Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

İslam, devrimci bir din midir? Müslüman mücahit midir yoksa devrimci midir?

Devrim kavramı, insan üzerinde psikolojik, sosyolojik, siyasal ve kültürel etkisi olan önemli bir kavramdır. Özel ve özgül ağırlığından dolayı devrim kavramı, gelişigüzel kullanılacak bir kavram değildir. Fransız devrimi, Ekim devrimi ve Amerika devrimi gibi insanlık tarihinde gerçek anlamda devrim olarak nitelenmeyi hak eden büyük değişimler gerçekleşmiş, bu devrimler sonucunda değişmez sanılan statükolar değişmiş ve insanlık kendisine yeni kavramlarla, değerlerle ve ideallerle bakmaya başlamıştır.
Müslüman toplumlar, tarihleri boyunca   gerçek anlamda bir devrim gerçekleştirme tecrübesine sahip olmamışlardır. Abbasilerin Emevilerden iktidarı devralması bazen Abbasi Devrimi olarak nitelenmesine rağmen, bu olay gerçek ve günümüz anlamında bir devrim değildir. Abbasilerin iktidarı ele geçirmesi, insanlığa yeni bir değer ve değişim dizgesi sunmayan ve kabilevi nitelikte bir hakimiyet mücadelesinin Abbasoğulları klanı lehine neticelenmesinden ibarettir.
Müslüman toplumlar, bir devrim tecrübesine sahip olmadıkları gibi, modern dönemde gerçekleşen Fransız, Ekim ve Amerika devrimlerinin değer ve ideallerinin farkında olmamışlar veya bu değer ve ideallerden sahici birşekilde etkilenmemişlerdir. Fransız Devrimi, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” şeklinde üç ana değere ve ideale dayanmaktadır.  Müslüman zihni, evrensel anlamda özgürlüğün, eşitliğin ve kardeşliğin ifade ettiği anlamlara yabancıdır ve ilgisizdir. Müslüman zihni,  devrim kavramına yabancı ve kördür.
Devrim kavramına yabancı ve kör olan Müslüman zihninde devrim, fitne ile eş değer tutulmaktadır. Güç merkezleri, yenilenme, özgürleşme ve hukuk talepleri   çıkarlarıyla çatıştığı zaman, bu yeni gelişmeleri fitne olarak   bastırmışlardır. İktidara muhalif olan her şey, fitne kavramının kapsamı içinde kolaylıkla değerlendirilebilmektedir. Müslüman zihnini belirleyen ana kavram devrim ve değişim değil, iktidar ve fitnedir.
Müslüman toplumların tarihinde devrimler yoktur, isyanlar vardır. Tarihin değişik dönemlerinde meydana gelen isyanlar, geniş ve radikal ölçüde sosyal ve siyasal yapılarda değişimlere neden olabilecek ve devrim olarak anlaşılacak nitelikte değildirler. Müslüman toplumların tarihinde Devrimler Çağı olabilecek nitelenebilecek bir dönem yoktur. Emevilerin, Abbasilerin ve Osmanlıların tarihlerinde İsyanlar dönemi olarak niteleyebileceğimiz   olaylar ve olgular vardır. Bu bağlamda Osmanlı dönemindeki Celali isyanlarını, önemli halk hareketleri olarak not edebiliriz.
1979 Yılında Şah yönetiminin devrilmesi ve Mollaların iktidarı devralarak despotik bir rejim kurmaları, İran İslam Devrimi olarak nitelenmektedir. 1979 Yılından sonra İslam Devrimi kavramı sıklıkla kullanılmaktadır. İran İslam Devrimi olarak nitelenen olay sonucunda İran’da demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği ve insan haklarını ortadan kaldıran otoriter ve totaliter bir rejim kurulmuştur. Mollalar, Kerbela olayı etrafında güçlü bir sembolizmi ve söylemi kullanarak halkı, Şah rejimine karşı organize etmeyi başarmışlar, ancak sahici anlamda bir devrimi gerçekleştirememişlerdir. Molladan devrimci olmaz. İran molla rejimi, dünyaya ve insanlığa devrim kavramının geniş anlamı içinde nitelendirilebilecek bir değer ve katkı sunmamıştır. İran, bugün kadınların her gün baskı gördüğü, ifade özgürlüğünün olmadığı, ahlak polisi ve devrim muhafızları eliyle insanların tek bir hayat tarzını yaşamaya mecbur edildiği yasakların, yolsuzlukların ve yoksulluğun hüküm sürdüğü bir cehennemdir. 1979 Yılında Mollaların iktidara gelmesi olayı, devrim olarak nitelenmeyi hak etmemektedir. İslam’ı devrime sıfat haline getirip din adına bir devrim ütopyası şeklinde bir beklenti oluşturmak, bir gerçekliği değil, bir kurguyu ve serabı ifade etmektedir.
