Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Washington ve Ortadoğu: Saflık mı komplo mu?

ABD’nin himayesinde, Lübnan ile İsrail arasında ve Hizbullah milislerinin onaylamasıyla deniz sınırının çizilmesi, ardından İran’ın Irak’taki adamı Nuri el-Maliki’nin kampının Mukteda es-Sadr'ın siyasi hayattan ‘çıkışından’ istifade ederek adayını başbakanlığa ulaştırmadaki başarısı, Mesud Barzani ve Sünni Arap grubu (Hançer- Halbusi) ile anlaşma yapması burada, ABD-İran anlaşmasının izlerini okuyan bir kabus analizler selini başlattı. Buna göre Afganistan’ın Taliban hareketine teslim edilmesi gibi Irak ve Lübnan da İran’a devredildi.
İran’ın hareket tarzına ilişkin incelemeler, Batı’nın da nükleer anlaşmanın klinik ölümünü kabul etmesi ışığında, Tahran’ın Washington ile yeni bir yüzleşme çağına hazırlandığını gösteriyor. İran bunu Ortadoğu’da (ve ötesinde) vekalet savaşları aracılığıyla gerçekleştiriyor ve mümkün en geniş çerçevede Washington’ın nüfuzuna hizmet eden stratejik yapıyı dağıtmayı amaçlıyor. İran, eski Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin 2020’nin başlarında suikastıyla başlayan ve İran’ın nüfuzuna karşı düzenlenen en büyük halk protestolarının rahminden doğan Mustafa el-Kazımi başkanlığında bir hükümetin ortaya çıktığı iki buçuk yıldan fazla bir süredir nüfuzunun gerilediği Irak’ta inisiyatifi geri kazanmış görünüyor.
İran, büyüyen gerçekliği ortadan kaldırmak ve nüfuzunun temellerini yeniden inşa etmek üzere iki düzeyde çalıştı. Tahran, Şii lider Mukteda es-Sadr’ı etkilemeye yönelik girişimleri başarısız olduktan sonra buna son verme kararı aldı. Ayetullah Kazım el-Hairi’nin mercilik görevine son verilmesinin ardından onu taklit mercii olarak kabul eden (ki Sadrcıların geneli onu taklit eder) herkesin Ayetullah Ali Hamaney’e bağlanmaları talep edildi. Bu, Bağdat’taki kanlı ve kaotik sahnenin ardından Mukteda'yı siyasetten çekilmeye sevk etti. Buna paralel olarak, İran ‘Devrim Muhafızları’, Kürt muhalefetini kırmak ve Mesud Barzani ile Mukteda Sadr arasındaki ittifakı dağıtmak için balistik füzeler ve ara sıra baskınlarla Kürdistan bölgesini kontrol altında tutmaya çalıştı. Ardından durum, Erbil’in İran’da bir aydan fazla süredir patlak veren halk protestolarını desteklediği bahanesiyle, Kürdistan bölgesi sınırlarında İran Devrim Muhafızları’nın seferber edildiğini duyurma noktasına vardı. Sonuç olarak İran, siyasi, hukuki ve askeri gözdağı vererek hükümetin başına kendisine bağlı bir şahsın atanmasını dayattı ve Mukteda es-Sadr’ı devreden çıkararak Bağdat üzerindeki hegemonyasını yeniden kurma yolculuğuna başladı.
Yemen’de tansiyon yeniden yükseldi. İran’ın kışkırtmasıyla ateşkes anlaşmasının yenilenmesi sürecini sekteye uğratan Husiler, Hadramut ve Şabva’daki limanlara saldırılarda bulundular. Suudi Arabistan ve BAE petrol tesislerine yönelik tehdit oluşturdular. Bu, bölgesel boyutlarıyla Yemen cephesinde fitili yeniden ateşleme ihtimalinin olduğunu gösteriyor. Görünen o ki Husi, Yemen çözümüne ilişkin tüm siyasi anlayışlar ve referanslar bağlamı dışında, meşru hükümetin istisnasız ‘devlet çalışanlarının’ (yani sivil, güvenlik ve askeri güçler) maaşlarını ödemesinde, Hudeyde ve Sana hava limanlarında çalışmanın yasallaştırılmasında ve önümüzdeki dönemde yaşanacak tırmanıştan nemalanmak için Yemen dosyasının siyasi kriz seviyesini yükseltmekte ısrar ediyor. Tahran’ın ahlak polisi cinayetlerinin ardından patlak veren protestolara sponsorluk ve destekle ilgili Riyad’a yönelttiği gülünç suçlamalara paralel olarak, Husilerin İran milisleri ile birlikte Suudi Arabistan’a yönelik tehditlerinin örtüşmesi dikkat çekicidir.
