Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Dünya barışı artık Suudi Arabistan'dan geçiyor!

Kendisi İngiltere'nin en ünlü gazetecilerinden biri. İnsanların okuduğu ve karar vericilerin duyduğu sert eleştirilerinden vazgeçmesi için çeşitli yollarla onu cezbetmeye çalışan totaliter ve diktatör rejimlere düşmanlığıyla tanınıyor. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan'a yaptığı bir çalışma ziyaretinden döndükten sonra kendisiyle konuştuk. Ziyaretinin sebebi bir Amerikan televizyon kanalı için hazırladığı ve konusu İpek Yolu olan belgeseldi. Suudi Arabistan'da gördüklerinin siyasi algılarının çoğunu değiştirdiğini söyledi. Suudi Arabistan’ın doksanların sonunda tanıdığı gibi olmadığını, değişimin şekli ve yüzeysel değil, meselelerle ilgili kavramları, yaşam kalıpları, fikirleri ve davranışları değişen toplumun özünde yaşandığını ve bunun sakin, huzurlu ve pürüzsüz bir şekilde gerçekleştiğini belirtti. Köklü bir değişimin iktidardaki bir monarşiyle sağlanabileceğine hiçbir zaman inanmadığını, zira tarihin bize bu tür değişimlerin şiddet içeren araçlarla gerçekleştiğini öğrettiğini, Suudi Arabistan'ın bu inancını değiştirdiğini söyledi. Sözlerini şöyle sürdürdü: “Monarşi, etrafını bir grup uzman ve danışmanla kuşatan, ekibiyle birlikte gelecek yüz yıl için bir yol haritası planlayan, bu yol haritasını hayata geçirmek için yorulmadan çalışan akıllı, cesur ve gözüpek bir genç prens aracılığıyla devleti yeniden yapılandırdı.” Bu gazetecinin Suudi Arabistan’ı resmi bir davetle ziyaret etmediğini ve herhangi bir yetkiliyle görüşmediğini, bana menajerinin, vizesini kimseden davetiye almadan ya da kimse kefil olmadan internetten aldığını söylediğini belirtmek gerekir.
Suudi Arabistan halkının büyük çoğunluğu, özellikle de Veliaht Prens Muhammed bin Selman'a başardıklarından ve gelecekte başarmaya hazırlandıklarından dolayı büyük bir sevgi ve saygı duyan gençler, ülkelerinde olup bitenleri destekliyor. İçeride olup bitenlere, Suudi Arabistan’ın uluslararası ilişkilerindeki değişiklik de eşlik etti. Geçmişte önemli bir bölgesel güç olan Suudi Arabistan, bölgeyi aşarak küresel olayların gidişatını etkileme konusunda birinci dünya ülkeleri saflarında yer almayı hedefliyor ve çabalıyor. Muazzam yetenekleri ve iç istikrarı ile Suudi Arabistan, büyük ülkelerle ilişkilerinde eşitlik esasına göre davranıyor, birbiriyle çatışan büyük ülkelerle olan ilişkileri dahil olmak üzere dengeli politikaları için bu ülkelerden saygı görüyor. Suudi Arabistan dürüst ve güvenilir bir referans ve hakem haline geldi. ABD ile 100 yıla yakın organik bir ilişkisi var, ancak dünyanın en güçlü ülkesi, Suudi Arabistan'a Rus petrolünü telafi etmek için petrol üretimini artırması konusunda baskı yapamadı, çünkü bu Suudi Arabistan’ın çıkarına değildi. Suudi Arabistan’ın buna yanıtı doğrudan Cidde zirvesinde geldi. Prens Muhammed, ABD Başkanı Joe Biden'a üretimi artırma kararının sadece Suudi Arabistan’a değil, OPEC+ Grubuna ait olduğunu ve ABD, Rus petrolündeki kesintiyi telafi etmek istiyorsa, bunu sahip olduğu ve dünyanın en büyüğü olan rezervlerinden yapabileceğini son derece açık bir şekilde söyledi. Suudi Arabistan'ın Amerikalılardan emir aldığını iddia edenler, bu tutum karşısında şaşkına döndüler. Bu tutum,  Biden'ın Cidde zirvesindeki girişimlerine karşılık Suudi Arabistan'ın İsrail devletini tanıdığını yüksek sesle iddia eden medyadaki borazanlarını ve elektronik sineklerini susturdu. İddialarının sadece bir yalan olduğu ortaya çıkınca, Lübnan'ın İsrail ile deniz sınırlarının çizilmesine ilişkin anlaşmanın gerekçeleri dahil olmak üzere başka yalanlara geçtiler. Tabii ki bu yalanların arkasında İran ve kollarını aramak gerekiyor.
Suudi Arabistan bu çıkar politikasını Rusya’ya da uyguladı. Suudi Arabistan, Ukrayna'nın işgaline şiddetle karşı çıktı ve Rusya'nın derhal ve koşulsuz olarak geri çekilmesini istedi. Aynı zamanda, Rus ham petrolünü indirimli fiyatlarla satın almak, rafine etmek ve uluslararası pazarlara satmak için Rusya ile anlaşmalar imzaladı. Dengeli ve iyi Rusya-Suudi Arabistan ilişkileri, İngiltere'nin, Suudi Arabistan’dan Ukraynalılarla birlikte savaşırken esir alınan İngiliz vatandaşlarının serbest bırakılmasına aracılık etmesi talebinde bulunması için bir katalizör oldu. Suudi Arabistan’ın arabuluculuğuyla söz konusu İngiliz esirler, Ekim ayında ailelerine geri dönmeleri için Riyad'a teslim edildiler ve oradan da Londra'ya nakledildiler.
Sadece Asya'nın değil dünyanın devi olan Çin'e gelince, Devlet Başkanı Şi'nin Şubat 2019'da Riyad'a yaptığı ziyarette, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman arasında iki ülke arasındaki ticari ilişkileri güçlendirmek konusunda anlaşmaya varıldı. Eylül 2022'de ticaret hacmi, Suudi Arabistan lehine 3.4 milyar dolar fazla vererek 9.2 milyar dolara ulaştı. Çin Devlet Başkanı ile Veliaht Prens arasında 15 Nisan 2022'de yapılan telefon görüşmesinde, dünyanın birçok bölgesini etkileyen ciddi krizlerin ele alınması için iki ülke arasındaki iş birliğinin güçlendirilmesi konusunda mutabık kalındı. Batılı bir güvenlik kaynağı, ABD başta olmak üzere büyük güçlerin karşı karşıya gelebileceği Çin-Tayvan krizinin gelişmesi durumunda dünyanın tahkim için Suudi Arabistan'a yöneleceğini söyledi. Amerikan ve Çin başkanlarının G-20 zirvesinden önce Bali'de bir araya geldikleri ve Biden'ın "ABD dünyadaki ilk ve tek güç" olduğu için iki ülke arasında soğuk savaş olmadığını bildirdiğini biliyoruz. Zirveye katılanların, ABD Başkanı olması nedeniyle Biden ile görüşmeye çalıştıklarını, buna karşılık Prens Muhammed bin Selman ile Suudi Arabistan'ın Veliaht Prensi olduğu ve "sorumluluk üstlendiği ilk andan itibaren etkileyici bir şekilde iz bırakmaya başlayan bu genç prensi tanımak istedikleri" için görüşmeye çalıştıklarını belirtmek gerekir.
Bali Zirvesinin ardından Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin Asya turu var. Bu tur Endonezya'dan başladı, ama bu Pakistan'ın değerine gölge düşürmüyor. Özellikle de Suudi Arabistan’ın, Ağustos ayında Kral Selman bin Abdulaziz'in, ekonomisine yardımcı olmak için Pakistan sunulması direktifini verdiği 1 milyar dolara ek olarak bu ülkeye 9 milyar dolarlık yatırım yapmayı kabul ettiği göz önüne alındığında. Suudi Arabistan’ın tarihsel olarak ve çeşitli alanlarda, tüm taraflarıyla Pakistan siyaseti üzerindeki etkisinin kapsamını kimse tartışamaz. Buradaki tek unsur para değil, Suudi Arabistan Pakistan için son peygamber Hz. Muhammed'in (s.a.v) kabrinin ve Kâbe-i Şerif’in bulunduğu yer ve ona bağlılık kutsal bir görev.  Suudi Arabistan Veliaht Prensi de bunu çok iyi anlıyor.
Suudi Arabistan’ın Pakistan ile seçkin ilişkisi ve Pakistan'ın durumu, Riyad’ın Hindistan ile ilişkilerini bozmadı. Suudi Arabistan'ın Hindistan'a ihracatı 2018'de 25,1 milyar dolar oldu. 2022'nin ortasında ihracat, Hindistan'ın Suudi Arabistan'a yaptığı 7,8 milyar dolarlık ihracata kıyasla 35 milyar doları aştı.
