Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Asya kükreyişi ve zaman savaşı

Zaman en acımasız generalin adıdır. Açık savaşların efendisidir. Bireyleri, halkları ve ülkeleri test eder ve kaybedenlere karşı alaycı gülümsemesini takınır. Asla uyumayan yırtıcı bir savaşçıdır. Sayfaları karşılamak için sayfalar kapatır. Ama bu düşman, onu bir duvardan terasa, tuzaktan fırsata dönüştürecek irade ve bilgiye sahip olanların elinde bir fırsata dönüşür. Bu, kişiler ve kurumlar için de geçerlidir. Deneyimler, vatandaşlarının hayatlarını heder eden hükümetlerin, neredeyse kanlarını heder edenler kadar acımasız olduğunu göstermiştir.
Zamana karşı savaş, gerçekten tüm savaşların anasıdır. Zamana boyun eğdiren, vatandaşlarını açlıktan, az gelişmiş eğitimden ve kötü bir sağlık sisteminden kurtardığında hayatlarını da heder olmaktan kurtaran Asya ülkelerini ziyaret ettiğinde, Arap gazetecinin hissettiği şey budur. Aynı gazeteci, Ortadoğu'da hükümetleri onları geleceğe değil geçmişe gönderdiği için yarım yüzyıl önce şimdikinden çok daha iyi olduğunu duyduğu Arap başkentleri olduğunu hatırlar. Zamanla ilişki anahtardır.
Bali, Seul ve Bangkok'ta beni safça sorular ziyaret etti. 1 Eylül Devrimi’nin subayları petrol zenginliğini eğitimi geliştirmek, ileri teknolojiler elde etmek ve normal bir ülke olarak dünyaya entegre olmak için kullanmayı seçseydi bugün Libya nasıl görünürdü? Lideri Muammer Kaddafi tarihin aksi istikametinde seyahat etti. Birden fazla sivil uçağı düşürdü, karadan, denizden ve havadan patlayıcılar gönderdi, OPEC bakanlarını kaçırdı, kollarını ve silahlarını gökyüzünün altındaki her yerde yoldan çıkmış köpekleri kovalamakla görevlendirdi. Pek çok tarafla savaştı ama zaman savaşından, yani çağa ait olma savaşından kaçındı. Libya, ömrünün 40 yılını ve servetini liderin resimleri, Yeşil Kitap sloganları ve dünya ile gergin ilişkiler altında boşa harcadı. Kaddafi ortadan kalktıktan sonra, fırsatları, kan ve zenginlikleri heder etme görevini Libyalı gruplar üstlendiler.
Libya'daki Fatih Devrimi’nden 10 yıl önce Lee Kuan, halkının yoksulluktan, doğal kaynakların yokluğundan, bataklık ve sivrisineklerin çokluğundan şikayet ettiği Singapur'da hükümetin başkanlığını üstlendi. Kuan, ülkesini zamana karşı hummalı bir yarışa soktu. Yıpratma çatışmalarına ve hastalıklı savaşlara kapıyı kapattı. Eğitime, teknik ilerlemeye ve iyi yönetime yöneldi. Sonuç, ülkenin gökdelenlerle dolu bir finans ve yatırım merkezine dönüşmesi oldu. İnsanların yaşam standartlarında büyük bir değişiklik meydana getirdi, onlara korku ve hüsran yerine fırsatlar dağıttı.
Başka bir safça soru. İran, Şah'tan sonra, muazzam kaynaklarını vatandaşlarına hizmet etmek için kullanmakta başarılı doğal bir devlet olma yolunu seçseydi bugün nasıl görünürdü? Büyük olasılıkla İran, bölgede ekonomik bir lokomotif, yatırım ve turizm için cazip bir ülke, bölgesel ve uluslararası düzeyde aktif bir ülke olurdu. İran, haritalara sızmak ve küçük mobil ordular kurmak için para harcamak yerine vatandaşlarının yaşam standartlarını iyileştirmeye öncelik vermeyi seçseydi farklı olabilirdi. İran rejiminin devrimden sonra doğan gençliğin bir bölümü ile şu an yaşadığı çatışma, ilerleme yarışında zamanın önemini kavrayamamanın, cephane ve haritalara sızma hayalleriyle yetinmenin sonucudur. Garip olan, İran devriminin, Sovyetler Birliği'nin zamanla savaşını kaybettiği için çöktüğü gerçeği üzerinde durmamasıdır.
