Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Akıl sağlığı ve delilik nedenleri arasında çevre aktivistleri

Çevre savunucularının son iki yıldaki hummalı faaliyeti dikkatleri çekiyor. İlkenin tartışma konusu olmadığı ve toplum bilincinin veya hükümetlerden iklim yönüne ve dünyanın sağlığına dikkat etmelerini istemenin eski bir iş olduğu doğrudur. Ancak son zamanlarda bu durum, güven verici olmaktan ziyade korkutucu, aşırı bir hal almaya başladı.
Geçtiğimiz hafta çevre aktivistleri defalarca kez marketlere girerek süt şişelerini yerlere boşalttı. Aynı eylemlerden süt taşıyan tırlar da nasibini aldı. Bu vejetaryen aktivistlerin amacı hayvanların katledilmesini protesto etmek. Bu mantıksız bir fikir çünkü sütün hayvanları kesmekle hiçbir ilgisi yok. Buna ek olarak, İngiltere'de ve başka yerlerde şu anda bir gıda krizi yaşanıyor ve gıda fiyatları artıyor. Süt gibi önemli bir ürünün israf edilmesi, çoğu kişiyi, özellikle de çocukları gelişimleri için temel bir besin kaynağı olarak süte ulaşmaktan mahrum bırakıyor. Belki de bu tür saf aktivistler, kendilerini hükümetlerin fosil yakıt kullanımını durdurmaya adamış çevreci dostları arasında bile daha az kabul görüyor. Bu iki aktivist grubun ortak noktası, iki genç kızdan gelen başka bir ahmakça fikir. Sözde çevreci olan iki genç kız Londra'daki Ulusal Galeri'ye girerek, çevreyi enerji kaynakları arama projelerinden koruma davalarına dikkat çekmek için Van Gogh'un tablosuna domates çorbası döktü. İki aktivist, seslerini yükseltmek için tarihi ve sanatsal değeri olan güzel bir eseri yok etmeye çalıştı. Bu noktayı tartıştığım için kusura bakmayın ama domates çorbası da aynı pencereden bakıldığında bir doğal kaynak israfıdır. Çünkü toprağı gübrelemek ve mahsulleri endüstriyel makinelerle toplamak, yemek pişirmek için yakıt kullanılmasının yanı sıra karbon salınımına neden oluyor.
Aktivistlerin tuhaflıkları arasında geçtiğimiz aylarda Stockholm, Londra ve Paris'te caddeleri kesip arabaların geçişini engelleyerek trafiği engellemeleri de var. Yani bu kişilerin yolun ortasında toplanmaları arabaların varacakları yere gecikmelerine ve daha yüksek karbon salınımına neden oldu.
Peki ya hükümetlerin tutumu?
İki yıl önce İskoçya, dönemin İngiltere Başbakanı Boris Johnson tarafından açılışı yapılan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı'na ev sahipliği yaptı. Johnson açılış konuşmasında, İngiltere'nin karbon emisyonlarına neden olan sanayi devriminin faaliyetinde öncü olduğunu söyledi. İklim değişikliği ölçeğine göre kıyamete bir dakika uzaklıkta olduğumuza dair katılımcıları uyardı. İngiltere'nin, Suudi Arabistan gibi rüzgâr da dahil olmak üzere temiz enerji kullanması ve elektrikli arabaların benzin ve dizelle çalışan arabaların yerine geçmesi gerektiğinden bahsetti. Araç aküsünün dolumu, dolum süresi ve verim süresi dikkate alındığında, aslında bu onlarca yıldan önce sağlanamayabilir. Bu konferans, Paris İklim Zirvesi'nden altı yıl sonra gerçekleşti. Paris İklim Zirvesi’nde 2050'de net sıfır emisyona ulaşmanın bir koşulu olarak, endüstriyelleşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışını 1,5 santigrat derece ile sınırlamak için önlemler almak üzere 200 ülke tarafından bir anlaşma imzalandı. Bu, üzerinde anlaşmaya varılmış uygulanması gereken bir konu. Ancak konferansla aşağı yukarı aynı zamanda Barclays Bank, yılın başından itibaren fosil yakıt projelerine destek verdiğini duyurdu. Çevre aktivistleri bunu BM İklim Değişikliği Zirvesi ilkelerine karşı çıkmak olarak değerlendirdi.
2009 yılında Kopenhag BM İklim Değişikliği Zirvesi'nde zengin ülkeler, gelişmekte olan ülkelere 2020 yılına kadar karbon emisyonları azaltmalarına yardımcı olmak için yılda 100 milyar dolar ile destek olma sözü verdi. Ne var ki bu vaatlerin yerine getirilmediği ortada.
Şu anda, ABD'de Enerji Bilgi İdaresi (EIA), fosil yakıt üretiminin 2023 yılında eşi görülmemiş bir düzeye çıkmasını bekliyor. Geçen yıl, petrol ve doğal gaz üretimi yaklaşık yüzde 2'ye yükselmişti. Önümüzdeki yıllarda bunun yükselmeye devam etmesi bekleniyor.
Radikal aktivistler arasında topluluklarına ve hükümetlere karşı gerçek bir savaş yaşanıyor. Ancak bu, tüm çevrecilerin kötü olduğu anlamına gelmez. Birçoğu, yanan ormanları savunmalarının veya balinaların, kuşların ve biyolojik dengeyi sağlayan diğer hayvanların avlanmasına karşı çıkmalarının bir sonucu olarak öldü veya kasten öldürüldü. İçlerinden bazıları Tunus'ta olduğu gibi plajlara yapay mercan resifleri dikiyor. Ya da Londra'daki gıda marketlerinden birinde satış yapan bir kadın günün sonunda kalan yiyecekleri toplayarak çöpe atmak yerine bağışlamak için bir web sitesinde duyuru yapıyor. Körfez ülkelerinde olduğu gibi, ağaç kesimi veya aşırı avlanmayı önlemek için katı yasalar ve para cezaları uygulayan ülkeler de var. Yeşil Suudi Arabistan Projesi ve Yeşil Ortadoğu gibi büyük ağaçlandırma projeleri gerçekleştirildi. İklim konferanslarındaki propaganda hoparlörlerinden uzakta umut verici temiz enerji projeleri hayata geçirildi.
Ekim 2006'da Riyad'daki Kral Suud Üniversitesi'ndeki kadın öğretim üyeleri ve öğrenciler, karbon emisyonlarının etkisi ve küresel ısınmanın iklim dalgalanmaları ve çevresel felaketler üzerindeki etkisi konusunda bir farkındalık kampanyası yürütmek istediler. Riyad Belediyesi, taleplerini karşılamak için gerekli tüm imkanları sağladı. Hatta bölgenin en büyük reklam şirketi ‘El-Arabiyye’, büyük Riyad kentinin tüm sokaklarına dev bilinçlendirme panoları bağışladı. Çok sayıda kadının ilgisini çeken konferanslarda küresel ısınmanın Krallığın iklimi üzerindeki etkisine odaklanıldı ve önemli tavsiyelere yer verildi. Bilgi, birine zarar vermek şöyle dursun, ‘küresel ısınma’ teriminin kamuoyu tarafından bilinmediği bir dönemde toplum hizmetinin bir parçası olarak sunuldu.
Özellikle ısınma ve işletme için gaz tedarik etmeye yönelim artarken, iklime verilen öncelikte azalma olduğu bir dönemde sorun büyük ve çetrefilli. Batılı hükümetlerin ve Çin’in önünde bu hassas zamanda çevresel yükümlülüklerinin yerine getirilmesi ile halklarının çıkarlarının yönetimi arasında zor bir seçim var.