Abdurrahman Şalkam
TT

Korkan düşüncenin kaçışı

Kaçan, daha büyüktü. Pek çok düşünür sustu ve sessiz kaldı, hatta Orta Çağ'da kilise adamlarının baskısından kaçmak için aklındaki çukura sığınıp, içinde inzivaya çekildi. Yüzlerce, hatta binlercesini, kimse görmedi, duymadı veya tanımadı. Katolik Kilisesi, dünya filozofu Giordano Bruno'yu diri diri yakılmaya mahkûm ettiğinde suçu neydi? Dünyanın yuvarlak olduğu ve güneşin etrafında döndüğünü açıklamasıydı. Hiçbir din adamına zarar vermeyen, bir erkek ya da kadına acı vermeyen bilimsel bir fikri duyurmasıydı. Giordano Bruno'nun suçu, tarih ve kutsallık çukurunun dışında düşünmek ve yargıda bulunmaktan başka bir şey değildi. Bruno, kaynağında bilgi seli ve sağlam düşüncenin olduğu çılgın bir cesarete sahipti. Ama Bruno ile aynı şeye inanan meslektaşı Galileo, takiyye çukuruna atladı ve inancın hizmetkarlarının ona dayattığı cezadan korkarak boyun eğdi. Orta Çağın büyük karanlığında, dili kesilip sonra İtalya'nın başkenti Roma’daki Campo dei Fiori'de -çiçek meydanı ya da tarlasında- diri diri yakılan Giordano Bruno'nun başına gelenleri görünce kaç düşünür ve akademisyen dehşete düştü.
Bilgin ve düşünürlerden korkanlar belki yüzlerce, hatta binlerceydi. Karanlığın bombalarıyla donanmışlardı. Bilim adamlarına karşı dinden çıkma ve ihanet suçlamalarıyla patlamaları için bu bombaları insan aklının yollarına taş gibi döşediler. Bombalar, bilim adamları ile düşünürleri öldürmüyordu, aksine zamanı öldürüyor ve insanları geri kalmışlığın, yoksulluğu ve hastalığı kafalara, ruhlara ve bedenlere yerleştiren karanlığın dibine doğru çekiyordu. Bilimsel ve hatta dini düşünce ve sanatın gidişatını kontrol edenlerle mücadele, bedelini pek çoklarının ölüm ya da hapis şeklinde hayatlarıyla ödedikleri bir tür düşünsel intihar eylemiydi. 30 binden fazla düşünür din adamları tarafından öldürüldü, işkence gördü ve hapsedildi. Roma'daki Kilise'yi sarsan ve Avrupa aklının kapılarını aklın gücüyle Reform çağına açan Alman Katolik din adamı Martin Luther de Kilise’nin kovuşturmasına maruz kaldı ve bir sivil otoritenin gücüyle korunmasaydı, kaderi Giordano Bruno'nunkinden farklı olmayacaktı.
Felsefe, zihnin çarpıcı güçlerinin harekete geçmesi, her alanda yeni, özgür ve yaratıcı insanı üreten yeni bir dönem yaratması için karanlık yanlılarının aklın yoluna yerleştirdiği mayınları süpüren devasa bir makine idi. Karanlık Orta Çağ, geçmişte kalmış bir devir değil, her zaman var olan ve sahte kutsallık kıyafetleri giyen ve dünyevi çıkarlarını savunan bilgisizlik güçleri tarafından üretilen yoğun bir sistir.
Avrupa'da düşünürler ve bilim adamları, o kara dönemi yakmak ve şarlatanların yüzyıllardır cehalet baltalarıyla derinleştirdikleri çukuru doldurmak için binlerce kurban verdiler. Feodal beyler tarafından kullanılan basit insanların geri kalmışlık deliklerine şarlatanlar tarafından Kilisenin onlara sattığı bağışlanma belgesinin, bazı azizlerin iyilik ve sevaplarının fazlası olduğu fikri sokuldu.  İnsanların bilgisizliğinin bu şekilde kullanılması aşırı bir güç ve para yarattı. Rahip Martin Luther, zihninin çığlığıyla Kutsal karanlığın dağlarını yıktı. Matbaa, insanın özgür zihninin en önemli icadıydı. Düşünürlerin, filozofların ve bilim adamlarının uzun süre insan zihninin kapılarını kapatan putları yıktıkları en büyük baltaydı. Luther, İncil'i Almanca'ya çevirdi, Aydınlanma kitapları yayıldı ve karanlığın kalelerine karşı büyük savaş başladı. İslam dünyasında akıl minberlerine hâkim olanlar, yeni silahın, kitapları bilgisizliğin kalelerini yıkmakta olan matbaa toplarının tehlikesini erken bir aşamada fark ettiler ve onları yıllarca yasakladılar. Karanlık taşlaştı ve insanoğlu şeyleşti.
