Abdurrahman Şalkam
TT

İran'dan Avrupa'ya küresel örtü savaşı

Siz nasılsanız, giysileriniz, yiyecekleriniz ve savaşlarınız da öyle olur. Kadının örtüsü dayatma ve reddetme arasında sıkışıp kaldı. İran İslam Cumhuriyeti'nde sıradan bir kızın saçları yıldırımlara dönüşerek ülkeyi gürleyerek sarstı ve insanları hareketlendirdi. Fakih’in ve şimdiki imamın memleketinde saç, haremin başlarının üzerine konulan kumaştan kaçarsa füzeye dönüşür. Zaman, beklenen sahibinin yokluğunda patladı ve yeryüzünde insanların kanları sel gibi aktı. Başın üzerindeki kumaş parçası, gizlenen sırrı içine alır. Bedenler siyahlara sarılır. Çünkü siyah, sırların gücünün en büyük bastırıcısıdır. Başın üzerindeki siyah her şey, diğer kutsal güç tarafından yerleştirilir.
Bir kadının başının üstündeki saçlar, korkutan ve devrim yapmaya iten ipliklerdir. Artık büyük sanatçı Muhammed Abdulvahab’ın şair Ali Mahmud Taha'nın yazdığı ‘Gondol’ şiirindeki bir kelimeyi değiştirmesinin nedeni biliyoruz. Taha’nın şiirinde “Altın saçlar, doğulu bir sima” ifadesi geçiyor. Fakat Abdulvahab bu şiiri şarkı olarak seslendirdiğinde saç ifadesinden korkarak bunu dönüştürdü ve şöyle dedi:
“Altın şiirler, doğulu bir sima, şen şakrak haller, tatlı mimikler… Ne zaman ona al desem ver derdi.”
Eski zamanlarda Arap ve İslam dahil tüm medeniyetlerde erkeklerin saçı kadınların saçlarından daha az uzun değildi. 1970'lerde genç erkekler saçlarını uzatırken, birçok kadın saçlarını kısa kestirdi. Eski ve modern Arap şairleri nadiren kadınların saçı hakkında güzellemeler yaparlardı. Erkeklerin kalplerini kıpraştıran göz alıcı güzellik gözlerdi. Keskin kokulu saçlardan değil şiirlerden bahsedilirdi.
Muallakat döneminden beri ve dikey şiir önderliği devirlerinde büyük şairlerimiz, mutavvel kasidelerine ya kaybettiklerinin yasını tutarak ya da gazel ile başlarlardı. Gözler, tüm şiir beyitlerinin kapılarını açan büyülü, parıldayan bir kıstaktı. Cerir der ki:
Beyazı ak mı ak, siyahı kara mı kara olan gözleri
Bizi öldürdüler, ölülerimizi diriltmediler
Aklımızı başımızdan aldılar
Halbuki yaratıcının yarattığı en küçük ve zayıf şeylerdi
Cerir’e katılacak olursak, o zaman kadınların gözleri, Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde kontroller ve kısıtlamalar koyup bunları denetleyen uluslararası bir kuruluşun inşa edilmesini hak eden bir kitle imha silahıdır. Öldürürler, yaşatmazlar ve insanın aklını başından alırlar.
Şair âma Beşşar bin Burd’a gelince, gözlere doğrudan suçlama yönelterek şöyle der:
Beyazı ak mı ak, siyahı kara mı kara olan gözler sana baktığında,
Gözleriyle şarap içirir
Yani Beşşar bin Burd’un durumunda olduğu gibi size bakan bu gözler, sizi zorla soyacak, güçsüz bırakacak ve ona bakamayacak olsanız bile isteseniz de istemeseniz de size şarap içirecek. Büyük şair Ali bin el-Cehm'in Rusafe ile köprü arasındaki ceylan gözlerle hikayesi, bulunduğu yeri ve zamanı aştı.
