Vahdettin İnce
Yazar
TT

Şarkta dini eğitim

Medreseleriyle ünlü bir ilçemizi ziyaret ettik son şark seyahatimizde. İlçenin girişinde çok katlı büyük bir binanın bahçesinde ellerinde kitaplarıyla bir yandan okuyan bir yandan da ileri geri yürüyen talebeleri seyrettim arabanın camından. Ta elli yıl öncesine gittim. Biz de bizim köydeki medresede okurken kitaplarımızı alır köyün dışında uygun bir bahçede, ekilmemiş bir tarlada (rahmetli Ferzende amca tarlasını sevabına talebelerin müzakeresine tahsis etmişti) bu şekilde müzakere yapardık, metin ezberlerdik. Az önce seydadan aldığımız dersi tekrar ederdik. Gözlerim doldu.
Bir gün sonra bu medrese sandığım binayı ziyaret ettim. Medrese değildi, üzerinde Kur’an kursu yazıyordu. Okudukları da klasik medrese kitapları değil Kur’an-ı Kerim cüzleriydi. Başlarındaki hoca, hafız yetiştirdiklerini söyledi gururla. Her sene yüzlerce hafız mezun veriyorlarmış. Sınırlı bir ilmihal dersinin (neredeyse tamamı Şafii mezhebinden olan ilçede sadece Hanefi ilmihali okunuyordu) dışında da ilmi bir tedrisat yoktu.
Vakıa güzel sesli hafızlardan Kur’an dinlemeyi severim. Toplumda güzel sesli hafızların olması da güzel bir şeydir. Olması da gerekir. Ancak ben ta Menderes zamanından bugüne din eğitimi bağlamında sağlanan özgürlük ortamının dini eğitim açısından yanlış değerlendirildiğini düşünüyorum.
Batı medeniyeti, doğusundaki sosyal, siyasal, kurumsal, geleneksel her şeyi geriliğin sembolü olarak görür. Batı medeniyetini benimseyen ülkemizin batısı, yönetici elit kesimi de hala gerçek batıdan geriliğin sembolü “doğulu” muamelesi görmekle birlikte kendi iç doğusuna eğitilmesi, değiştirilmesi, Batılılaştırılması gereken geri kalmışlığın sembolü “doğu” gözüyle bakar. Bazen gerçek batıdan doğulu diye yediği zılgıtların hesabını da kendi iç doğusunun medenileşmeye direnen insanlarına keser. O yüzden “doğu”daki hiçbir dinamiği dikkate almadan insan hayatına dair, siyasal, sosyal, ekonomik, kurumsal, eğitsel tüm projeleri elit merkezde kotarır ve yoğun bir medya, siyaset ve güvenlik güçleri eşliğinde jakoben bir tutumla uygular. Ta nizamiye medreselerinden beri, hatta ondan çok önceden başlamış köklü bir medrese geleneğinin etkin olduğu bölgeye, bütün bunları kökünden bitirici salt Kur’an’ın ezberlenmesine odaklanmış bir dini eğitimin dayatılması da yukarıda işaret ettiğimiz adam edilmesi gereken “doğu” algısının bir yansımasıdır.
Din (Yahudilik veya Hristiyanlık gibi bir sıfatla birlikte kullanmamışsam eğer din derken her zaman sadece İslam’ı kast ediyorum), insanın doğuştan sahip olduğu özellikleri ya da sahih geleneği harekete geçirmek, verimli kılmak üzere gönderilmiştir. Yağmur toprak ilişkisine benzer. Ağacı kökleri üzerinde yeşertir bir bakıma.
Aslında Arapçada eğitim anlamına gelen terbiye kelimesinin türetildiği “r.b.w” kökü de bu anlamı ifade eder. İnsanı kökleri üzerinde büyütmek, geliştirmek, beslemek.
Fakat cumhuriyetten en az iki yüz yıl öncesinden itibaren toplumu köklerinden koparan bir eğitim sistemi ısrarla uygulanmaktadır. Yukarıdan empoze edilen, insanların geleneksel köklerini dikkate almayan, fıtratına, öz doğasına, geleneklerine aykırı kalıplara sokan, eğip büken bir sistem. Nitekim eğitim kelimesi de eğip bükmekten gelir. Cumhuriyetten en az iki yüz yıl öncesinden başlayan bu eğici, bükücü eğitim sistemi yüzünden ortalıkta çarpık zihinli, yamuk fikirli, bükük vicdanlı, kırık akıllı entelektüellerden, siyasetçilerden, aydınlardan geçilmiyor.
Köklerinden uzaklaştırıcı eğip bükücü eğitim sisteminin bir örneği de binlerce yıldır medrese geleneği ile yoğurulmuş bir bölgede Kur’an’ın anlamını bilecek alet ilimlerine sahip olmadan sadece Kur’an’ın ezberlenmesini esas alan bir sistemi uygulamak hiç kuşkusuz eğip büken, insanları köklerinden koparan bir sistemdir. Jakoben bir uygulamadır.
Geleneksel eğitim (aslında terbiye) sisteminin elbette eksiklikleri var. Örneğin geleneksel olarak Kur’an hıfzını önceleyen Karadeniz bölgesinin Arabi ilimlerle takviye edilmesi gerekir. Bunun yanında Arabi ilimlere alabildiğine önem verirken Kur’an tilavetini adeta ihmal eden Kürt medreselerinde Kur’an’ın daha özenli okunması sağlanabilir. Ama medrese diyarına medreseyi kökünden kurutan ve sadece hafız yetiştiren uygulamalar tam anlamıyla bir felakete yol açabilir, açıyor da. Geleneksel kurumlara dayalı eğitim (terbiye) toplumsal beyin için oksijen kadar önemlidir. Yanlış temellere, çarpık algılara dayalı eğitim sistemi beyinin oksijensiz kalması demektir. Beyine oksijen gitmese mefluç bir toplumsal vücuda sahip olmamız kaçınılmazdır.