Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Cezayir bölünmüşleri yeniden birleştiremezse

Yol boyunca uzanan dağınık zorluklara, zirvenin zamanında yapılmamasından ve ertelenmesinden ne belirlenen tarih ne de yerde düzenlenmemesinden memnun olacak bölgedeki bazı bölgesel tarafların varlığına rağmen, Cezayir, 31. Arap Zirvesi ile hedefine ulaştı.
Arap Birliği'nin bir oluşum olarak var olmasından, bu oluşumun bir role sahip olmasından, dahası rolünün yanı sıra Arap Evi’nin Tahrir Meydanı’na bakan karargahında alternatifi olmayan bir görevinin bulunmasından hâlâ rahatsız olan bu tarafların en ön saflarında, İran yer alıyor.
Ama Cezayir'deki kardeşlerin verdiği uzun bağımsızlık savaşı, onlara zirveye giden yolda önümüze çıkan basamakları tırmanmak için uzun soluklu olmayı öğretti. Onlara hedefe ulaşma konusunda umutsuzluğa kapılmanın, ne kadar uzarsa uzasın, bu yolda kendisine bir yer bulmaması gerektiğini öğretti. Bu nedenle zirve yazdan sonbahara ertelendiğinde, Cezayir liderliği bu yeni tarihe ve mekana sıkıca sarıldı. Zirve yolundaki sürprizler çeşitli, sık ve ardışık olsa bile, zirvenin mutlaka gerçekleşmesi gerektiğine inandı.
Zorluklara karşı diğer tüm silahlardan çok "uzun nefes" silahını kullandı. Bu silahın pratik bir çevirisini yaparsak, çeviri tek kelimeden ibaret olurdu: Kararlılık.
Zirvenin yapılmasından birkaç hafta önce ertelendiği haberleri yayılınca Cezayir hükümeti kızdı ve kızıp öfkelenmekte de haklıydı. Ama öfkesinin kararlılığını etkilemesine ya da ona zarar vermesine izin vermedi. Sona ulaşma arzusuyla yoluna devam etti. Yoldaki engellerle nasıl başa çıkacağını bilecek bilgeliğe sahipti. Cezayir, zirvenin hangi koşullarda gerçekleştiğini ve bu koşulların gerçekliğini gördüğünden, bu gerçekliği ifade etmek için benimseyebileceği en iyi sloganın “Yeniden Birleşme” olduğunu gördü.
Bir milyon şehidin ülkesi hükümetinin ev sahipliğinde anlaşmazlıkları ve görüş ayrılıkları uzun süren Filistinli fraksiyonların liderleri arasında gerçekleşen toplantı, zirve zamanı gelmeden önce sloganıyla bir nevi el sıkışmaydı. Zira Filistinli liderler zirveye giden yolda masaya oturdular ve Cezayir Deklarasyonu olarak bilinen anlaşmanın imzalandığı tarihten itibaren 1 yıl içinde Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs dahil Batı Şeria'da parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri düzenlemeyi kabul ettiler.
Aralarındaki anlaşmazlık ve görüş ayrılıklarıyla Filistinli fraksiyonların görüşmesi, Filistin meselesinin dışındaki meselelerin zirveye giden yolda bir yer edinmeyi kaçırsalar da, zirve sırasında masada bir yer edinebileceklerinin göstergesiydi.
Nitekim Cezayir'e komşu olan Libya, zirve salonunda ister Arap Birliği delegeleri, ister dışişleri bakanları, ister Cezayir’e gelip zirveye katılan Arap liderler düzeyinde olsun yapılacak toplantıların görüşme maddeleri içinde diğer meselelerden daha fazla yer bulmaya adaydı.
Zira Filistinliler nasıl Gazze Şeridi ile Batı Şeria arasında bölünmüşse, aynı durum Ömer Muhtar’ın ülkesinde de mevcut; doğuda Mısır sınırında bir hükümet, batıda Cezayir sınırında bir başka hükümet bulunuyor. İster Filistin ister Libya'da olsun iki taraf arasında anavatanın kanı aşiretler arasında dağılıyor.
Filistinli fraksiyonların seçimleri düzenleme konusunda (Allah korusun) tökezlemeleri ve seçimlerin yapılmaması olası. Eğer bu gerçekleşirse, suç Cezayir'in olmayacak ve o zaman Cezayir’in lisanıhali, Nil şairi Hafız İbrahim’in ezberlediğimiz beytinin şu ilk yarısındaki gibi olacak: “Azmim büyük ve gerçek, ama zaman bana karşı”.
