Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Leviathan bin bıçak darbesiyle öldürüldü

Günümüz siyasi tartışmaları, dünya düzeninin yavaş ama devam eden çözülüşüne odaklanıyor, ancak herhangi bir dünya düzeninin temelini oluşturan “devlet” kavramını etkileyen krizler hak ettiği ilgiyi görmüyor. Bir kavram olarak devlet, ilk ve belirsiz görünümünden bu yana, bir dizi faktörün meydan okumasıyla karşı karşıya gelmiştir. Bu meydan okumalar arasında, paganizm ve ritüelleri, ideoloji, otoriter maceralar, özel finansal güç ve şimdi ise küreselleşme sayılabilir.
Devlet, aşiretçiliği aşmak ve daha geniş bir “halk” kavramını benimsemek zorundaydı. Bundan sonra da vatandaşlık kavramını geliştirmesi gerekti. Bunun sonucunda, her zaman barış içinde olmasa da uluslararası hukuka dayalı küresel bir sistem içinde bir arada var olabilecek bir ulus-devletler dünyası doğdu. Ancak bugün, çoğu ulus devletin bir şekilde küresel sistemi etkileyen krizlerle karşı karşıya olduğunu görüyoruz.
Bugün yönetilmeyen veya başarısız devletlerle temsil edilen 16 bölgemiz var. Bu, son 150 yılın en yüksek sayısıdır. Diğer taraftan bu bölgeler, Batı Asya’da ve Afrika’da istikrarsızlık ve terör alanlarına dönüşmüştür. Sonra Çin, Rusya, Kuzey Kore ve İran’ın da dahil olduğu, birey kültü araçlarına dönüşen ulus devletlerimiz var. Tüm bu ülkelerde ve birey kültünün daha az görünür olduğu Küba, Venezuela, Nikaragua ve Eritre gibi bazı ülkelerde de yönetici seçkinlerin imajını parlatmak için ideolojik bir cila kullanılıyor.
İdeoloji -ister dini ister laik olsun- daima devletin rakibi olmuştur. Konstantin’in, Hıristiyanlığı devletin dini ilan etmesinde olduğu gibi devlet çoğu zaman ideolojiyi hizmetinde kullandığını düşünür. Fakat zamanla imparatorluk kilisenin hizmetkarı haline geldi. Hikaye, imparatorluğun dağılması ve İtalya'nın bazı bölgelerinde papalık devletlerinin ortaya çıkmasıyla sona erdi. Öte taraftan Sovyetler Birliği’ndeki Bolşevik ideoloji, Rusya’yı ve tutsak devletlerini yetmiş yıldan fazla bir süre insanlık tarihinin dışında tuttu. Bunun trajik sonuçları da Rusya’yı ve aslında tüm dünyayı etkilemeye devam ediyor. Bugünün demokratik diye nitelenen rejimleri, Birleşik Krallık’ta olduğu gibi komik bir durumla karşı karşıya.
Demokrasiler, Thomas Hobbes’un Leviathan’da öngördüğü zorluklarla karşı karşıyadır. Bunun en bariz örneği, kendi dar gündemlerini dikte etmek için devlet gücünü sömürebilen küçük ama güçlü çıkar gruplarının ortaya çıkmasıdır. Bu durum Batı'da, halkın çoğunluğunun, yani kimin yöneteceğini seçmesi gereken seçmenlerin ya siyasi sürece ilgi duymadığı ya da lobicilere ve diğer aktivist gruplara sempati duymasında görülüyor. Rakamlar, otuz Batı demokrasilerinde son 20 yılda seçmen katılımının yüzde 55 civarında seyrettiğini gösteriyor. Onlarca yıldır hiçbir Amerikan, Fransız veya İngiliz devlet başkanı veya başbakanı, seçmenlerin en az yüzde 50’sinin oyu ile seçilmedi. Nispi temsil dolayısıyla, Batı demokrasileri türlü koalisyonlar geliştirmiştir. Almanya’da kurulan gülünç koalisyon da buna dahildir.
Böyle bir sistemde, hükümetler meze tabağının politik bir versiyonuna dönüştükçe sembolizm kaçınılmaz hale gelir. Televizyon sunucularından basın eleştirmenlerine, radyo sunucularından alternatif yaşam tarzı destekçilerine, çevre aktivisti Greta Thunberg’e veya film yıldızı George Clooney'e kadar ünlülerin ne dediğine dikkat etmelisiniz. Ayrıca perde arkasında kot pantolonlu milyarderleri ve basketbol ayakkabılı bankacıları dinlemelisiniz. Geleneksel siyasi partilerin hayaletlere dönüştüğü bir dönemde bu, devletin pahasına küçük ama aktif grupların güçlenmesi anlamına gelmektedir.
Ancak hepsi bu kadar değil.
Ulus devlet, gücünün bir bölümünü Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği, Dünya Ticaret Örgütü ve düzinelerce başka kısaltmalar altında bürokratik uluslararası ve ulusötesi kuruluşlara kaptırdı. Ülkede sivil toplum, yüzlerce, bazen binlerce STK aracılığıyla paralel bir alternatif sunuyor. Görevi bir parça koparmak için binlerce bıçak darbesiyle “Leviathan’ı” (efsanevi bir deniz canavarı) öldürmek olan iyi finanse edilmiş lobicilerden bahsetmiyorum bile.
Ortalama olarak, demokratik bir devlet gayri safi yurtiçi hasılanın yarısından fazlasını kontrol eder ve böylece yeniden dağıtım mekanizmasına dönüştürür. Ya da elektronik kartlarını makineye koymak için önünde bekleyen uzun bir çıkar grubu görünen bir tür bankamatik.
Kendi adıma, bir hafta boyunca Fransız parlamenterin oluşturduğu sahneyi takip ettim. Burada tüm konuşmaların parayla ilgili olduğu bir pazarda bulunduğum izlenimine kapıldım. Benzinin fiyatı mı yükseldi, devlet size bir çek gönderecek. Elektrik faturasını mı ödeyemiyorsunuz, bir başka çek yolda. Böylece, genel izlenim, güneşin altındaki her sorunun “kaynak eksikliğinden” -ki bu paranın sembolik ifadesidir- meydana geldiği yönünde oldu. Fransızların şu anda yaptıkları işten iki yıl sonra emekli olup olmayacağı, belirli gruplara nasıl daha fazla destek sağlanacağı hususunda daha fazla kargaşa vardı. Peki, Ukrayna’daki savaş ve devamı için ayrılan astronomik meblağlar hakkında bir tartışma var mıydı? Asla. Öğrencilerin yüzde 30’unun eğitim-öğretim yılının en az bir bölümünde öğretmensiz kaldığı talihsiz Fransız okulları hakkında söylenen bir şey var mı? Yok. Dini fanatiklerin, Kuzey Afrika kökenli Fransız kızlarına Cadılar Bayramı’na uygun şekilde egzotik kıyafetler giymeleri için yaptığı baskı hakkında da herhangi bir tartışma yok.
Devlet kavramı her zaman soldan ve sağdan saldırıya uğradı. Fakat pratikte sağcı ve solcu tüm partiler bir kurum olarak devletin hususiyetini kabule alışmışlardır. Bir devlet doğru veya yanlış hareket edebilir, ancak daima bir devlet gibi davranacaktır. Ancak bugün, liderin stratejisine hizmet eden araçlar olarak hareket eden devletler örneğiyle karşı karşıyayız. Çin Komünist Partisi’nin son kongresine dayanarak, Şi Cinping yönetimindeki Çin buna bir örnek olabilir.