Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Ukrayna savaşında "ya hepsi ya hiç"in bedeli!

Ukrayna-Rus savaşının genişlemesinin ve daha büyük ve tehlikeli bir çatışmaya dönüşmesinin tehlikelerini dünyaya hatırlatmaya ihtiyaç varsa, önceki günün akşamı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyesi Polonya topraklarına düşen füze olayı, bu uyarıyı sunuyor. Zira yalnızca bu savaş sırasında değil, bu ittifakın kuruluşundan ve Soğuk Savaş'ın patlak vermesinden bu yana ilk kez NATO’ya bağlı bir toprağa bir "Rus" füzesi düşüyor. Füzenin Rusya'dan fırlatıldığı kanıtlansaydı, dünya şimdi İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en ciddi çatışmanın eşiğinde olacaktı.
Bu nedenle önce ABD’den, ardından Polonya’dan füzenin Rusya'dan fırlatıldığını ihtimal dışı gören, Rusya'nın füze saldırılarına karşı koymak için Ukrayna tarafından fırlatılan ve yanlışlıkla Polonya topraklarına düşen bir karadan havaya füze olduğuna ihtimal veren hızlı açıklamalar geldiğinde insanlar rahat bir nefes aldı. Böylece, yatıştırıcı söylem, Ukrayna'dan kaynaklanan ilk gerilim söylemine üstün geldi.
Bu olayın, yankıları tüm dünyayı etkileyen savaşı durduracak müzakere edilmiş bir çözüme yönelik hamlelerin işaretlerinin görüldüğü bir zamanda meydana gelmiş olması dikkat çekici. Olup bitenler bir yana, füze, Rusya-Ukrayna savaşının bir yol ayrımında olduğuna dair uyarı görevi gördü, çünkü ateşkesi sağlamaya yönelik hareketliliği ve çabaları yoğunlaştırma, savaşı sona erdirmek için diplomatik bir süreç başlatma olasılığı bulunuyor. Aynı şekilde NATO'nun içine çekileceği ve çatışmanın üçüncü dünya savaşı şeklinde yayılması anlamına gelecek, sonuçları hesaplanmamış bir askeri tırmandırma olasılığı da var.
Dengeli Batı tepkisi, bu olayın Rusya ile NATO arasında askeri çatışmaya dönüşmemesini sağladı ve bu iyi bir haber. Ancak özellikle hem Rusya hem de Ukrayna tarafında "ya hepsi ya hiç" yaklaşımını destekleyen muhafazakarların varlığının gölgesinde, gelecekte benzer olaylar tekrarlanırsa, tansiyonun yükselmesi ve NATO'nun savaşa müdahalesi mümkün hale gelir.
Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Rus kuvvetlerinin Herson'dan çekildiğini duyurduğunda, ABD Genelkurmay Başkanı General Mark Milley bunun Kiev ile Moskova arasında barış görüşmeleri için bir fırsat yarattığını söyledi. General Milley, büyük güçler savaşın erken bir aşamasında müzakerelerde başarısız olduklarında patlak veren Birinci Dünya Savaşı deneyimini andı. Bu başarısızlık yaygın yıkıma ve dünya çapında milyonlarca kurbanın ölümüne yol açmıştı.
Milley'in geçmiş deneyimlerden ders alma, her şey daha da kötüleşmeden ve küresel bir savaşa dönüşmeden savaşı erkenden durdurma hakkındaki sözleri, ABD'nin çatışmayla ilgili resmi söyleminde gözle görülür değişikliklerle aynı zamana denk geldi. ABD ve Rusya, iletişim eksikliği nedeniyle herhangi bir gerilim veya yanlış anlaşılmayı önlemek için Ukrayna ile ilgili düzenli üst düzey temaslara yeniden başladılar.
ABD yönetimi, Ukrayna'nın kendisini, egemenliğini ve topraklarını savunma hakkına verdiği desteği teyit ederken, aynı zamanda Washington, zaman sınırı olmayan bir savaşa yönelik Amerikan ve uluslararası ruh halindeki değişikliklerin ortasında, çatışmanın önümüzdeki aylarda diplomatik bir çözüme kavuşturulması yönünde bastırıyor. Bu tutum, önceki gün, Ukrayna'daki savaşın ancak müzakere edilmiş bir siyasi çözüm yoluyla sona erdirilebileceğini söyleyen, bu yönde ilerlemek için her iki tarafla temasları sürdürme kararlılığının altını çizen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından da dile getirildi. İfade ettiği bu pozisyonun Çin, ABD, Hindistan ve Türkiye gibi taraflardan "giderek daha fazla destek aldığını" söylemesi dikkat çekiciydi. Bunun, diğer ülkelerden, özellikle de bu savaşın ciddi bir ekonomik ve geçim kriziyle karşı karşıya bıraktığı gelişmekte olan ülkelerden de destek bulduğuna şüphe yok.