Napolyon Bonapart'ın orduları Mısır'ı işgal ettiğinde, topları Mısırlıların zihnini yerle bir etti. Zihinleri uyanarak katı karanlığın mağarasında olduğunu keşfetti. Napolyon'un seferinin Mısır'a getirdiği en önemli şey, düşünce güçlerinin kafasındakileri aydınlatıcı satırlara dönüştüren matbaa oldu. Sıradan insanlar, karanlık yanlılarının kutsal miras adına ektiklerini süpüren bir güçle karanlığın mayınları üzerinde yürüdüler. Fransızlar Mısır'dan ayrılırken, bilginin, düşüncenin ve ilerlemenin kapılarını açan sihirli ışığın gücü olduğunu bildikleri için matbaayı da yanlarında Lübnan'a götürdüler. Napolyon'un Mısır'a bir işgalci ve sömürgeci olarak geldiğine şüphe yok, ancak o kendisi için İngiliz nüfuzuna karşı koyacak yeni bir müttefik güç kurmak istemişti. Avrupa'da ve bir bütün olarak Batı'da, dini inancın kalpte deneye tabi olmayan bir gerçeklik olduğu, bilimsel gerçeğin yerinin ise laboratuvarda ve deneye tabi olduğu, doğru ve yanlış olabileceği yönünde temel bir kanaat pekişti.
Bölgemizde “korkan düşünce” hala içimizde yaşıyor; ya susuyor, ya kaçıyor ya da teslim oluyor. 19. yüzyılda bölgede, özellikle Mısır'da aklın sesleri duyulduğunda, söz ve harflerle de olsa üzerlerine yıldırma okları yağdı.  Ancak 20. yüzyılda karşı çıkış farklı bir yol izledi. Ali Abdurrazık, "İslam ve Yönetimin Kökenleri" adlı kitabını yayınladığında, ona karşı topyekûn bir fikri savaş başlatıldı. Bedelini ödedi; memurluktan kovuldu ve diploması askıya alındı. Taha Hüseyin, "Cahiliye Şiiri Üzerine" adlı kitabını yayınladığında, karanlıkta yükselen bilgisizlik mabetlerinin hizmetkarları titredi. Kitap, hukuki ve siyasi bir mesele haline geldi. Yazarı korku içinde kaçmak zorunda kaldı ve kitapta yazdıklarını değiştirerek ona “Cahiliye Edebiyatı Üzerine” şeklinde başka bir başlık verdi. Muhammed Ahmed Halefullah da aynı kaderi paylaştı. Büyük fikri kaçış süreci durmadı ve en büyük ve en tehlikeli alarmı, öldürülen Dr. Ferec Fuda'nın akıbetiydi. Necip Mahfuz da bir suikast girişimine maruz kaldı. Fikri kaçışın birden fazla yolu bulunuyor; susmak, yazdıklarından geri adım atmak veya yurt dışına kaçmak. Taha Hüseyin geri adım attı, bir tarihçi ve dini düşünür haline geldi. Abbas Mahmud el-Akkad ile Muhammed Amara da öyle.
Bugün karanlık ve aydınlık arasındaki savaş devam ediyor, ancak başka bir silahla. Matbaa, bir zamanlar karanlık geri kalmışlığın kalelerini yıkan toptu. Günümüzde sosyal medyanın yeni silahı olan internet teknolojisi gençlere ışığın kapılarını açıyor. Karanlığın bataklıklarında yüzenlerin anlamadıkları, Orta Çağ'ın bölgemizde ölmekte ve son nefesini vermekte olduğu, aydınlanmış düşüncenin artık korkup kaçmadığı, dahası evlerinin içlerinde ve çocuklarının ellerinde siperlenmiş olduğu için karşı koyamayacakları bir silahla savaştığıdır. Şimdi ölü çağların cesetlerinin kaçışı başladı.