Oturan, anlaşan ve anlaşmayı imzalayan fraksiyonlara ise, anlaşmaya bağlanan yüksek umutları boşa çıkarmamaları için çağrıda bulunulmaya devam edilecek. Kaldı ki bu umutlar, Arapların ve hatta anlaşma çağrısında bulunan ve sponsorluğunu yapan, zirveden önce sloganının daha fazla söz ve konuşma için bir alan değil, bir eylem başlığı olmasına bahis oynayan Cezayirlilerin umutları olmadan önce, davanın sahibi olan Filistinlilerin umutlarıdır.
Cezayir, Arap zirvelerinin insanların gözleriyle gördükleri, elleriyle dokundukları ve içinde yaşadıkları koşulları değiştirecek işaretler buldukları bir eylem sahasından ziyade, güzel sözlerin söylendiği zirveler olduğuna dair Arap kamuoyunda sabit bir izlenim olduğunu erken bir dönemde fark etti.
Bunu diğerleri gibi fark etti. Bu nedenle Cezayir Deklarasyonu’nun imzalanmasını sağlayarak, bunun tüm zirvelerin aynı olmadığının, bazılarının farklı olabileceğinin, yapabileceğini ve elinden geleni yapmaya çalışabileceğinin kanıtı olmasını istedi. Filistinli fraksiyonlara yapılan "deklarasyonu" imzalama çağrısı, açık bir kanıttı.
Fraksiyonların imzaladığı deklarasyon görünüşe göre diğer dava ve dosyalarda da uzlaşı için iştahları kabarttı. Öyle ki gündem maddeleri listesinde 19 maddeye ulaşarak dışişleri bakanları toplantılarını doldurdu. Zirve ile ilgili umutları yükselten ve toplantıları takip edenleri iyimser yapan da buydu.
Gündemdeki bazı dosyaların önceliği, ardından da bunların göreli önemi hakkında birlik ülkelerinin dışişleri bakanları ve onlardan önce daimi temsilcileri anlaşmazlık yaşasa da, bu anlaşmazlık, İran ve özellikle de bir enfeksiyonun hasta insanlardan sağlıklı insanlara bulaşması gibi bölgenin bir temelinden diğerine bulaşan bölgesel davranışları dosyasına kadar uzanmadı.
Yakın zamana kadar İran, bölgesel politikalarında Türkiye'den farklı değildi. Ancak Ankara az da olsa uyandı ve Arap dünyasında uygulamaya devam ettiği stratejilerin bir faydası olmadığını görmeye başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bölge haritasındaki sorunlarını sıfırlamaya çalışmanın kaçınılmaz olduğunu gördü. Ancak bu hâlâ tam bir uyanma değil, çünkü Türkiye'nin Libya, Irak ve Suriye'deki “kurcalayıcı eli”nin hâlâ yaptıklarını durdurması gerekiyor.
Zirve bir yeniden birleşme zirvesi ve bu onun deklare edilmiş sloganı olduğu ve toplanmanın ardındaki umut ve beklentisi bu olduğu için, Ankara'yı Tahran ile aynı haneye koymaktan başka çaresi yoktu.
Ancak tüm bunlar, zirvenin bugünden bir sonraki zirveye kadar Araplara barış ve rahatlık getireceği anlamına gelmiyor. Çünkü böyle bir beklentiye girmek, daha önceki hiçbir zirveden sonra olmadığı gibi, şimdi de doğrusu gerçekçi değil. Ayrıca daha önce hiç bu tür Arap, bölgesel ve uluslararası koşullarda bir zirve yapılmamıştı.
Her zirve, içinde doğduğu koşulların ürünüdür. Örneğin, Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşılık toplanan 1990 zirvesi sırasında dünya bu işgal nedeniyle tetikte ve endişeliydi. 2022 zirvesi sırasında ise dünya “korona” ve Ukrayna'daki savaşın yansımalarıyla boğuşuyor ve Irak'ın Kuveyt'i işgal ettiği dönemde gösterdiği kadar dikkat ve ilgi göstermiyor. Dolayısıyla bu iki zirveyi birbiri ile karşılaştırmak doğru olmaz.
Cezayir Zirvesi, Arap vatandaşlarının çevrelerinde olup bitenler, ülkeleri için ne gibi niyetler beslendiği ve onları çevreleyen tehlikeler konusundaki farkındalıklarını canlandırmayı başardıysa, bölünmüşleri bir araya getirmeyi başaramasa bile, tehlikeler konusundaki farkındalığı canlandırmakta göstermiş olduğu bu çaba ona yetebilir.