Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Yasada kamuoyunun rolü

Geçtiğimiz hafta, “kolektif” kavramını çevreleyen bir sorundan bahsetmiştim. Şeriat ve hukuk söz konusu olduğunda bir dereceye kadar yüceltilen bu kavram, aynı zamanda kalabalık veya sürü zihniyeti/sürü davranışı hakkındaki hâkim fikirden dolayı tartışılmaktadır. Bu yazımda bir fikrin önünü açmak istedim ki, bu fikrin özünü şu anlayış oluşturmaktadır: “Kolektif” örf, fikir birliği ve çıkarların belirlenmesi, kanunlar ve şeri hükümler için uygun bir kaynak olabilir. Bu fikir Avrupa toplumunda gündeme gelseydi, tartışma yaratmazdı; çünkü modern kültürlerinde bu apaçık ortadadırlar. Müslüman toplumlarda ise tam tersidir.
Muhtemelen çoğumuz, yasama veya yetki devri (örneğin seçimler yoluyla) için bir temel olarak kamuoyunun benimsenmesini kınayanları duymuşuzdur. İnsanların bunu umumi tartışmalarda açıkça söylemeyip, âlimin görüşü ile cahilin görüşü arasında bir karşılaştırma şeklinde ortaya koymaları anlaşılırdır. Örneğin şöyle derler: Seçimler kötü bir yoldur. Çünkü büyük bir alimin görüşü basit bir işçinin görüşüyle bir tutulur. Her iki görüşe aynı ağırlığı vermek ve aralarındaki bilgi farkını görmezden gelmek doğru mudur?
Bu günlerde bu fikrin başka bir ifadesine rasgeldim. Bazıları, din alimlerine veya şeri organların  ilmi üretimine yönelik eleştirilere karşı çıkarak şöyle diyorlar: İlim talebesi bir mesele hakkında fetva vermeden önce onlarca yıl bir hocanın önünde diz çöker, fakat sonra iki kitap okuyan biri gelir ve bu fetvaya cevap vermeye ehliyetli olduğunu düşünür. Bu mümkün ya da makul mü? İnsanların bu sözü kabul etmesi ve hatta gerçeğin bir taklidi olarak görmesi kolaydır. Çünkü bu, genel kültürde yerleşmiş bir anlayıştan kaynaklanmaktadır. Bu anlayışın özünde, ilim erbabını diğerlerine üstün tutmak ve ardından da çeşitli düzeylerdeki din alimlerini herkesten, hatta diğer alanlardaki âlimlerden üstün tutmak vardır.
Değerli okurların kamuoyu, örf ve kolektif hakkındaki tartışmanın, birçok durumda bu konuyla hiçbir ilgisi bulunmayan noktalara sapmasına yol açan kafa karışıklığıyla lekelendiği gerçeğine ulaşmış olması muhtemeldir. Bu karışıklığın ortadan kaldırılması, konunun öğelerinin her biri üzerinde ayrı ayrı tefekkür etmeyi ve ardından aralarındaki doğru bağlantıyı aramayı gerektirir.
Dikkat etmemiz gereken ilk konu, tartışmanın çerçevesidir: Eğer tamamen bilimsel alandaysak, çoğunluğun görüşü ile bir kişinin görüşü eşittir. Çünkü bu ikna edici kanıtlara dayanmaktadır. Fakat pratik farklılıkların çözülmesine veya toplumun grubun temsilcilerinin belirlenmesine ya da yetki devrine geldiğimizde asıl olan çoğunluğun görüşüdür. Diğer bir deyişle, din hakkındaki görüşler de dahil olmak üzere tüm görüşlere ilmi saygı duyulur. Kişi, söylendiği üzere iki kitap okuyanlardan biri olsa bile sağlam kanıtlara dayanarak görüş sahibi olabilir.  Bu nedenle kriter, delilin gücüdür. Başkalarına empoze etmedikçe herkesin kendi görüşünü seçme hakkı vardır.
Kamusal konularda çoğunluğun görüşünün alınması gereklidir. Çünkü insanlar çıkarların teşhis edilmesinde ayrışırlar ve bu nedenle anlaşmazlıkların üstesinden gelecek bir çözüme ulaşmanın yolu aranmalıdır. Ancak buna ek olarak başka bir gerekçe daha var ki, o da “akılların icması”dır. Bu bize farklı disiplinlerden ve yaklaşımlardan olan yüzlerce akla dayanan geniş bir bakış açısı verecek ve sonuçlandırılmadan önce kararın arka planının ve olası sonuçlarının derinlemesine anlaşılmasını temin edecektir. Şöyle bir söz aktarılır: “İnsanların en akıllısı, insanların akıllarını kendi aklıyla birleştirendir.” Bir bütün olarak kamu meselelerinde, kamuoyunun aklını dikkate dikkate almak kaçınılmazdır.