Mollalar rejiminin İran'da ve hatta İran'dan başka bir yerde sona ermesi şaşırtıcı değil. Zira tarih geriye değil, ileriye doğru gider. Bu nedenle Şahinşah Rıza Pehlevi rejimi trajik bir sonla karşı karşıya kaldığında, Şehinşah yönetimini takip eden rejim kırık bir asaya yaslanmaya devam etti. Zira artık bir Fars veya İran rejiminin olmadığı ve aslında artık var olmayan bu ülkede durumun toparlanmasının imkansız olmasa da çok zorlaştığı biliniyor.
“Stratejik” bir konumda bulunan bu bölgede İranlıların, daha doğrusu Farsların gerek geçmişte gerek sonrasında tarihsel roller oynadığı yadsınamaz. İran Devrimi ve Şah Pehlevi hanedanının yıkılışının bu tarihi rolde halihazırda görülen kesintiye eşlik ettiği inkar edilemez. Bu sebeple tarihi devinimin eklemlerinden birine dönüş, artık uzak bir ihtimal haline geldi, hatta ne kısa ne de uzun vadede mümkün değil diyenler var!!
Bazıları tarihin deviniminin bazı büyük ve önemli duraklarda durabileceğini, bu umutsuz ve trajik koşullara ulaştığında, daha öncesine tarihsel dönüşün artık mümkün olmadığını söylüyorlar. Bu İran kırık bir asaya yaslanarak ayakta duruyor. Tarihin devinimini yakalama ve geri alma girişimleri, bu tarihsel anda mümkün değil, dahası uzun vadede bile imkansız. Bu, kesinlikle “Ebedi mesaj sahibi birleşik Arap ümmeti” şeklindeki güzel sloganın kendisi için artık geçerli olmadığı Arap durumu için de geçerli.
Bu noktada Arapların, yine de Arap Birliği ve kurumları ile cisim bulan bir Arap çerçevesine sahip oldukları inkar edilemez. Bunlara sıkı sıkıya tutunmalı ve geliştirilmeli. Ama sorun şu ki artık herkesi kapsayan ve kendisine çeken büyük bir merkez yok. Kısa ve hızlı, geri kazanılmayan ve şimdiye kadar tekrarlanamayan tarihi bir an olan, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır döneminde olduğu gibi herkese kendisini zorla ve şiddetle değil, saygıyla dayatan bir lider yok.
Bir zamanlar herkesi elbette şiddet ve zorbalıkla değil anlayış, ortak çıkarlar, tarihin çeşitli olumlu devrelerindeki ortak tarih ile kendisine çeken etkili bir Arap merkezi ya da merkezlerinin var olduğu inkar edilemez. Bugün de şüphesiz etkin Arap merkezleri, minnet yapmadan ve hiçbir şey talep etmeden kardeşlerine yardım elini uzatan “zengin ülkeler” var. Ama sorun şu ki varlığı korunması gereken “Arap Birliği", bazı zor tarihsel anlarda kimseyi bir araya getiremiyor. Burada bilindiği gibi Arap mutabakatının bozulduğu ve herkesin ayrı telden çaldığı uzun ve yakın tarihsel dönemlerin yaşandığını söylemeliyiz.
Elbette tüm Arap ülkelerinin kendilerini tek bir köşede sıkıştırmaları istenmiyor, bu ne gerekli ne de talep edilen bir konu. İstenen, tüm bu parçalanmışlığın olmaması, tarihsel anlarda ve birleşik bir pozisyon gerektiren durumlarda anlaşmazlık yaşanmaması. Tarihi meselelerde ve birlik gerektiren konularda anlaşmazlık doğru değil. Filistin meselesinde anlaşmazlık olamaz. Keza genel olarak herkes Filistin meselesinden daha önemli bir mesele olmadığını söylese de Filistin meselesinden daha az önemli olmayan başka meselelerde de ihtilaf kabul edilemez.
Dahası Araplar bölünmüş olduğu ve her biri ayrı telden çaldığı sürece Filistin halkının davasını tekeline almaya hakkı olduğunu söyleyenleri de duyduk. Oysa bu bölünmüşlük ve ayrılık nedeniyle Irak’ın yanı sıra Arap bölgesi ülkelerinin pek çoğu hasta. Bilad er-Rafideyn olarak bilinen Irak kaybolmuş ve hatta bazıları daha da ileri giderek artık var olmadığını söylüyorlar. Aynı şey birçok Arap ülkesi için de geçerli.
Elbette kesin olan şu ki başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap yönü ve Arap pozisyonunun birliği yönünde tüm ağırlıklarını koymaya başlayan Arap ülkeleri var. Ama sorun şu ki aksi yönde ısrar edenler olduğu gibi bugünün dünyasının dünün dünyasından farklı olduğuna, herkesin tek başına hareket etmesinin daha iyi olacağına inananlar da var. Bunlar için Irak’ın veya fiilen Arap haritasından silinen Suriye’nin ya da hakkında “Sedir ağacı olmasaydı dünya Lübnan’ı tanımazdı ama Lübnan olmasaydı dünya da olmazdı” denilen Lübnan’ın hasta olması önemli değil.
Lübnanlıların “Sedir ağacı olmasaydı dünya Lübnan’ı tanımazdı ama Lübnan olmasaydı dünya da olmazdı” diyerek övünmeye haklarının olduğuna şüphe yok. Ancak gerçekler, Güney Lübnan ve sevgili halkının artık Veliyy-i Fakih devletine boyun eğdiklerini gösteriyor. Her ne kadar ortada artık Veliyy-i Fakih diye bir şey kalmamış olsa da…
Suriye’de artık Arap milliyetçiliği ruhunu yakacak kimsenin kalmadığı, Arap dünyasının dış müdahalelerin ağırlığı altında inlediği de kesin.
O hastalıklı tarihi dönemde Arap dünyasını kontrol edenler, Arapların deve ve keçi çobanlarından ibaret olduklarını, tarım ve sanayi hakkında hiçbir şey bilmediklerini yaydılar. Tüm Arap dünyasını kontrol etmeye çalışan güçlerin tamamı bu propagandadan yararlandılar, Arapçılığın ilkel ve fanatik bir çağrı olduğunu temel alarak bu tarihsel kinayenin propagandasını yapmakta çok ileri gittiler. Bu propaganda söz konusu Siyonist çeteler gibi bu ülkeleri işgal edenler tarafından da ne yazık ki halen yapılıyor.
Bu kişilerin Kur’an-ı Kerim'i diri bir vicdanla okumaları, büyük İslam dininin dilinin Arapça olduğunu, Resulü azamın bir Arap olduğunu, Arapların semavi bir davetin ehli, izleri dünyanın dört bir yanında görülen bir medeniyetin sahibi olduklarını anlamaları gerekiyordu. Bu nedenle emniyet, güven, aş ve geçim arayışıyla ülkelerinden kaçanlar, sadece mavi gözlü sarı saçlı oldukları için (!) bizim ülkelerimizde bu kadar kibirli, üstten bakan ve bağnaz davranmamalılardı.
TT
Tarihin seyrine dönme gerekliliği!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة