Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Hizbullah, Lübnan'ın Arap kimliğini değiştirmek için Mişel Avn'ı iktidara getirdi!

Mişel Avn dönemi Pazartesi gününün ilk ışıklarıyla sona erdi ve Cumhurbaşkanı arkasında başarısız, parçalanmış, iflas etmiş, aç, karanlık ve dağınık bir ülke bırakarak, 5 yıllık yoğun bir çalışmanın ardından inşaatı tamamlanan Rabiye bölgesindeki lüks villasına intikal etti. Tarih, Mişel Avn'a acımayacak ve siyaset biliminde bir devletin, toplumun ve medeniyetin iktidar saplantılı ve onun için tüm ulusal ve ahlaki ilke ve değerleri ihlal eden bir kişinin elinde nasıl yok edildiğini öğreten bir örnek olacak. Ama eski günlerdeki kahvehanelerde hikâye anlatıcılarının anlattığı hikayelere benzeyen Ahd döneminin zaferleri ve başarılarıyla ilgili söylenenlerden uzakta, cumhurbaşkanlığından önceki on yıllarda sonuçları feci eylemlerine değinmeden, bu Cumhurbaşkanının, görev yıllarında yaptıklarını bir gözden geçirelim.
Generalin cumhurbaşkanlığı makamına ulaşması için eziyet, baskı, bombalı saldırı girişimi, yerinden edilme olsun Suriye işgalinin elinden çok çekerek şahsen birçok fedakarlıklarda bulunan Mişel Avn’ın en yakın dostlarından biri 31 Ekim 2016 sabahı, kendisini seçim oturumuna katılmak üzere meclise götürecek araca binmeden önce Mişel Avn'a sarıldığını ve “Keşke şehit subaylarımız da bugün burada olsalardı da şehitliklerinin neler gerçekleştirdiğini görselerdi” dediğini anlatıyor. Avn ise onu "Geçmiş geçmişte kaldı, geriye bakanlar geride kalır" diye azarlamış. Mişel Avn’ın dostu sözlerini sürdürerek, seçim oturumu öncesi yaşadığı gerilim nedeniyle Avn'ın sözlerinin böyle tepkisel olduğunu düşündüğünü söylüyor. Ama ertesi gün, her sabah yaptığı gibi Mişel Avn'ın Rabiye'deki evine gittiğinde, koruma onu durdurarak: "Üzgünüm efendim. Talimatlara göre, sadece randevusu olanlar başkanı ziyaret edebilir” demiş. O zamandan beri bu iki adam birbirleriyle hiç görüşmemiş veya iletişim kurmamış. Yıllar sonra Generalin dostu bir taziye meclisinde tesadüfen damadı Cibran Basil ile karşılaşmış ve ona maruz kaldığı kötü muameleden, dostluğa vefasızlıktan ve kendisine bir yabancı gibi davranılmasından duyduğu acıyı ifade etmiş. Basil alaycı bir tavırla sözünü keserek: "Cumhurbaşkanı, fedakarlıklarda bulunan herkesi kabul etmek isteseydi, tüm zamanını böyle görüşmelerle geçirirdi” demiş ve ondan, zamanı olmayan cumhurbaşkanını rahatsız etmeyi bırakmasını istemiş. Bunun üzerine Avn’ın dostu ayağa kalkmış ve mecliste bulunan herkesin önünde yüksek sesle şöyle demiş: Ben senden veya kayınbabandan herhangi bir şahsi hizmet, mevki, itibar istemiyorum. Git ve sayın Cumhurbaşkanına, vefasızlık, kibir ve gururun küçüklerin özellikleri olduğunu, burnu ne kadar havada olursa olsun dağlara ulaşamayacağını ve düşüşünün çok gürültülü olacağını söyle.
Dostunun hikayesi, en başından beri Mişel Avn'ın kişiliğinin merkezinde yer alan ve cumhurbaşkanlığını üstlendikten sonra belirginleşen Makyavelizm'in bir örneği. Bu sebeple o makama ulaştıktan sonra verdiği sözleri bozdu, ilkelerinden vazgeçti, anlaşmaları bozdu, kendisine inanan ve ona sadık, dürüst olan arkadaşlarını yanından uzaklaştırarak onları sırtlarından vurdu. İsyanlara karşı koyma, karşı çıkanları püskürtme ve yanıltıcı propagandalar icat etme görevini sevdiği damadı Cibran Basil'e verdi. Avn'ın cumhurbaşkanlığı hedefine ulaşması için savaşan, mücadele eden ve artık kendilerine ihtiyaç duyulmadığında veya Avn’ın kendilerini yanılttığını ve aldattığını keşfettiklerinde dışlanan ve tecrit edilen silah ve mücadele arkadaşları buna tanıklık ediyor. Bunlar arasında: General Isam Ebu Camra, Bessam Hızır Ağa, Abdullah el-Huri, Roger Hanna, General Nedim Latif ve kardeşi İmil Latif, diğer damadı Şamel Rokuz, Naim Avn, Ziyad Abbas, Ziyad Asvad, Mişel Zaher ve diğer pek çok isim var. Hepsi de başlarına gelenleri medyada anlattılar.