İran Devrimi'nin zaferinden 1 yıl önce Deng Şiaoping, Pekin'de yönetim koltuğuna oturdu. Fransa'da ve fabrikalarında çalışma deneyimi, zaman ve ilerleme savaşına gözünü açmıştı. Mao’nun kaptanlığını yaptığı devrim gemisinin, devrimin zaferi refah tarafından kurtarılmazsa, derinliklerde kaybolmaya doğru gittiğini fark etti ve ünlü sözünü söyledi: "Fare yakaladığı sürece kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değildir." Mao Zedong'un anıt mezarını korudu, ancak onun ülkeyi mezarından ve zamanın emekliliğe sevk ettiği fikirleriyle yönetmesini engelledi. Çin Devlet Başkanı'nın bugün Asya'da ve dünyada nasıl karşılandığını takip eden herkes, Çin'in zamana karşı yarıştaki başarısının yüz milyonları yoksulluktan kurtardığını, Mao'nun ülkesini "dünyanın fabrikası" haline getirdiğini, ABD'ye Çin yüzyılının yaklaştığı korkusunu yaşattığını anlar. Zamana karşı yarışta farklı yollar izleyen Asya başkentlerini ziyaret eden Arap gazetecinin aklında sorular birbirleri ile yarışır. Yollar farklı ama amaç belli, insanların yaşam standartlarını yükseltmek. Örneğin, modernleşme ve ilerleme yarışına giren, Irak'ın sahip olduğu doğal kaynaklara sahip olmadan büyük adımlar atan Güney Kore'nin izlediği yolu izleseydi bugün Irak nasıl olurdu diye merak ediyorsunuz. Lübnan'ın iç çatışmalar labirentlerinde zaman ve kan harcamak, bölgesel rüzgarların ipleri üzerinde maliyetli danslara girişmek yerine Lee Kuan'ın ülkesine benzemesini engelleyen nedenleri sorguluyorsunuz. Tarihin kenarında ve zaman yarışının dışında kalmak Arap şehirlerinin kaderi değildir. Dubai bu yönde erken bir mesaj verdi. Mevcut Suudi Arabistan deneyimi, Arapların kendi kaderini ve geleceğini şekillendirme, onlarca yıllık durgunluktan, geleceği geçmişin tekrarı olarak gören fikirlerin hapishanesinden çıkma yeteneğine sahip olduğunu tekit ediyor.
Günümüz dünyasında Araplara yer olmadığı doğru değil. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Asya turu, Arapların elde etmeyi arzuladıkları koltuğun şartlarını yerine getirdiklerinde kendilerine layık konuma ulaşabileceklerini gösterdi. Kastedilen, Arapların kaderlerine ve kararlarına sıkı sıkıya sarıldıklarında, yetenekleri projelerin ve hayallerin hizmetine sunduklarında, genç enerjileri eğitim, aktivasyon ve teknolojiyi ilerlemenin hizmetine sunarak harekete geçiren bir ilerleme vizyonuna sahip olduklarında, kendilerine layık konumu elde edebilecekleridir. Dünya ülkeleriyle denk ilişkilere, karşılıklı çıkarlara dayalı ortaklıklara, yoksullukla mücadeleden çevresel tehditlerle yüzleşmeye katkıda bulunmaya kadar uluslararası sorumluluklarını yerine getirebileceklerini kastediyoruz. Dünya ile ilerleme ortaklığı kuracaklarını kastediyoruz. Birkaç yıl önce, Muhammed bin Selman zamana karşı yarış savaşını başlattı ve şimdi ülkeler ve şirketler, Ortadoğu'da benzeri görülmemiş bu şantiyeye katılmaya can atıyorlar.
Araplar, on yıllardan beri ilk kez geçmişte yaşamaya, zaman yastığında uyurken geleceğe yolculuk eden diğerlerine özlemle bakmaya mahkum olmadıklarını hissediyorlar. İlk kez, toplumu dünya hayatının şimdiki anına taşıyan, hızlı ve umut verici bir ilerleme için bir Arap modeli var. Suudi Arabistan'ın olağanüstü doğal kaynaklara sahip olduğu doğru, ancak eğitim, teknoloji ve inovasyon yoluyla insanların enerjilerini harekete geçirmenin ilerlemenin yolunu açabileceği de doğru. Geçmişin savaşları sadece geçmişe götürür. Zaman savaşını kazanmak, kaybedilen on yılları veya yüzyılları telafi eder ve halkların geleceğin balkonlarından bakmalarını sağlar.
Asya kükreyişi somut bir gerçekliktir. Zamanla savaşma dersidir. Asya çağının yaklaştığı ve bunun bir zaman meselesi olduğu açıktır.