Müslümanlar, Fransız, Ekim ve Amerika devrimleriyle aktif olarak ilgilenmedikleri gibi, bu devrimlerin ortaya çıkardığı değerleri kendi dini inançlarına aykırı görmüşlerdir.  Müslüman zihni, modern devrimler sonucu ortaya çıkan eşitlik, demokrasi, kardeşlik, ifade özgürlüğü, özgürlük, hukukun üstünlüğü, kadın-erkek eşitliği gibi değerlerin dinle uyuşup uyuşmadığını hep sorgulamış, bunları büyük ölçüde İslam’a yabancı Batılı değerler olarak mahkum etmiştir.
Modern devrimlerin ortaya koyduğu özgürlük, eşitlik, sosyal adalet, hukuk, demokrasi ve barış değerlerine ilgisiz olduğu için günümüz Müslüman düşüncesinde devrimci teoloji olarak niteleyebileceğimiz bir yaklaşım bulunmamaktadır. Özgürlük, eşitlik ve sosyal adalet talebini ortaya koyan özgürlük teolojisi hareketi Latin Amerika toplumlarında ortaya çıkmıştır.   Özgürlük teolojisinin dengi bir devrimci özgürlük teolojisine Müslüman toplumlarda rastlamak imkanıbulunmamaktadır.
İslam, tarih boyunca siyasal iktidar mücadelelerinin merkezinde olmuştur. Siyasal iktidar mücadelelerinde güçlü bir araç olarak kullanılan İslam, geçmişte olduğu gibi bugünde iktidar mücadelelerinde etkileyici bir söylem olarak kullanılmaktadır. İslam, devrimci bir din değildir. Devrimci bir din olmayan İslam’ı, siyasal iktidar mücadelelerinin canlı bir boyutu olarak değerlendirebiliriz.
Müslüman zihni, devrim fikrine ve olgusuna yabancı, ilgisiz ve karşı olmasına rağmen siyasal İslamizmde devrimci söylemlerin yüzeysel bir şekilde taklit edilmesi şeklinde bir eğilim bulunmaktadır. İslam’ın devrimci bir din olarak nitelenmesine ve Mücahit Müslümanların devrimci olarak nitelenmesi şeklinde taklit söylemlere bazen rastlanılabilmektedir. Devrim anlamının ifade ettiği psikolojik ve duygusal nitelikteki olumlu motivasyonel gücü kullanıp gençleri ve kitleleri yeni bir ruhla harekete geçirme beklentisi,  İslam ve mücahitler için devrimci nitelemesinin kullanılmasının arkasındaki nedendir. Siyasal İslamizm, devrim kavramını popülist bir amaç için kullanmaktadır.
Politik İslam’ın söyleminde, aslında devrim bulunmamaktadır. Politik İslam, gençleri ve kitleleri cihat kavramıyla harekete geçirmekte ve İslam’ın sosyal ve siyasal iktidarı için seferber olanlara mücahit denilmektedir. Siyasal İslam’ın ideal tipi, mücahit Müslümandır. Devrim kavramını gerektiğinde taktiksel olarak kullanabilen siyasal İslam, cihat ve mücahit kavramlarını kullanmasa dahi, bu dini terminolojinin ifade ettiği militan anlamların mesajını topluma vermeyi amaçlamaktadır.
İslam’ın siyaset ve devlet olduğunu iddia eden siyasal İslam, iktidara gelmek ve iktidarda kalmak için din, ibadet, maneviyat, aile ve kültür dahil her şeyi kullandığı gibi, psikolojik ve duygusal cazibesinden dolayı devrim ve devrimci nitelemelerini de araçsal olarak kullanmaktadır. Siyasal İslamcılığın devrim ve devrimci kavramlarını kullanmasının arkasında hiçbir derinlikli ve nitelikli bir içerik bulunmamaktadır. Devrimlerin sembollerini ve değerlerini içselleştirmek yerine  devrim kavramının büyüsünden yararlanmak için  taklitçi bir kullanım yapılmaktadır. Siyasal İslamcılık, devrim kavramıyla sahici transformasyonlar gerçekleştirmeyi değil, iktidara gelmek için gençleri ve kitleleri mobilize edecek bir motivasyonla   harekete geçirmek için kullanmaktadır.
İslam, devrimci bir din olmadığı gibi, Müslüman da devrimci insan değildir. Siyasal İslam, cihat kavramı etrafında din adına iktidarın ele geçirilmesini amaçlamakta ve bütün Müslümanları Müslümanların iktidarının kurulması ve sürdürülmesi için Mücahit olarak çalışmaya ve seferber olmaya çalışmaktadır. Silahlı bir Taliban mensubu mücahit olduğu gibi, NAHDA gibi siyasal bir İslamcı partinin iktidara gelmesi ve seçim zaferi için uğraşan da mücahit olarak düşünülmektedir. Cihat devrim olmadığı gibi, mücahitlik de devrimcilik değildir.