Silah arkadaşlarından biri, Mişel Avn'ın Winston Churchill'in şu sözüne inandığını söylüyor: Siyasette kalıcı dostluklar yoktur, kalıcı çıkarlar vardır. Ne var ki, Mişel Avn'ın aşırı kibir ve bilgisizliği nedeniyle gözden kaçırdığı husus, kendisinin Hitler’i bozguna uğratan ve İkinci Dünya Savaşı’nda Müttefiklerin zaferinin kahramanı olan İngiliz lider Winston Churchill olmadığıdır. Daha da önemlisi, İngiliz liderin kalıcı çıkardan kastettiği şey, kendi kişisel çıkarı değil, ulusun çıkarıdır.
Tarihin, General Avn ve dönemi hakkındaki sert yargısının en önemli nedeni, cumhurbaşkanlığı makamına ulaştırılması karşılığında İran'ın Lübnan'ı örtülü işgali için bir Hristiyan geçiş köprüsü olmayı kabul etmesi olacak. Hasan Nasrallah ile Mişel Avn arasındaki Mar Mihail Anlaşması denilen uzlaşı ile kurulan bu köprü, sadece yayınlanan satırlarından ibaret değildi, asıl anlaşma yayımlanmayan satırlar arasındaydı. Mişel Avn, cumhurbaşkanlığı makamına ulaştırılması, bazı bakanlık ve idari atamalarla ilgili kotalar ve kamu sözleşmeleri gibi belirli iç konularda destek karşılığında, devletle ilgili diğer tüm meselelerde Hizbullah’ın İrtibat ve Koordinasyon Birimi Başkanı Vefik Safa'nın dikte ettiği gibi "Hizbullah"ın, yani İran İslam Cumhuriyeti'nin talimatlarını katı bir şekilde yerine getireceğine söz verdi. Böyle bir anlaşmaya ancak Mişel Avn gibi bir devlet kurma projesi olmayan, aç, mazlum ve yağmalanmış bir halkın cesetleri üzerinde de olsa, ne pahasına olursa olsun o makama ulaşma takıntısının esiri olmuş saplantılı biriyle varılabilirdi. Böylece İran hesaplarında başarılı oldu ve Akdeniz kıyılarına yayılmış küçük ülke üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdı. Mişel Süleyman'ın görev süresinin sona ermesinden sonra Şii İkilisinin, Avn'ın cumhurbaşkanlığı makamına gelişini olgunlaştırmak için 2 yıl boyunca cumhurbaşkanlığı seçimlerini engelleme nedenini buradan anlıyoruz. Keza son parlamento seçimlerinin sonuçlarını etkilemek için Hizbullah'ın tüm imkanlarını kullanmasının nedenini de. Hizbullah bunu yapmasaydı, Hristiyan sokağının Mişel Avn ve damadına desteğinin ne kadar gerilediği ortaya çıkacak ve bu ise Hizbullah’ın örtülü İran işgali için ihtiyacı olan Hristiyan paravanını kaybetmesine neden olacaktı.
Görev süresi sona eren Mişel Avn'a güvenenler ne kadar zavallı, zira o kaçınılmaz bir sona mahkûm. Lübnan'a inananlara ise ne mutlu, çünkü o sonsuza kadar kalacak.
Ancak öte yandan Lübnan şu anda resmi olarak bir cumhurbaşkanı ve hükümetten yoksun. Eşi görülmemiş bir kriz içinde eşi görülmemiş bir yönetim boşluğu yaşıyor. Ama “İktidarda, onu ülkeyi yok etmek için kullanacak insanların olmasının ne anlamı var?” diyenler de var. Ülkenin modern tarihinde boş cumhurbaşkanlığı makamı, Hizbullah'ın devletin tüm kılcal damarlarına ağırlığını koymasından bu yana Lübnanlıların alıştığı bir durum. Lübnanlılar, savaşın sona ermesinden bu yana üçüncü kez cumhurbaşkanlığı makamında boşlukla karşı karşıya. Asıl soru, cumhurbaşkanlığındaki bu boşluğun ne kadar süreceği ve sorunlu mu, bölücü mü yoksa gergin mi olacağı. Anayasal olarak, boşalan cumhurbaşkanlığının yetkilerini hükümetin üstlenmesi gerekiyor, ancak bugün istisnai ve siyasi, anayasal olarak durumu daha da karmaşıklaştıracak olan husus, hükümetin istifa etmiş bir hükümet olması. Bu muğlak anayasal açmazın, yaklaşmakta olan tartışmaların, anlaşmazlıkların ve gerilimlerin kaynağı olması muhtemel. Hatta yeni bir savaşa ya da Hizbullah olanları seyredip ne zaman harekete geçeceğini hesaplarken, birbirlerini yiyen diğer tarafların şu anda kavrayamayacakları kadar Hizbullah’ın güçlenmesine yol açabilir.
