında kalmasını umuyorlardı. Çünkü arama ve sondaj çalışmalarının öncesinde bu servetin paylaşımı hususunda anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Lübnan varlıklarının yok edilmesini hızlandıran cumhurbaşkanlığı çözümünü takiben çıkarılan petrol kanunundan bu yana ise kota sisteminin tarafları, vaat edilen serveti ele geçirmek amacıyla bir dizi aracı şirket kurdu!
Hizbullah'ın başını çektiği totaliter mezhepçi kota sistemi, devletin imkanlarının heder edilmesi sürecine katıldı ve 120 milyar doları aşan banka mevduatına el koydu. Lübnan'ı cehennemden ve halkını sefaletten kurtarabilecek servet dosyasını, sıradan bir vatandaşın ona emanet etmesi mümkün değildir. Son on yılda, egemenlik, haklar ve zenginlikten taviz verildiğinin bir diğerini takip eden pek çok göstergesi vardır. Kıbrıs ile 2 bin 300 kilometrekarelik münhasır ekonomik bölgenin kaybıyla sonuçlanan müzakereler yürüttüler ve Şam ile haritaların çizilmesi sürecinde Lübnan’a 750 kilometrekareden fazla bir alanı kaybettirdiler. Ayrıca bin 430 kilometrekarelik bir alanı ise düşman İsrail’e bıraktılar. Lübnan'ın çıkarlarını baltalayan bu tavizler, kara sınırları üzerinde çok tehlikeli stratejik sonuçlar doğuracaktır!
Lübnan’da bir şenlik ortamı yaratıldı ve Tel Aviv'i geri çekilmeye zorladığı söylenen Lübnanlı müzakerecinin kurnazlığı ve becerisiyle ilgili vatandaşları ikna etmek amacıyla çeşitli hikayeler uyduruldu. Avn, Berri ve Mikati peşi sıra bir başarı haberi sızdırdılar ve Lübnan'ın taleplerinin tam olarak yerine getirildiğini söylediler, ancak ayrıntı vermekten kaçındılar. Ardından herkes, asıl fiili başkan Hasan Nasrallah’ın önünde dizildi. Nasrallah, parlamentoya sunulmadan önce kendisine ulaşan taslağı “çok önemli bir adım” olarak nitelendirdi ve bunun “aylarca süren çaba, cihat, siyasi ve basın mücadelesinin” sonucu olduğunu iddia ederek hızla bundan nemalandı.
Yalan yanlış bilgilendirmede bulunanlar kafilesi, hayali Hat 23’ün sınır çizgisi olduğunu ve Ras en-Nakura bölgesinden başlayan Hat 29’dan kaynaklanan ‘tehlikeli egemenlik tavizini’ örtecek vaatler pompalamaya başladılar. Temsilciler Meclisi Başkanı ilgili denizcilik anlaşmasının kara sınırları üzerinde hiçbir etkisi olmadığını söyledi. Ancak Amerikan taslağına göre, Ras Nakura noktasından ve B-1 işaretinden bir geri çekilme söz konusu ki, iki nokta 1923'ten beri Lübnan'ın tarihi sınır çizgisini oluşturmaktadır. 1924'te Milletler Cemiyeti'nde karar verilen koordinatlar, 1949'da Lübnan ile İsrail arasındaki ateşkes anlaşmasında da yer aldı. Ardından tartışma konusu olan bu bölge “geçici olarak” Birleşmiş Milletler'in gözetimine ve vesayetine verildi! Tehlikeli olan ise, Ras en-Nakura’dan itibaren sınırın tüm kuzey İsrail kıyılarını açığa çıkaran Lübnan’ın bu stratejik güvenlik imtiyazını kaybetmesidir.
Düşman lehine stratejik güvenlikte atılan geri adımla birlikte Lübnan’ın ‘Kana Sahası’ üzerinde egemenliğinin bir garantisi yok. Taslakta burası ‘belirsiz ekonomik fizibiliteye sahip potansiyel bir petrol rezervuarı’ olarak nitelendirdi ve İsrail'in Fransız sondaj şirketi “Total’den” haklarını aldığı kesinleşti. İsrail Başbakanı Yair Lapid'in bu konudaki ifadelerini ise kimse yalanlamadı!
