Abdulaziz Tantik
TT

Ayartı…

Ayartı, bir şeyi yerinden etme, onu başka bir kalıba koyma ve kendisi olmaktan uzaklaştırmadır. Herhangi bir şeyi herhangi bir neden ile kendi doğasına aykırı bir şekilde taşıma, şekil değiştirmesine neden olma, yeni bir bağlamın içinde onu yeniden konumlandırmayı da içerir.
Ayartıda doğru ve güzel olanı yanlış ve çirkin olanla değiştirme, hakikati ise gerçekle değiştirme özellikleri de bulunmaktadır. Ayartı için olmazsa olmaz şey; bir özün bulunması, bir doğru tanımının varlığı ve hakikatin ne olduğuna dair bir görüşün olduğudur. O zaman bir şeyi yerinden etmenin ölçütünü verme imkânı doğar ve bunun sonucunda da bir ayartıdan söz edilebilir.
Ayartma aynı zamanda kendi içinde bir niyeti barındırır. Niyet olmadan ayartma kendi gerçekliği içinde vuku bulmaz! Niyet kadar bu niyetin dayandığı istikameti ve bu istikamete dayalı bir sadakati de içermektedir. Yani ayartı, kendisi bir yol önerisinde bulunmaktadır, anlam arayışının kendisinde temellenmesi gerektiğini ilzam eder, kurtuluşun kendisinde olduğu zehabı uyandırma zorunluluğunu duyar.
Ayartı, yeni bir tanım, yeni bir yaşam, yeni bir düşünce ve yeni bir ideoloji ve buna dayalı bir dünya görüşü sunar. Başka türlü ayartı zayıf kalır, etkisini gösteremez, yenilgiye mahkûm olur. Ayartı, sıradan bir yoldan çıkarma değildir: Bütün yoldan çıkarma arayışları ayartı altında toplanır, bu tamam, ama yoldan çıkarmanın felsefi zemini, metafizik karşılığı ve imana dayanan bir istidadını da inşa eder. Cinsellik üzerinden yoldan çıkarma değil bu… Cinsel taciz tabi ki bir ayartmadır. Para ile insanları kandırmak ve kendi izbeliğine davet etmek bir ayartmadır. Ancak bu ayartma biçimleri, sıradan, sınırlı, belirli bir zemine sahiptir. Ayartı ise evrensel karaktere sahip olmaya adaydır.
Ayartı, bir bilinç üzerinden gerçekleşir. Örneğin; Şeytan’ın Allah ile yaptığı sözleşme üzerinden insanın ayağının kaydırılmasına yönelik çabası gibi… Şeytan’ın tutumu bilinçli bir tutumdur, sonuçlarını bilmektedir, ama buna rağmen bu işe yeltenerek ayartıcı sıfatını kazanmaktadır. Bu temel bir bakış olarak not edilmelidir. İkincisi ise Kuran ifadesi ile şeytanlaşmış insanlardır. Ayartıcılık bağlamında insanın ayağının kaydırılmasını sağlama konusunda bir diğer insan çok daha ayartıcı bir pozisyonu elde edebiliyor. Şeytan görünmez iken şeytana dönüşmüş insan ise görünür olarak ayartı görevini yapmaktadır.
İdeoloji, kendi içinde bir ayartıyı da işaret eder. Eğer aynı ideolojiye inanmayan başkalarını, kendi ideolojine davet edeceksen, burada da gizli bir ayartının varlığı açığa çıkar. Ama burada hangi ideolojinin hakikat ile bağının olduğunu belirlemek için hakikatin ne olduğuna dair bir açık yaklaşımın varlığı kaçınılmazdır. Bir kavram olarak ayartı olumsuz ve geriye dönüşü işaret eden bir veri sunar. Ayartı, yerinden etmek ise, her yerinden olma ise bir kaybı çağrıştırır.