Bu buzdağının görünen kısmı ve Suudi Arabistan’ın bir yandan bölge sorunlarını yavaş ve gerçekçi bir şekilde ele alırken, halkın çıkarlarını zedeleyen küçük ve önemsiz şeylere tenezzül etmezken, diğer yandan bu dünyanın büyükleriyle birlikte oturduğu aşikâr. Son 10 yılda İran'ın neredeyse her bölgesel meselede Ortadoğu'ya hâkim olmak için Suudi Arabistan ile arasındaki çatışmayı körüklemeye çalıştığı biliniyor. Bu, uluslararası ittifakların bozulmasına ve bölge genelinde savaşların devam etmesine yol açtı. Öyle ki iki güç arasında ABD’yi de katılmaya itebilecek doğrudan bir çatışmanın patlak vermesi korkusu uyandı. İran'da halk ile rejim arasındaki iç sorunlara rağmen, son ateşkesin süresinin sona ermesiyle İran rejimi, Yemen'deki iç savaşı devam ettirmeye karar verdi. İran, dünyanın en kötü insani krizlerinden birini körükleme sorumluluğunu taşıyor. Aynı şekilde 11 yıllık Suriye iç savaşına da dahil oldu ve şimdi Suriye, daha az kanlı olmasına rağmen, bir şekilde değişkenliğini koruyan yayılmış bir nihai aşamada. Washington'ın, Riyad'ın Yemen'de olup bitenlerin arkasında olduğu iddiasından vazgeçtiği de dikkatleri çekiyor. Hem de bahsettiğimiz gibi, petrol üreticisi ülkelerden oluşan “OPEC+” Grubunun 5 Ekim'de günlük petrol üretimini 2 milyon varil azaltma kararının, ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerde yeni bir sürtüşmeye yol açmasına ve Biden'ın bu karara karşılık "sonuçları" belirsiz tehditlerde bulunmasına rağmen.
Suudi Arabistanlılar, kararlarını diğer OPEC+ üyeleriyle istişare ederek ekonomik gerekçelerle verdikleri ve ABD'nin olumsuz tepkisine şaşırdıkları yanıtını verdiler. Suudi Arabistanlı yetkililer ve onunla dayanışanlar bunun bir yanlış anlama olduğunu iddia etseler de, raporlar, Riyad’ın buna zorlanması veya itilmesi halinde vereceği tepkileri değerlendirdiğine işaret ediyor. ABD'nin Krallığa karşı herhangi bir yaptırımda bulunması durumunda Riyad'ın elindeki ABD Hazine bonolarını satması seçeneği de buna dahil.
Ancak bu son anlaşmazlık, Washington ile Riyad arasında petrol fiyatları konusunda bir anlaşmazlıktan ibaret değil. Bu, Washington ile Ortadoğu'daki güvenlik ortaklarının çoğu arasında Ukrayna'daki savaşta neyin tehlikede olduğu ve daha geniş olarak her bir tarafın mevcut jeopolitik haritayı nasıl gördüğüyle ilgili daha temel bir anlaşmazlık.
Örneğin, BAE ve Suudi Arabistan'daki petrol tesislerine yönelik İran destekli saldırılara ABD'nin bir yanıt vermemesi, iki ülkede ABD güvenlik garantilerinin güvenilirliği konusundaki belirsizliği artırdı. ABD'yi dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz üreticisi yapan kaya petrolü endüstrisinin gelişmesi de tüm petrol üreten ülkelerle sürtüşmesini artırdı. Aslında, OPEC'in küresel petrol pazarındaki payını azaltan, ABD petrol ihracatındaki bu artış, Suudi Arabistanlıları, küresel petrol fiyatlarını daha iyi kontrol etmek amacıyla 2016 yılında “OPEC+” Grubunu oluşturmak için Rusya ile anlaşmaya iten sebeplerden biriydi.
Amerikalı yetkililer ve birçok siyasi analist, görüşlerini belirlerken Ukrayna'daki savaşı kullandılar ve savaşın kimin doğru tarafta olduğunu, ABD'nin müttefiki olmanın daha yararlı olacağını açıkça gösterdiğine karar verdiler. Amerikalı bir analist ülkesinin tutumunu şu sözlerle özetledi: Bu savaş göründüğü kadar basit. İyilerin kötülere karşı savaşı ve kazananlar iyilerdir. Suudi Arabistan, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini şiddetle kınayarak bunu doğrulayan ilk ülkeydi.