Sınır konusunda uzman tarihçi Essam Halife, “1982 Deniz Kanununa göre deniz sınırlarının belirlenmesinde karasularının ulaştığı ilk kara sınır noktası esas alınır” diyor. Bu nokta, Ras en-Nakura’dır ve 1920’den bu yana Fransa ve İngiltere tarafından manda devletleri olan Lübnan ve Filistin üzerinde belirlenmiştir. Fakat askeri teknik ekibi müzakerelerden dışlanan Lübnan’ın resmi makamları, Ras en-Nakura’nın 30 metre kuzeyindeki hayali Hat 23’ü benimsedi. Bu ise, Birleşik Krallık Hidrografi Bürosu’nun (UKHO) raporunun bütünüyle göz ardı edilmesidir, ki İsrail yapımı olduğu söylenen bu hat, Kariş sahasının tamamını, Kana sahasında da ortak haline gelen İsrail'e veriyor!
Bu ‘müzakere’de Lübnan, 1920’lerden bu yana yasal olarak belirlenmiş kara sınırlarının dışında kendi münhasır ekonomik bölgesinin sınırlarını arayan dünyadaki tek ülke gibi göründü. Dikkat çekici husus şudur: İbrahim Mneimneh’in de dediği gibi, “Hat 29 kanun teklifini düşürdüler ve geleneksel ittifakları bozan komploya devam ettiler. Hepsi bunu biliyordu ve buna rağmen yine de taviz verdiler. Bazıları ihaneti ve hak ihmalini örtbas etmek için zafer iddiasında bulundular. Fakat bahsettikleri zaferler nerede?”
“Karlar hızla eriyor” ve egemenlikten tavizin, anayasa ihlalinin ve yüz milyarlarca doların terk edilmesinin boyutu ortaya çıkıyor. Kariş’te teyit edilen Lübnan'ın gazı ve Kana’daki olası payı İsrail'in oldu. Bu, tüm “ortaklık” ve “enerjide normalleşme” iddialarının aksine gerçekleşti. Bu bağlamda kesin bir şey var ki -taslakta herhangi bir siyasi madde bulunmamasına rağmen- o da “Kana” sahasındaki mali ortaklıktır. Buna uyulmaması, tartışmalı bir bölgede araştırma yapmak isteyen herhangi bir uluslararası arama şirketi bulmanın imkânsız olduğu anlamına gelir! Ayrıca önümüzde Tel Aviv'in tartışmalı Afrodit gaz sahasındaki arama çalışmalarını durduran Kıbrıs'ın önüne koyduğu engeller var!
Üzerinde durulması gereken mesele, İsrail Başbakanı Yair Lapid’in anlaşma taslağının bölgesel barışı ve güvenliği güçlendirdiği yönünde işaret ettiği şeydir. Lapid, yapılanların “İsrail'in siyasi güvenlik çıkarlarını” ve “bölgesel istikrarı” koruduğunu söylüyor. Şüphesiz Rusya'nın Ukrayna işgali ve işgalin neticeleri sonrasında kendisine ihtiyacın ikiye katlandığı enerji kaynaklarında aksamalara sebep olabilecek bölgedeki her türlü tehdide veda etmenin tam zamanıdır.
İsrail yakında Kariş sahasında sondaj çalışmalarına başlayacak ve Blok 9’daki kazıların akıbeti, Blok 4’te yaşananlara benzer olabilir. Taslakta yer almayan “garantiler” hakkında ağızdan ağıza gelişigüzel söylenen sözlere bu denli güvenmek tehlikelidir. Buna rağmen anlaşma alkışlanıyor ve imza için acele ediliyor. Asıl soru şu: Hizbullah'ın yeni direktifleri ne oldu? Neden böyle bir anlaşma için bu kadar baskı yapıyor?
Taslağın Beyrut’a ulaşmasıyla birlikte Tahran'ın, Amerikan-İran vatandaşı Bakır Namazi’yi ve oğlunu serbest bıraktığı duyurması dikkat çekicidir. Bunun karşılığında İran rejimi için 7 milyar dolarlık mali mevduatın bırakılacağı söyleniyor. Buna paralel olarak Viyana’daki görüşmelerde Kariş sahasının satıldığı ve Tahran'ın petrol ihracatını günde 400 bin varilden bir buçuk milyon varile çıkarmasına izin verilmesine karar verildiği yönünde de söylentiler var! İran'ın kadınları, gençleri ve halkı molla rejiminin zulmüne ve zorbalığına karşı meydan okurken, Lübnan dahil olmak üzere diğer yerlerdeki totaliter rejimler, yasadışı silahlarla halkının haklarını ve ülkenin çıkarlarını hiçe sayıyor.
Lübnanlıların hakları düşmanın gözü önünde heder ediliyor.