Aslında ABD'de bile savaşın etkileri, enflasyon, yüksek fiyatlar ve yavaşlayan büyüme nedeniyle Amerikalıların sıkıntılarını artırmaya başladı. Avrupa kıtası da bunlardan muzdarip; Fransa'dan Almanya, İngiltere ve İtalya’ya boğucu bir ekonomik kriz ve yarım yüzyıldan fazla bir süredir dünyada görülmemiş hızdaki fiyat ve enflasyon artışı ortasında işçi protestoları ve grevler artıyor.
Başkan Joe Biden yönetimi, Avrupalı ​​müttefiklerinin savaşın yaşlı kıta üzerindeki maliyet yükü konusunda uyardığını gizlemedi. Ekonomik maliyetin ötesinde, savaşın 2023 baharına kadar durdurulmaması halinde, çatışmanın genişleyerek Ukrayna'dan Avrupa'ya yeni bir göç dalgasına yol açmasından korkuluyor.
Amerika’da Biden kendisini Kongre'deki güç dengesindeki değişiklikle kuşatılmış olarak bulacak. Cumhuriyetçiler, Temsilciler Meclisi'nin kontrolünü ele geçirme yolundalar ve Beyaz Saray'ı Ukrayna'yı askeri ve ekonomik olarak desteklemek konusunda "açık bir çek" olmayacağı konusunda uyardılar. Biden'ın Kongre'de karşılaşacağı zorluklar, Demokrat Parti'nin 2024 başkanlık seçimlerine katılamaması ve Amerikan ekonomisinin enflasyon ve durgunluktan muzdarip olması. Bu nedenle, Washington'ın geçtiğimiz haftalarda diplomatik sürece alan açmanın gerekliliğiyle ilgili artan açıklamaları, Batı'da önceliklerin değiştiğini yansıtıyor.
Soru şu: Kiev ve Moskova diplomatik çözüm için ortak bir zemin buluyor mu? İlgili taraflar gerçekten diplomatik bir çözüm istiyor mu?
Halihazırda duruma “ya hepsi ya hiç” yaklaşımı hâkim, fakat bunun devam etmesi zor. Her iki taraftaki askeri kayıp sayısı 200 binden fazla, sivil kayıplardan, Ukrayna'nın uğradığı büyük yıkımdan ve Avrupa'ya kaçan milyonlarca mülteciden bahsetmiyoruz bile. Buna ek olarak, dünya, sancılı bir ekonomik durgunluğun eşiğinde ve bunun bedelini, bazıları açlık tehdidiyle karşı karşıya olan dünyanın en yoksul ülkeleri ödeyecek.
Sekiz aydır devam eden savaş, uluslararası kurumlar için de zorlu bir sınavı temsil ediyor. Birleşmiş Milletler krizle ilgili oybirliğiyle bir karar alamadı. Avrupa Birliği, krizin üyeleri üzerindeki etkilerinden kaynaklanan derin çatlak ve yarıklardan muzdarip. Ukrayna krizinin yansımalarını yönetmekte Paris ve Berlin arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle Fransız-Alman ekseninin uyumu bile ciddi bir şekilde test edildi. G20’ye gelince, o da kriz konusunda bölünmeler yaşıyor ve son zirvesinin sonuç bildirgesi bu ihtilafları açıkça gösteriyor. Bildirgede "üyelerin çoğunun" Ukrayna'daki savaşı şiddetle kınadığı ve Rusya'nın komşularının topraklarından "tam ve koşulsuz geri çekilmesini" talep ettikleri belirtildi. Bildirgede üzerinde tam bir uzlaşının olduğu husus şuydu: Ukrayna savaşı “insanların çok büyük acılar çekmesine neden olmakta ve küresel ekonominin mevcut kırılganlığını artırmaktadır. Bu da, sınırlı büyümeye, artan enflasyona, kesintiye uğrayan tedarik zincirlerine, artan enerji fiyatlarına, gıda güvenliği yokluğuna, finansal istikrara yönelik artan risklere yol açmaktadır.” Ancak bildirgede, “Durum ve yaptırımlarla ilgili başka görüşler ve farklı değerlendirmeler olduğu” da kaydedildi. Bu ifade krizle ilgili bölünmeleri yansıtıyordu.
Bu, çatışmanın seyrinde belirleyici bir andır ve farklı iradelere, çatışan önceliklere sahip güçler var. Ancak politik gerçekçilik ve uzlaşının kabulü, savaşı kontrolden çıkmadan önce durdurmanın en iyi yolu olmaya devam ediyor.