Asıl ayartı ise düşünce zemininde gerçekleşen ayartıdır. Bu düşünce zeminini sağlayan episteme üzerinden ayartı yapmak ise evrensel ölçeğe çıkışı da garanti altına alır. Örneğin, ilk adım; ulûhiyet ile ilişkili bilginin niteliğini bilinemez diye tanımlarsan, artık, ulûhiyet ve onunla ilişkili her şeyi bilinemez olana hapseder ve böylece ayartı için gerekli zemini hazırlamış olursun… Gaybi olanı tanımlanamaz olan olarak ilan ettiğinizde, mevcudu tanımlama imtiyazı elde edersiniz. İşte bu imtiyaz ile mevcudu tanımlamak, onu biçimlendirmek ve yeniden kurmak mümkün hale gelir. İkinci adım, öznenin varlığı tanımlama hakkının kesinleştirilmesidir. Böylece her varlığı/şeyi tanımlama imtiyazı kazanır… Varlığı tanımlama imtiyazı, insanı ve Tanrıyı tanımlama imtiyazına ulaşır. Böylece kendinden hareketle başladığın yolculuğa tanrıyı ve eşyayı da tanımlayarak onları kendi otantik hakikatleri bağlamında ele almak yerine kendi hakikatinin ne olduğuna verdiğin karar ile onların hakikatlerini de belirleme imtiyazını kullanarak yeni bir tanıma ulaşmak mümkün olur.
 İşte bu ayartı çeşidi tarihin hiçbir döneminde bu şekilde cereyan etmemiştir. Bunu sağlama almak için yeni bir hamleye ihtiyaç vardır. Normal felsefi sistemde olan ve olması gereken ayrımını ortadan kaldırarak sadece olan ile yetinme ve gerçekliği bu olan ile sınırlama, sürekli bir tanımlama hakkını da kendinde toplama imtiyazını verir. İşte bu imtiyaz ayartıyı süreklileştirilmiş bir biçim içinde sunma imkânı vermektedir. Öz’ün reddi, olanın gerçekliğin kendisi olduğu savı, her şeyi yerli yerinden etmenin bir potansiyel gücü olarak harekete geçmiştir ve artık sil baştan her şey yeniden tanımlanmaya başlanmıştır. Hakikatin ne olduğuna dair bakış, varlığın ne olduğuna dair bakış, doğanın ne olduğuna dair bakış, insanın ne olduğuna dair bakış, ilişkiler ağının neliğini de içine alan bakış gerçekleştirilmiş, bu bakış, sosyal bir sistem olarak inşa edilmiş, siyasal bir yöntemi içermiş, iktisadi bir sistemi kurmuş, psikolojik vasatın belirleyiciliğini ele geçirmiştir. İşte her alanda bir ayartıyı hayata geçirmenin total zeminine sahip olunmuştur. Artık modernleşme öncesi dönemde meydana gelen ayartının ne kadar zayıf, çelimsiz, güçsüz, iktidarsız olduğunu görme imkânı açığa çıkmıştır. Bugün ise ayartının ne kadar güçlü, ne kadar maharetli, ne kadar ikna edici ve ne kadar şümullü olduğu da belirginlik kazanmıştır.
Modernleşme bir ayartı medeniyeti kurmuştur. Bunu epistemik zeminde gerçekleştirmiş, ontolojiyi de bunun üzerine kurmuştur. Metafiziğini de bu zemine yaslandırarak sisteminde herhangi bir açık bırakmamıştır. Özneye verilen bilginin mahiyetine bakıldığı zaman kurgu ön plana çıkar. Yorum karakterli ve bilgiyi öznenin zihinsel kategorilerine dayandırdığınızda varlığı, ilişkileri, gerçekliği, insan ve ona dair her şeyi, yaşama dair her alanı bir kurgu içinde tanımlama zemini kazandırmaktadır. Kurgu, insan zihnine dayalı olduğu için yaptığı tanım, doğal olarak kendi zihni yapısının sınırlarına sahip olacaktır. Ama bu zihin zaten aşkınlığı bilinemez olarak ilan ettikten sonra var olan her şeyi kendi sınırlılığı içinde tanımlayacaktır. Öz’ün reddedilmesinin nedeni de budur. Felsefi olarak bir meseleyi reddetmek sadece felsefi bir zeminle sınırlı kalmamaktadır. Yaşamın her alanına taşınabilir bir hüviyet içinde yeni bir tanımın eşiğini de belirlemiş olmaktadır.