24 Ekim Pazartesi günü, Temsilciler Meclisi bir ay içinde dördüncü kez bir cumhurbaşkanı seçmek için toplandı ve başaramadı.
Mevcut kriz temel olarak Hizbullah'ın, müttefiki Mişel Avn'ın seçilmesi sırasında olduğu gibi kendi adayını cumhurbaşkanlığına ulaştırmayacak herhangi bir seçim sürecini reddetmesiyle bağlantılı. 2016'da Mişel Avn'ın seçilmesi için 2 buçuk yıl geçmesi ve 46 seçim oturumu yapılması gerekmişti. Bu, Avn, Saad Hariri ve Samir Caca için küçük düşürücü bir anlaşmaydı. Son ikisinden ilki, Ahd döneminde başbakanlığı garanti etmek ya da garanti ettiğini düşündüğü için anlaşmayı kabul etti. İkincisi, Avn ile makamları ve pozisyonları eşit bir şekilde paylaşmak veya paylaşacağını düşündüğü için ayrıca Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın "gözü" Süleyman Frenciye’nin seçilmesini engelleyip, diğer gözü Mişel Avn’ın seçilmesi için anlaşmayı kabul etti. Böylelikle şahit olduğumuz felaketler yaşandı.
Bugün Hizbullah, kendisine maddi olarak bağlı televizyon kanallarına dağıttığı destekçileriyle, direnişin saçının teline dokunabileceğini hissederse, kim olursa olsun cumhurbaşkanını kabul etmeyeceği haberini bize müjdeliyor. O halde Hizbullah’ın İrtibat ve Koordinasyon Birimi Başkanı Vefik Safa tarafından yönetilmeyecek bir cumhurbaşkanı bekleyenlere “bunu çok bekleyeceklerini” müjdeleyelim. Aynı Vefik Safa, Beyrut Limanı patlaması ve Beyrut'un yıkımı soruşturması yargıcı Tarık Bitar’a da “boyun eğdirmek” istemiş ama Bitar’ın kararlılığı, direnişi paramparça etmişti. Öte yandan Lübnan Temsilciler Meclisi’nin Başkanı olan ve meclisi ertelenen projelerle dolduran Emel milislerinin liderini de unutmayalım. Bu projeler arasında Lübnan ve İsrail arasındaki deniz sınırı anlaşması da var ve Meclis Başkanı olmasaydı Lübnan şimdiye kadar doğal gaz ihraç etmeye başlamış olurdu. Ama bütün suç ona “profesör” diyenlere yüklenmemeli. İran bunu istemediği için Lübnan kolu Hizbullah, ondan projeyi geciktirmesini istedi. Profesör de, adamlarıyla dolu olan meclis güvenliğini Hizbullah’ın adamları üzerine salamazdı. Deniz sınırı anlaşmasının imzalanması hikayesinde ironik olan, tüp bebek tedavisi ile doğan, annesi Amos Hochstein, cerrahı Joe Biden yönetimi olan bu başarının babalığını iddia edenlerin çokluğu. Projenin başlangıcını işaret eden göbek bağının kesilmesinden sonra, Hasan Nasrallah geçen Cumartesi gecesi masaya vurarak: “İsrail ile deniz anlaşmasını tamamlamaya karar veren biziz (...) ve ihanetle suçlama diline gerek yok” dedi. Sonra da şunu ekledi: Devletin kabul ettiği şeye bağlıyız.
Kısaca; İsrail diye bir ülke var ve işgalci bir ülke değil. Vatana ihanet suçlamaları çöktü ve yaşasın Lübnan devleti, öyle mi? Hayır, aslında anlaşmanın geçmesine yeşil ışık yakan İran oldu. Hizbullah’ın kabul ettiği her şeye, Mişel Avn ve Cibran Basil dönemi tüm kapıları açıyordu. Bu anlaşmada da İran, Fransız, Amerikan ve tabii ki Lübnan kapıları buluştu. Şimdi ve 30 yıldır hüküm süren mumyalar sisteminin, zamanı geldiğinde vaat edilen doğal gazdan yararlanmanın tadına bakmak için hâlâ hayatta olup olmayacağını bilmiyoruz.
Lübnan'ın şu anda içinde bulunduğu durum çok karmaşık. Birkaç ay sürebilecek bu cumhurbaşkanlığı boşluğunun gölgesinde, ekonomik ve sosyal durum çökmeye devam edecek. Lübnan şimdi felaketten daha kötü bir durumda.
Mişel Avn'ın görev süresine, eşi görülmemiş bir ekonomik çöküş ve başkenti tahrip eden Beyrut Limanı patlaması damga vurdu. Lübnan lirasında daha güçlü bir çöküş ve Lübnanlılar için daha fazla lojistik sorun beklemeliyiz.
Nasrallah ise bize: "Beğenmeyen gitsin ama biz isteseniz istemeseniz de kalacağız" diyor.