Ancak Kürt asıllı İranlı Mahsa Amini’nin saçları, kadınların saçının çarpıcı gücünün sırları ile ilgili önceki savaşların hepsine üstün geldi. Onlarca ölü ve yüzlerce yaralı gayri ihtiyari bir el hareketlerinin ya da başlarındaki örtüyü havalandırıp saçlarının bir kısmının parlamasına sebep olan bir esintinin bedelini hayatları ve kanları ile ödediler. İran’daki mollalar hükümetinin kadınların başlarını kapatmadaki ısrarı ledün ilmiyle, beklenen Mehdi’nin vekilleri olan mollaların başlarındaki siyah beyaz örtüleri sarsacak güçteki kadınların saçlarının çarpıcı etkisini bilmelerinden mi kaynaklanıyor?
Canlı canlı gömülen Mahsa Amini, demir veya kağıt ya da mürekkep olmadan sadece bir kumaş parçasıyla kapılar açıp sayfalar yazdı. Hür saçları, dünyanın vicdanının ufkunda yayıldı. Var olan bütün kadınların saçları, zamanın terk ettiği kafataslarını kırbaçlayan ateş parlamalarına dönüşmüş meteorlar oluşturan sevgi ve devrim ipliklerine dönüştü.
Kadın olsun erkek olsun başı örtme konusu uzun uzadıya tartışılıyor.
Yeni bir kelime olan başörtü kelimesi son zamanlarda Müslümanların yaşadığı doğuya yayıldı ve oradan Batı’ya özellikle de Avrupa’ya geçti. Günümüzün paradoksu şu: İran’daki örtünme zorunluluğu yüzünden başlar düşerken ve hastaneler yaralılarla dolarken, Avrupa Adalet Divanı dini sembollerin yasaklanmasına ilişkin bir yargı kararı çerçevesinde, işverenlerin çalışanlarına örtü takmasını yasaklayabileceğine ilişkin bir hüküm çıkardı. Örtü, kâh şurada dayatılan kâh öbür yanda yasaklanan İslami dini bir sembol haline geldi. Fransa'da Fransız edebiyatı dersi veren başörtülü bir kadın profesör var. Bu kadın toplumun güvenliğine bir tehdit oluşturuyor mu? İngiltere'de virolojide doktora yapmış Müslüman bir kadın başını örtüyorsa bunda ne tehlike var?! Sihler din, miras ve biraz da Yahudilik karışımı belli bir yöntemle başlarını örterler. İngiltere Başbakanı Winston Churchill'in şapkası, Mihver devletlerine karşı zafer tehdidi amacıyla kaldırdığı için vatansever bir ifadeydi. İtalyan Faşist lider Benito Mussolini bir Roma şapkası takıyordu. Napolyon Bonapart'ın başından çıkarmadığı askeri şapkasını kim unutabilir?
Charles Dickens, Fransız Devrimi sırasında Paris ve Londra arasındaki mesafeyi tasvir eden bir roman olan İki Şehrin Hikayesi'ni yazdı. Bugün iki medeniyetin hikayesini konuşmamız uygun mu?
İşin ironik yanı şu ki, beyaz, üstünlüğü ifade eden renkti ve siyahın karşıtıydı. Ancak İran'daki dini hiyerarşide siyah en üstün olandır. Başına siyah fakih sarığı takan kişi şeriftir.
Giyim, kuşam, yemek ve ahlak, dinin, mirasın, sosyal ve doğal çevrenin ve çalışma ve üretim kalıplarının katkıda bulunduğu, zaman içinde biriken değer sistemlerinin ürünleridir. Şimdi İran'dan Avrupa'ya uzanan, örtüyü dayatma veya reddetme şeklindeki küresel savaş, değer sistemleri ile siyasi ve güvenlik hesapları arasındaki mesafeyi açığa çıkarıyor.
Din ve yargı, bir kişinin özgürlüğüne dokunur ve iradesini hiç hükmüne indirirse, sadece başları örten şeylere değil, aynı zamanda başların içindekilere de darbe indirir.