Diğer taraftan kartların yeniden düzenlenmesi bağlamında ve gelecekte bir tırmanma aşamasına hazırlık olarak Filistin Kurtuluş Örgütü liderliği düzeyinde hassas bir geçiş döneminde, Hamas ile Beşşar Esed arasındaki uzlaşıya İran’ın sponsorluğu dahil edildi. Hamas yetkililerinden biri, hareketin Suriye halkının devrimini destekleyen tutumunu ‘liderlik tarafından onaylanmayan bireysel bir tavır’ olarak nitelendirerek Hamas’ı veya en az bir kanadını Şam’da küçük düşürdü. Bu, İran’ın profesyonel şekilde Filistin arenasının çelişkileri üzerine oynamasıyla gerçekleşti. İslami Cihad tarafından dayatılan ve Hamas’ın katılmayı reddettiği son Gazze savaşında Tahran İslami Cihad’a destek ve sponsorluk seviyesini yükseltti. Hamas’ın kaçınılmaz bir şekilde fark ettiği gibi İran, Batı Şeria’ya doğru genişlemesinde İslami Cihad’ı destekliyor. Bu amaçla silahlı gençlik gruplarıyla kendisi arasında bir bağ kurmasını sağlayacak şekilde çeşitli araçlar ve imkanlar sunuyor. Bu gruplardan en öne çıkanı, üyelerinin çoğu Fetih kökenli ailelerden gelse de İslami Cihad hareketiyle bağlantılı olan Nablus’taki “Aslanlar Yuvası”dır. İran şu an hem yurt dışında hem de yurt içinde büyük aksiliklerle karşı karşıya kalan projesini kurtarmak amacıyla Filistin kartını yeniden elinde tutmaya ve nüfuzunu geri kazanmaya yatırım yapmaya hazırlanıyor.
Ukrayna savaşında İran, küresel emperyalizm ve Amerikan kibriyle mücadele ederek projesinin itibarını yenilemek için bir platform buldu. Rus ordusuna şu an Ukrayna sivil tesislerini yok etmek için kullanılan insansız hava araçlarını sağlayarak savaş hattına girdi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, İran’ın şu anda doğrudan sahada çatışmalara katıldığını, Kırım’da konuşlanmış Rus ordusunun İran’ın insansız hava araçlarıyla Ukrayna genelinde saldırılar düzenlediğini söyledi. İran’ın Ukrayna savaşında Rusya’ya destek vermesi, İran’a ve Suriye’deki milislerine yönelik düzenlediği saldırılarda Rusya ile anlaşması bulunan İsrail başta olmak üzere Ortadoğu’daki bazı oyuncular için endişe yaratıyor. Nitekim İsrail Başbakanı Yair Lapid, geçtiğimiz günlerde Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba ile yaptığı telefon görüşmesinde, İran’ın Rusya ile askeri ilişkilerine ilişkin ‘derin endişesini’ dile getirerek ‘İsrail’in Ukrayna halkının yanında olduğunu’ vurguladı. Körfez başkentleri de İran ile Rusya arasındaki bu yakınlaşma karşısında İsrail’in duyduğu endişeyi paylaşıyor. Çünkü bu yakınlaşma, siyasi, askeri ve güvenlikle ilgili sonuçlarıyla bölgede yeni dengelerin oluşmasına yol açabilir.
Bazılarının bahsettiği ABD-İran anlaşması kabusundan daha tehlikeli olan, ABD’nin bölgedeki çatışmaları yönetmeye yönelik stratejik vizyonunun olmaması ve güvenlik dengelerinin doğru bir şekilde anlaşılmamasıdır. Washington doğal müttefikleriyle çatışırken, İran Washington ile yeni bir çatışma dalgasına ve Ortadoğu’daki nüfuzunu zayıflatmaya çalışıyor.
Aptallık çoğu zaman komplodan daha tehlikelidir!