Her kurgu ise yapay bir özellik taşımaktadır. Kurgu var olanın kendi doğal yapısına göre insan zihninin ürettiği dünya görüşüne göre yeniden betimlenmektedir. Örneğin, cinsiyetsizlik meselesinin hak arayışına dönüştürülmesi, meşrulaştırılması için yapılan baskılar ve verilen rüşvetler gibi… Yapaylık, aynı zamanda kurgunun ayartıcı boyutunu da deşifre etmektedir. ‘Modernleşmeyi şeytanın mücessem biçimi’ olarak betimleyen bir aydının ne kadar haklı olduğunu bugün çok daha rahat anlayabilmekteyiz. Kurgu ve yapaylık, modern epistemenin karakteristik özelliğidir. Ayartı ise bu iki karakteristik yapının bizatihi kendisinden doğmaktadır.
Modernleşme bir iktisadi gücün bütün bir yaşamı belirleme arayışının tezahürü olarak yorumlanabilir. Kapitalist sistem, finans sistemi, sermaye üzerinden daha çok para kazanmaya matuf bir arayışın temellendirilmesidir. Kapitalizm, önce iktidarı eline geçirdi, sonra dünya görüşünü kendi tekeline aldı. Daha sonra neyin güzel ve neyin çirkin olduğunu belirleme hakkını kendinde gördü. Anlam ve değeri yeniden ama farklı bir biçimde tasarımladı. Anlamı; kazanma, harcama, sınırsız, eğlence ve tüketim çılgınlığı olarak betimledi. Değeri; sahip olduğun mülk, emtia, mal, makam ve iktidar alanı olarak tanımladı. Ve bütün bu alanları da kendisinin istediği kişilere verebileceğini garanti eden bir propaganda ile kendi tekelinde bulundurdu. İşte ayartının hikâyesinin tezahür biçimi…
Şimdi mülteci meselesindeki ikiyüzlülüğü doğru anlamaya başlayabiliriz. Sürekli ezilen sınıfların niçin ezildiklerini doğru bir zeminde kavrayabilir ve kavramlaştırabiliriz. İşçi sınıfının sürekli ezilmesinin arka planını doğru anlamaya yakınlaştık artık! Gerçeğin, niçin bize gerçek olarak dayatıldığını, olanla sınırlandırıldığını anlamak mümkün olmaktadır. Gerçek artık yeniden tanımlanmış ve içeriğinden soyunmuştur. Hakikat ise zaten her öznenin kendi uhdesinde bulunmaktadır. Böylece birden fazla hakikatin varlığına rağmen, gerçek bir tanedir. Çünkü gerçek, modern gerçeklik, ortak kabul etmez! O tanıma yönelik yaptığınız her eleştiri onun iktidar alanını sarsacaktır. Bu yüzden gerçeğin tanımı tektir, olan ne ise o gerçektir. Bu da gerçeğin sürekli değişimin ve değişimin kendi mihveri etrafında dönüşümünü da bir gerçeklik olarak kabul ederek doğruyu gerçekle aynı zeminde tanımlayarak gerçeğe/olana süreklileştirilmiş bir meşruiyet zemini kazandırmaktadır. Bu temel gerçek anlaşılmayana kadar ayartının neye tekabül ettiğini doğru anlamak mümkün olmayacaktır.
İşte en büyük ayartının modernleşmenin bizatihi kendisi olduğunu, yaptığı epistemik hamle ile bunu temellendirdiğini, ürettiği düşünce ile bunu sağlam zemine oturttuğunu gözlemleyebiliriz. Bu ayartıdan kurtulmanın yolunu bulmak için öncelikle, modernliğin ürettiği epistemeyi terk etmeyi, bu epistemenin kurduğu dünya görüşünden vazgeçmeyi ve bu dünya görüşünün belirlediği hukuk ve değer alanlarından kurtulmayı sağladığımızda gerçekleştirmek mümkün olur.